İSRÂ’-Mİ’RAC MUCİZESİ ve ÎTİKADÎ BAZI MESELELER İLE İLGİLİ VUZÛH
Zamandan ve mekândan münezzeh olan, hiçbir şeye benzemeyen ve yaratılmışların vasıflarıyla vasıflanmayan ezelî ve ebedî olan, her şeyin kendisine muhtaç olduğu Allâh-u Teâlâ’ya hamd olsun.
Salât-u selâm ise yaratılmışların en fazîletlisi, takvâ ve tevâzuda en üstün olanı, düşmanlarının bile asla kötü bir sıfat bulamadığı ve bulamayacağı, gönüllere taht kurmuş Peygamber Efendimiz Sallallâhu Aleyhi Ve Sellem’e, Peygamber kardeşlerine, onun pâk Ehl-i Beyt’ine, sahâbelerine, âlimlerine ve ona son nefeslerine kadar müntesib olan Ümmet-i Muhammed’e olsun.
Allâh-u Teâlâ, Peygamberleri âlemlere rahmet olarak göndermiştir. Tüm Peygamberler, her şeyi yoktan vâr eden Yüce Rabb’imizin emirlerini, insanlara teblîğ etmek için gönderilmiştir. Yalnızca sâhip olduğumuz akıl ile harâm ve helâl olan şeyleri bilemeyiz. Namaz kılmaktan Oruç tutmaya, Kıyâmet Günü’nden Kabir hayâtına, Hac’dan Zekât ibâdetlerine varıncaya kadar sayamayacağımız şeyleri bilmek için bir öğreticiye ihtiyaç duyulur.
Bundan dolayı Allâh-u Teâlâ, Peygamberleri bizlere, müjdeleyici, uyarıcı ve aynı zamanda O’nun emir ve yasaklarını teblîğ etmeleri için göndermiştir.
Mu’cize (mûcize): Sadece Peygamberlerde meydana gelen, Peygamberlere karşı gelenlerin (inanmayanların), aynılarını yapmaları imkânsız olan olağanüstü hâllerdir.
Allâh-u Teâlâ’nın Peygamberlerine vermiş olduğu bir üstünlüktür.
Peygamberler tarihine baktığımız zaman ne söylemek istediğimiz daha açık bir biçimde anlaşılacaktır.
Mu’cizeler, Nûh Aleyhisselâm’dan Îsâ Aleyhisselâm’a, Âdem Aleyhisselâm’dan Sâlih Aleyhisselâm’a, Yûnus Aleyhisselâm’dan Mûsâ Aleyhisselâm’a ve Yûsuf Aleyhisselâm’dan Efendimiz Muhammed Sallallâhu Aleyhi Ve Sellem’e varıncaya kadar tüm Peygamberlerde görülen olağanüstü hallerdir.
Peygamber Efendimiz’in mu’cizeleri, diğer Peygamberlerin mucizelerinden daha güçlüdür. Peygamber Efendimiz’in mu’cizelerinin sayısı, rivâyetlere göre bin ile üç bin arasında olduğu bildirilmektedir.
İmâm İbn-u Hâtim “Menâkibu’ş Şâfiî” adlı kitabında; babasının, Ömer Bin Sevad’tan rivâyet ettiğine göre; İmâm Şâfiî şöyle demiştir: “Allâh-u Teâlâ, Peygamberlere verdiği mu’cizelerin aynısını veya daha güçlüsünü Peygamber Efendimiz’e vermiştir.”
Anlamı: “Noksan sıfatlardan münezzeh olan Allâh-u Teâlâ, kendisine Âyetlerinden bir kısmını göstermek için kulunu (Muhammed’i) gecenin bir kısmında, Mescid-i Harâm’dan, çevresini mübârek kıldığı Mescid-i Aksâ’ya götürdü. O (Allâh), şüphesiz ki işiten ve görendir.”
İsrâ’ mu’cizesi Kur’ân-ı Kerîm’de ve sahîh olan Hadîs-i Şerîfler’de sâbittir.
Allâh-u Teâlâ’nın, Peygamber Efendimiz’i gecenin bir bölümünde Mekke-i Mükerreme’den Mescid-i Aksâ’ya götürdüğüne îmân etmek farzdır.
Hak Ehli, Ehl-i Selef, Ehl-i Halef, muhaddisler, kelâm âlimleri, tefsîr âlimleri ve fukahâlar, İsrâ’ mu’cizesinin beden ve rûhla, uyanık halde gerçekleştiği hususunda icmâ (görüş birliği) ettiler. Doğru olan da budur.
Bu görüş, İbn-i Abbâs, Câbir, Enes, Ömer, Huzeyfe ve diğer sahâbelerin, İmâm Ebû Hanîfe, İmâm Şâfiî ve diğer mezhep imâmlarının ve İmâm Taberânî ve diğer müfessirlerin (Radiyallâhu anhum ecmaîn) görüşleridir.
İsrâ’ hakkında açık bir Âyet-i Kerîme olduğu için görüşler arasında ihtilaf yoktur. Bundan dolayıdır ki âlimler: “Her kim İsrâ’ mu’cizesini (bilerek) inkâr ederse, Kur’ân-ı Kerîm’i yalanlamış olur ve her kim Kur’ân-ı Kerîm’i yalanlarsa, muhakkak ki küfre düşer (İslâm’dan çıkar).” demişlerdir.
