Peygamber Efendimiz, yaratılmışların en şereflisi, en üstünü, en değerlisi, en güzelidir ve Allâh’ın en sevgili kuludur. Peygamber Efendimizin güzelliği doğumundan ölümüne kadar hayranlık uyandırmıştır. Onun ne derece güzel olduğunu sahabelerin aktardıklarından öğrenelim. Ebû Hureyra, Resûlullâh’ı şöyle târif etmiştir: “Ben Allâh’ın Resûlü’nden daha güzel bir kimse görmedim! Mübârek yüzünde sanki güneşin nurları parlardı. O gülümsedikçe güzel dişlerinin arasından nûr çıkardı. Dişleri bembeyaz ve aralıklıydı. Peygamberimizin pâk vücûdu beyaz tenliydi. Bu beyazlık içinde has bir pembelik parlardı. İri ve güzel gözleri sanki kendinden sürmeli gibiydi. Gözlerinin beyazında kırmızı çizgiler vardı. Güzelliğinin nişanı olan kirpikleri uzun ve siyahtı. Kaşları hilal gibiydi, birleşik değildi. Alnı geniş, burnu son derece güzeldi ve yassı değildi. Saçları hafif dalgalı, simsiyah ve omuzlarına kadardı. Saçlarını ortadan ayırırdı. Ömrünün sonlarına doğru 20’ye yakın beyaz kılı vardı, sakalı gürdü.
Peygamberimizin boyu ne uzun ne kısaydı, orta boyluydu. Fiziği çok güzeldi. Bedeninden miskten daha güzel kokular yayılırdı. Bir yerden geçtiği zaman Peygamberimizin oradan geçtiği bilinirdi. Resûlullâh, önünü nasıl görüyorsa, arkasını da o şekilde görebiliyordu. Bu, O’nda hâsıl olan mucizelerden birisidir. Peygamberimize 40 güçlü erkeğin kuvveti verilmiştir. O çok cesurdu!”
Âişe validemizin meâlen şöyle dediği rivâyet edilmiştir: “Resûlullâh’ın kelâmı çok açık ve anlaşılır idi. Onun sözünü işiten birisi hemen anlardı. Onun kadar güzel sesli bir kimse yok idi! Yüzü yuvarlak ve omuzları genişti. Karnı ile göğsü eşit hizada idi, ne şişman ne de zayıftı…”
Kendisi ve bütün Peygamber kardeşleri, Peygamberlikten önce ve sonra küfürden, büyük günahlardan ve kıymet düşürücü küçük günahlardan korunmuşlardır. Onların Sıdk, Emânet, Fetânet ve Tebliğ sıfatları vardır. Yalan, hıyanet, rezalet (namussuzluk), sefahat (kötü huylar) ve belâdetten (geri zekâlılık) korunmuşlardır. Hilim, sabır, bağışlama ve tahammül; bunların hepsinin manası birdir. Allâh-u Teâlâ bu sıfatlarla Peygamber Efendimizi ahlâklandırmıştır. Peygamber Efendimiz’in bu ahlâkını bildiren El-A’râf sûresinin 199.âyetinin anlamı şöyledir: “(Resûlüm!) Sen af yolunu tut, iyiliği (Allâh’ın farz kıldığı tüm fiiller) emret ve câhillerden yüz çevir.”
Kalem Sûresinin 4. Ayet-i Kerimesinin manası şöyledir: “(Ey Muhammed!) şüphesiz ki sen yüce bir ahlak üzeresin.”
Şüphesiz ki Allâh’ın Kur’an’da bildirdiği gibi, Peygamber Efendimiz insanların en güzel ahlâklısıdır. Peygamber Efendimizin hayatına baktığımız zaman Onun, kendisine zulmedeni bağışladığını, kendisini ziyaret etmeyeni ziyaret ettiğini ve kendine kötülük edene ihsânda bulunduğunu görürüz. Ona yapılan haksızlığın çokluğu, Onun ancak sabrını ve hilmini çoğaltırdı. İmam Buharî’nin rivâyet ettiğine göre Peygamber Efendimizin hanımı, validemiz Âişe şöyle diyor: “Allâh Resûlü kendi nefsi için değil, ancak Allâh’ın haram kıldığına karşı gelindiği zaman Allâh-u Teâlâ için öç (intikam) alırdı.”
Peygamber Efendimiz sabırlı ve bağışlayıcıydı. Uhud Savaşı’nda şiddetli bir bela ile karşı karşıya gelmişti. Peygamber Efendimizin mübarek dört dişi kırılmış ve başı yarılmıştı. Sahabelerine bu durum çok zor gelmişti. Bu üzücü olaylar yaşandığı halde Peygamber Efendimiz meâlen şöyle duâ etti: “Ey Allâh’ım! Kavmimi hidâyet et, çünkü onlar bilmiyorlar.”
