KÜÇÜK BİLYEDEN BÜYÜK DÜNYALARA
Bilyeler tüm çocukların en çok hoşuna giden, dikkatini çeken nesnelerindendir. Rengârenk, büyüklü küçüklü ve nasıl istiyorsanız o türden bilyeler. Hele bir de bilyeleri gözümüze yaklaştırıp da içindeki renkli kısımları ayrıştırarak ve bir şeylere benzetip hayaller kurmak ayrı bir âlem sanki. Büyümekle de bilyelerin hayal aracı olması özelliği kaybolmuyor.
İçine kapanık yaşayan bir toplumun fertleri olarak bizler, her zaman içimizde yaşayamadığımız, söyleyemediğimiz şeyleri hep bilyelerin içerisinde daldığımız hayallerde yaşamışızdır. Aslında bizi hayata bağlıyor desek yanlış bir ifade de sayılmaz hani. Düşünün bir kere, baskılardan dolayı huzursuz bir aile ortamından sıkılan ve hatta asi olma dozuna yaklaşan kimselerin hayal merkezidir bilyeler. İstedikleri halde sahip olunmayan oyuncakları bir bir sahipleniriz bilyelerde. Göremediğimiz ve merak ettiğimiz gökkuşağını da ilk olarak bilyelerde yakalarız. Renklerin armonisiyle ilk mutluluk dolu, hasret dolu, sonu gülümsemeyle biten dakikalar geçer bilyelerin önünde.
Kendi ellerimizle yalnızlığa hapsettiğimiz insanlarımızı hep hayal dünyalarına mahkûm ediyoruz ve sonrasında gerçeklerden kopuk birer insan yapıp çıkıyoruz. Kimileri bu hayal dünyasındaki ölçütleri iyi ayarlayabilirken kimi de frenleyemiyor kendini. İnsanımızın hepsi deniz fenerine sahip olacak kadar şanslı olamıyor ki, bilye içerisinde yol bulsun kendine.
Her şeye rağmen hayal kurmak gelecek yaşamlar için bir başlangıç sayılır. Durum ne kadar zor olursa olsun hayal kurmakla başlar hayatın yolculuğu. Hayal kurdukça yaşar insan ve filizlenir yüreğindeki seslendiremediği arzuları. Kendimden biliyorum ben; en büyük hayalim normal insanlar gibi konuşabilmekti ve topluluk karşısında gayet rahat hareket edebilmekti. İçime kapanmış ve dünyaya kapalı dünyamda sadece bilyelerin içinde yaşayabiliyordum varsaydığım estantaneleri. Ne kadar güzeldi ama. Şimdi düşünüyorum da iyi ki bilyelerim oluyordu bazen. Herkes onları alıp oyun oynarken, ben hayal makinesi olarak kullanıyordum. Yani ben mahkûmiyeti gelecek için umut yeşerten bir tarla olarak bulmuştum ömrümde bilyeleri.
Her türlü şeyde kullanabiliyorduk değişik büyüklükteki o dünyaları. Aslında çocuklar ailelerinde ve çevrelerinde en çok neyi görüp neyi yaşıyorsa onu yaşamaya başlıyordu kendi hayatlarında. Ailesinde hep iddia ve oyun türü şeylere şahit olmuş çocuklar bilyeleri kumar aracı olarak kullanırken, kimileri güzellikleri biriktiren ve saklayan antikacı veya mücevherciler gibi davranıyorlar. Kimileri de benim gibi gelecekte kendisini nerede görmek istiyorsa oradaki haliyle bakıyordu tek gözüyle, o hayat dolu cam parçacığının içine.
Bugün büyük işleri başaran ve branşlarında ekol olmuş, idol olmuş, gıptayla bakılan insanların hepsinin bu yoldaki başlangıç noktası hep hayal etmek olmuştur. Fatih Sultan Mehmet’i “Sultan Muhammed Fatih” yapan şey Peygamber Efendimiz’in müjdesinin hayaliyle yetişmesi ve yetiştirilmesiyledir. Başarı ve yaptığı işte dünyaya yön vermiş bilim adamlarının başlama noktaları yine çevresinden etkilenerek kurmuş olduğu hayallerin kendileri olmuştur.
Değerli Okuyucular,
Çocuklarımıza örnek ve şablon oluşturduğumuzu bilerek yaşayalım. Bizler, kimi zamanda onlarda renkli ve etkileyici güzellikler oluşturan ve takip ettiren birer hayal dünyası oluştururken, kimi zamanda da en dondurucu soğuklar ve en kanlı yarınlar olarak hayat buluyoruz. Unutmayalım ki yarınların nasıl olmasını istiyorsak o yolda gayretli bir yolcu olmalıyız. Yoksa sadece temennilerde bulunan, sadece konuşan ve sadece biyolojik bir öğe olarak kalırız. Hatta ve hatta o biyolojik olarak bulunmamızdan utanılan bir canlı oluruz.
Güzellikleri yaşamak ve onlara şahit olmayı istiyorsak yapacağımız şey, bakıldığında küçücük bir parça içinde dünyalar kurduran renkli renkli bilyeler olmaktır.
Ömrümüzde kalan bir dakika bile olmuş olsa hiçbir şey için geç kalmış sayılmayız.
(Gökmen CAN)