Ziziro: Hayat hikâyemde nereye takıldım kaldım? Annesi Müjgan’a gizlice ağlayan, hayatla, ilişkilerle bağını sorgulayan Diren’in romanı Ziziro. Ziziro ağustos böceğinin, Kıbrıs’ta yaygın bilinen adı. Kitabın ismi içindeki metaforla müsemma. Yıllarca büyüdükleri yer altından, yeryüzüne asal sayılı bir yılın ağustos ayında çıkan ve ömürleri çok kısa olan, karın zarlarından çıkardıkları yüksek sesle tanınan bu küçük varlıklar, kitabın bütününe hâkim bir mecaz. Zira Diren, Kıbrıslı bir annenin kızı ve matematik öğretmeni. Romanda öne çıkan anne kız ilişkisi hayata değer katanlar aslında kimlerdir sorusunun etrafında dönüp dolaşıyor. Bu sorunun cevabı kitabın sonunda veriliyor.
Diren, aslında kritik bir kararın eşiğinde. Her ne kadar romanın başında kararın sonucu verilse de Diren’in bu aşamaya merhale merhale geçişini görüyoruz. Bu geçiş sırasında geçmişini sorguluyor ve hatırlıyor. Hatırladığı insanlar, olaylar, çocukluğu ve mutsuz çekirdek ailesiyle yaşadıkları, sarmal bir kurgu ile örülü. Gerçek üstü öğelerin gerçekçi bir şekilde işlendiği hikâyede, kahramana eşlik eden bir bitki var. İsmi “Evladiyelik” olan bu bitki Diren’e sanrısal geçişler yaşatıyor. Evladiyelik bir kayıt cihazı gibi yaşananları kaydediyor ve Diren’in sorularının cevaplarını verirken, anılarını yeniden yaşatıyor.
Romandaki dilin kendine göre özgün, farklı bir ritmi var. Hayatı matematik üzerinden tanımlamaya çalışırken; cümlelerini, benzetmelerini bazen denklemler, bazen fonksiyonlar üzerinden yapabiliyor. Asal sayılar, doğrular, paraboller, çembere teğet geçen eğriler, pi’nin çağrışımı, mutlak değer ve normal dağılım eğrileri üzerinden dili başka türlü kullanmanın yollarını arıyor yazar Müjde Alganer. Bazen upuzun bir cümleyle aktarılan, bazen kısa soru- cevaplarla akan kısmen asi, yer yer ağzı bozuk denebilecek bir tavır var. Uzun cümlelere hâkimiyet dikkat çekiyor. Bitkili, böcekli dramatize edilmiş bir tablo yok aslında okurun karşısında. Mutsuz bir aile, mutsuz anlar anlatılıyor evet ama anlatının gerginliğini ortadan kaldıran bir duruşla çıkıyor dil, okurun karşısına. Sarmal kurgu metnin tamamına yedirilmiş, öyle ki son sayfalara gelindiğinde tekrar başa dönüp okuma ihtiyacı ortaya çıkıyor. Yer yer Kıbrıs ağzına ait izler görülüyor.
Diren kızgınlığını, kırgınlığını, hüznünü, annesi Müjgan’la ilişkisini, hayatına yurt dışında giren insanları, hayatından çıkardığı insanlara karşı hissettiklerini içtenlikle, dobra dobra paylaşıyor. O bir var olma mücadelesi veriyor. Bu mücadele sırasında hayatına girenlerle ilişkisini hem kendine hem hayata nasıl direndiğini anlatıyor. Onun direnişinde, aidiyet ve aile olma kavramı evrilip çevriliyor, standart annelik ve kadınlık soruları gizli gizli işleniyor. Genç bir kadının var oluş çabaları üzerinden aslında büyükçe bir fikre varma isteği aşağıdaki alıntıda sezdiriliyor:
“Hayatlarımızın, duygularımızın, düşüncelerimizin, isteklerimizin, istemediklerimizin, seçimlerimizin, beğenilerimizin, bize ait olduğunu sandığımız her nanenin, aslında başkalarının düşünce ve duygularının bir ALT KÜMESİ olduğunu, hatta tanımadığın X bir atandan kalıntısal mekanizmayla eser miktarda dahi naturana sirayet edebilecek bir iz düşümü olabileceğini hissetmek… Garip bir mesnetsizlik, tuhaf bir hiçlik, aynı zamanda paradoksal olarak hain bir bağımlılık ve mecburi bir aidiyet değil miydi? Dualitenin gücü adınaaaa…”