Peygamber Efendimiz, ahlâkı en güzel olan insandı. Kendisine yemek takdim edildiği zaman sevse de sevmese de o yemeği ayıplamazdı. Yemeğe oturduğu zaman bir yere yaslanmazdı. Yüksek bir şeyin üzerinde yemezdi. Tahta bir kâsede yemek yerdi. Efendimiz bal ve helva gibi ağız tatlandırıcı yiyecekleri severdi. Yemeği sağ elinin baş, işaret ve orta parmaklarıyla yerdi. Bazen dördüncüyü de kullanırdı. Yemeği bitirdikten sonrada işaret parmağıyla kâsesini silerdi. Çünkü tabağın dibinde kalan yemekte bereket vardır. Bir şeyi yemeğe veya içmeye başladığı zaman besmele ile başlar, hamd ile bitirirdi. Bir şey içtiği zaman, üç yudumda yudumlayarak yavaş yavaş içerdi. Ve içeceği içerken, içtiği kabın içine nefes alıp vermezdi. Çoğu zaman oturarak içerdi. Bazen de duruma göre ayakta içerdi.
Peygamber Efendimiz yemeği sıcak yemezdi. Soğutarak yerdi, çünkü soğuk yemekte daha çok bereket vardır. En sevdiği içecekler ise tatlı ve soğuk içeceklerdi. Efendimiz yemek yerken sağ dizini kaldırırdı, sol ayağının üzerine otururdu.
Efendimiz abiye, yünden cübbe vb. kıyafetler giyerdi. Yemekleri ayıplamadığı gibi, elbiseleri de ayıplamazdı. Her zaman temiz elbise giymeye özen gösterirdi. Ve elbisede koku olmasa bile Efendimizin, o miski amberden daha güzel olan kokusu elbisenin de güzel kokmasını sağlardı.
Efendimiz abiyeyi uzun giymez, yere değmezdi. Abiyesi, aşık kemiğinin az üstüne gelirdi. Çünkü genellikle uzun abiyeleri kibirli olanlar giyerdi. Bu da Resûlullâh Efendimiz’in ne kadar mütevazı olduğunu gösterir.
Peygamber Efendimiz, hanımlarının hepsinin beraber olduğu akşam toplantılarında eğitici sohbetler yapardı. Peygamberimizin refâkatinde bilgilenen hanımlar, bilgi ve tecrübelerini diğer kadınlara (hatta Peygamber Efendimizin vefatından sonra, kadın-erkek herkese) aktarmaya hazır hâle gelirlerdi. Peygamberimizin ev halkı, şehir dâhilinde ve haricindeki kadınları kabul eder, îtikâdî konularla ilgili Peygamberimizden öğrendiklerini onlara bildirerek, din eğitimindeki rollerini yerine getirirlerdi.
Resûlullâh Efendimizin ailesinde çocukların tâlimi mühim meselelerden biridir. Doğumla birlikte çocuğun kulaklarına ezanın okunması, tâlim işinin ne kadar erken ele alınması gerektiğini sembolize eder. Tâlime konuşma yaşında ve Kur’ân’ı Kerîm’den âyetler ezberletilerek başlanırdı.
İlk öğretilecek şeyin “Lâ İlâhe İllallâh” zikrinin olmasını da emreden Peygamber Efendimiz, akıl ve muhâkeme ile alâkalı tâlimin, temyiz yaşından (çocuğun söylenenleri tam olarak anlayıp, doğru olarak cevap vermeye başladığı yaş) itibaren sitemli olarak öğretilmesini tavsiye etmiştir. Bundan dolayı yedi yaşında çocuk namaza alıştırılır, on yaşından itibaren namazı düzenli kılması beklenir. Aile bu noktada öyle hassas olmalıdır ki, çocuğu dövmeye mahal kalmayacak şekilde, on yaşına gelinceye dek namaz eğitimini tamamlamış olmalıdır. Ayrıca çocuğa yazı, yüzme, ata binme gibi diğer bilgilerin öğretilmesi de Peygamber’in tavsiyeleri arasındadır.
Abdullâh İbni Âmir anlatıyor: Bir gün, Resûlullâh Efendimiz evimizde otururken, annem beni çağırdı ve: “Hele bir gel sana ne vereceğim!” dedi. Rasûlullâh Aleyhisselâm anneme: “Çocuğa ne vermek istemiştin?” diye sordu. “Ona bir hurma vermek istemiştim” deyince, Resûlullâh Efendimiz: “Dikkat et! Eğer ona bir şey vermeyecek olursan üzerine bir yalan yazılacak!”buyurdular.
Mucize, Peygamberin doğru sözlü olduğunu ispatladığına göre deriz ki, “Âl-î İmrân” sûresinin 31. âyetinin anlamı şöyledir: “De ki Allâh’ı seviyorsanız bana tâbi olunuz ki, Allâh da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allâh çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” Dolayısıyla Allâh’ın rızâsına nail olabilmek için Peygamberi tasdik edip, Ona tâbi olmak gereklidir. Peygamberimiz de bir hadîsinde şöyle buyurmuştur: “Sizden her kim benim getirdiğim şeylere uymaz ise îmânı kamîl olmaz.”
Peygamber Efendimiz’in bütün husûsiyetlerini bu sütundan zikretmemiz mümkün değil. Bizi Efendimize ümmet eyleyen Allâh’a sonsuz şükürler olsun. Bizler de Ona hakkıyla ümmet olabilmek için, Sünnet’ine (tebliğ ettiği bütün ahkâmlara) sımsıkı sarılmalıyız.
Allâh’ım! bizleri Peygamberimizin şefâatinden mahrum etme ve bizleri Cennetliklerden eyle… Âmin…
Davut ÖKTEN