O’NDAN KAÇ TANE VAR; YILMAZ ERDOĞAN
Ülkemizde genellikle değerli olmak için ölmek gerek. Yaşarken hiçbir insan hiçbir sanatçı gerçek değerini görmez… ancak öldükten sonra methiyeler dizilir, eserleri kıymetlenir. Nitekim yarı aç yaşayan binlerce yazar, şair, sanatçı öldükten sonra değerlendiler ve eserleri hala best seller…
Ben de bu düşünce ile daha yaşarken birini yazmayı seçtim. Hepinizin yakından tanıdığı dinlediği izlediği bildiği biri ; Yılmaz ERDOĞAN
Yılmaz Erdoğan, onu yücelten sanata yani şiire “diyet ödeyen ender sanatçılardandır. Yıllardır unutulan, yoksul halkın sanatı olarak bilinen ”şiire” diyet borcunu ödeyerek vefa gösterdi.
Kelebeğin Rüyası’nda genç yaşta verem hastalığından ölen iki genç şairin öyküsünü anlatır. Bütçesi yüksek olan bir filmi sadece o genç şairlere ve şiire adadı; zira Yılmaz Erdoğan’ı ülkemizin gündemine koyan da şiirdi. Onu bize “Sevebilme İhtimali” getirmedi mi…
Soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçtim çocuk olmaktan
Ve beslenme çantamda otlu peynir kokusuydu babam…
Ben seninle bir gün Veysel Karani’de haşlama yeme ihtimalini sevdim.
İlkokulun silgi kokan, tebeşir lekeli yıllarında
Ankara’da karbonmonoksit sonbaharlar yaşanırdı o zaman
özlemeye başladım herkesi…
Ve bu hasret öyle uzun sürdü ki, adam gibi hasretleri özlemeye başladım sonra..
Bizim Kemalettin Tuğcu’larımız vardı…
Ne yana baksam dağ ve deniz sanıyordum
Muş ovasının yalancı maviliğini
Otobüs oluyordum bir süre
Yanımızdan geçen kara trenlerle yarışıyordum, yanağım otobüs camının garantisinde
Otobüs oluyordum
Bir ülkeden bir iç ülkeye
Çocukluğuma yaklaştıkça büyüyordum.
…
Bu dizeleri dinlerken ya da okurken, hangimiz Muş Ovası’nın yalancı maviliğini merak etmedik, hangimiz otobüs camına yanaklarını dayarken bu dizeleri hatırlamadık…hiç tanımadığımız ovaları, kentleri, insanları, kültürleri sevmedik…
Çoğumuz otlu peyniri, Veysel Karani’yi, Kemalettin Tuğcu’yu onunla yeniden keşfettik…
Bir ülkeden bir iç ülkeye yolculuk kolay değil; o upuzun yolları, yol üstü lokantalarındaki molaları yaşayanlar bilir…
Hele bir de duyarlıysanız öyle çok şey görür ki gözleriniz, kocaman şiirlere sığmaz…
NitekimYılmaz Erdoğan yıllardır anlata anlata bitiremedi…
Bir Demet Tiyatro’nun haylaz oğlanı, Kelebeğin Rüyası’nın naif , kırılgan ve babacan şairi, Vizontele’de akıllı deli, Organize İşler’de sempatik bir çete lideri, Cebimde Kelimeler’de müthiş bir şovmen, Otogargara’da bıçkın bir otogar ayakçısı, Çok Güzel Hareketler Bunlar’da babacan ve etkili bir yönetmen, öğretmen, hakem…. Yani herşeyden biraz, yani biz siz onlar bunlar…
İçimizde savaşan onlarca iç sesin tercümanı… aslında hepimiz teşekkür borçluyuz bu çok yönlü adama… çok yüzlülüğün arttığı bir toplumda ; O, çok yönlü olmayı seçti. Zoru seçti ve başardı.
Aşağıdaki şiir O’nu anlatıyor bence… O’nu tanımadan bilmeden 80’li yıllarda adeta Yılmaz Erdoğan’ı anlatmışım. Ne dersiniz. Okuyun bana hak vereceksiniz… ne de olsa coğrafyalarımız ikiz… Ben de Demiryolcu çocuğuyum, Kurtalan Ekspresi’yle İstanbul’a 3 günde gidilen yıllarda büyüdüm..
Neden ondört yaşında sigarayla tanıştım bilmiyorum,
Büyümem gerekliydi, belki de.
İlk traşımda kesmiştim heryerimi,
Arabesk müzik büyüttü beni,
Acı, mahallemizin adıydı,
Aşkı, filmlerde izlerdik,
Ama mahallede AŞK AYIPTI…
Güzel konuşan sunuculara bayılırdım,
Delikanlı arkadaşlarım duymasın.!
Dört yıl sadece bakıştım aşkımla,
Acelem yoktu, hem nasıl anlatırdım,
Telefon yoktu,ya bir de hayır derse….
Bakkal çırağıydım, futbolcuydum, öğrenciydim…
Her şeyden birazdım yani,
Aşıktım, sevgilimin haberi yok,
Ülkeyi kurtaracağım, polis bana karşı,
Delikanlıyım, babam oralı değil.!
Dünya, düşlerime dar geliyor…
Ve….
Sigaraya başlayalı, tam otuz yıl oldu,
Babam beni tutukladı,
Bir töre akşamı,
Hala volta atıyorum,
Doğmadığım sokaklarda…
İbrahim EROĞLU/Kütahya/1985
…
Herkesin yerine her kılığa giren ve müthiş dersler veren harika bir öğretmen.
Yazan, üreten ,oynayan, güldüren, ağlatan, düşündüren, öğreten, hayaller kurduran, alıp çok uzaklara götüren, denizler ötesi düşleri sevdiren, şiire, yaşama, acıya, .sevince ortak eden, “çok da takmaya değmez, yaşamaya bak, gülümse” dedirten bir adam. Evet ADAM…
Evet dolu dolu bir adam o bir Türkiyeli…
Türk, Kürt, Laz, Çerkez olması beni ilgilendirmiyor; öyle bir değerle aynı ülkede yaşadığım için mutluyum. Hepinizin ya da kendine insan diyen büyük bir çoğunluğun şimdi “ aslolan kentler değil, yüreklerdir.” Dediğini duyar gibiyim.
Yılmaz Erdoğan’ı iki kez yazdım ama bitmedi sanırım… Devam edeceğim ama gelecek sefer onu başka bir yürekle karşılaştıracağım. Hem de hiç ummadığınız biriyle… bekleyin yakında gelecek yazım. Belki de ikisi hiç yan yana gelmedi belki de çok farklı insanlar ama okuyunca fikriniz değişecek sanırım…
Yine şiirle bitirelim. Şiir tadında kalın… şiir gibi sabahlara yeniden merhaba demeniz dileğiyle…
GÜLÜŞÜN…
Gülüşünde bir mana var,
Saklayamazsın.
Sarılışında ne düşler,
Ne düşükler,
Sakınamazsın.
Aynı yolları,
Kimsesiz mekanları,
Birlikte özleme hasreti…
Yalnızlığımın dert ortağı gastrit…
Gülüşünde bir mana var,
Saklayamazsın.
Bütün iç savaşlarda,
Rehin alındı bu yürek
Kandıramazsın.
Hangi çekilişin
Büyük ikramiyesi bu,
En uzak sevişmelerin
Yeni yetme utancı.
Lakin aşk,
Biraz da utanmaktır yaşamaktan,
Sakınamazsın…
Yeni yetmelik işine gelince:
O zaten hepimizin gizli öznesi
Türkçede var.
Bazı dillerde yok.
Gülüşünde bir mana var,
Saklayamazsın.
Kime niyet kime felaket bu aşk,
Anlayamazsın.
Ödümüz patlıyor acı çekmekten
Oysa;
Biraz da acıdır,
Aşkın mayası.
Kaçınamazsın.
Gülüşündeki manayı saklayamazsın.
Tutunacak yerimiz yok,
Resmi tutanaklarda.
Gülüşünde bin yıllık hasret var,
Saklayamazsın.
……………………..
Bu yazık karşılaşmanın
Alnımıza çakılıyor anafikri:
Aşka cesaretimiz yoksa
Başka zaman görüşürüz!
Bizi bilirsin;
avuçla su içmeyi
marifet biliriz,
yenilmeyi bir de
kendi sahamızda…
bizi bilirsin;
saçımızı ıslatmayı fiyaka biliriz,
limonla!
tesbih yaparız,
düş kırıklarından..
Yılmaz ERDOĞAN
……
İbrahim EROĞLU Mayis/2016
Eğitimci/Gazeteci/Yazar