Peygamber Efendimiz, Mekke-i Mükerreme’deki Mescid-i Harâm’dan ve Ümmi Hâni’nin evinden ayrılmadan önce göğsü açılıp kalbi hikmet ve îmân ile doldurulmuştur.
Tenbîh: Peygamber Efendimiz’in göğsünün açılıp kalbinin yıkanmasıyla ilgili İbn-i Hacer Askalânî, “Fethu’l Bâri Şerh Sahîhi Buhârî” adlı kitabının 7.cilt 205.sayfasında şöyle bildiriyor. Peygamber Efendimiz Sallallâhu Aleyhi Ve Sellem’in göğsü 3 defa açılmıştır. İlk olarak çocukken göğsü açılıp, en mükemmel şekilde büyüsün diye kalbi yıkanmıştır. İkinci kez, güçlü bir kalp ile vahiy alabilmesi için göğsü açılıp kalbi yıkanmıştır. Üçüncü kez ise,İsra mirac mucizesinde göreceği halikulade şeylere dayanabilmesi için göğsü açılıp kalbi hikmet ve îmân ile doldurulmuştur.
Îmân ile doldurulmasından maksat; Mi’râc’da, Allâh-u Teâlâ’nın, hiçbir şeye benzemeyen ezelî ve ebedî olan Kelâmını işitmesi ve ulvî âlemdeki harikulâde (olağanüstü) olayları seyretmesi için kalbinin hazırlanmış olmasıdır.
İmâm Müslim’in rivâyet ettiğine göre; Enes Bin Mâlik şöyle diyordu: “Ebû Zer bize, Peygamber Efendimiz’in şöyle dediğini söyledi: <Mekke’de evimin tavanı açıldı. Cebrâil Aleyhisselâm oradan içeri girdi. Göğsümü açıp onu zemzem suyuyla yıkadıktan sonra, içi îmân ve hikmet dolu altından yapılmış bir kapla geldi ve göğsüme boşaltıp kapattı.>”
İmâm Beyhakî, Şeddâd Bin Evs’ten rivâyet ettiğine göre şöyle diyor: “Dedik ki: ‘Ey Allâh’ın Rasûlü! İsrâ’ nasıl gerçekleşti?’ Allâh’ın Rasûlü şöyle dedi: ‘Gece namazını ashâbıma kıldırdıktan sonra Cebrâil Aleyhisselâm, yanında eşekten büyük katırdan küçük beyaz bir binekle (bu hayvanın adı Burak’tır) geldi ve bana:
– ‘Bininiz’ dedi.
Hayvan sevincinden hareketlendi. Cebrâil Aleyhisselâm hayvanı durdurarak, beni üzerine bindirdi. Beraberce oradan ayrıldık. Bu hayvan, gözünün gördüğü son yere kadar adımını atıyordu. Hurma ağaçlarının olduğu bir yere vardık. Cebrâil Aleyhisselâm beni indirdi ve:
– ‘Burada Namaz kılınız’ dedi.
Ben de namaz kıldım. Tekrar bindik. Bana dedi ki:
– ‘Nerede namaz kıldığınızı biliyor musunuz?’
– ‘Allâh bilir’ dedim.
– ‘Yesrip’te (Medîne’de) namaz kıldın’ dedi. Oradan ayrıldık.
Tekrar o havyan, gözünün gördüğü son yere kadar adımını atıyordu. Tâ ki bir yere vardık ve Cebrâil Aleyhisselâm bana:
– ‘İniniz ve namaz kılınız’ dedi.
Ben de inip, namaz kıldım. Tekrar bindik. Bana dedi ki:
– ‘Nerede namaz kıldığınızı biliyor musunuz?
– ‘Allâh bilir.’ dedim.
– ‘Mûsâ Aleyhisselâm’ın, Allâh’ın Kelâmını işittiği Tûr-i Sînâ Dağı’nda namaz kıldınız’ dedi. Tûr-i Sînâ Dağı; Mûsâ Aleyhisselâm’ın, Allâh’ın ezelî ve ebedî olan, sesle, harfle ve lügatle olmayan, hiçbir şeye benzemeyen Kelâm’ını işittiği yerdir.
Burak adındaki o hayvan, gözünün gördüğü son yere kadar adımını atıyordu. Tâ ki köşklerin göründüğü bir yere vardık. Cebrâil Aleyhisselâm bana:
– ‘İniniz ve namaz kılınız’ dedi.
Ben de inip, namaz kıldım. Tekrar bindik. Bana dedi ki:
– ‘Nerede namaz kıldığınızı biliyor musunuz?’
– ‘Allâh bilir’ dedim.
– ‘Şuayb Peygamberin şehri olan Medyen’de namaz kıldınız’ dedi.
Tekrar, Burak adındaki o hayvan gözünün gördüğü son yere kadar adımını atıyordu. Tâ ki köşklerin göründüğü bir yere vardık. Cebrâil Aleyhisselâm, bana:
– ‘İniniz ve namaz kılınız’ dedi.
Ben de inip, namaz kıldım. Tekrar bindik. Bana dedi ki:
– ‘Nerede namaz kıldığınızı biliyor musunuz?’
– ‘Allâh bilir’ dedim.
– ‘Meryem Aleyhesselâmın oğlu Îsâ Aleyhisselâm’ın doğduğu Beyt-u Lehm’de namaz kıldınız’ dedi.
Tekrar yolumuza devam ettik, tâ ki Kudüs şehrinin, Yemâni kapısından girene kadar. Cebrâil Aleyhisselâm, mescidin kıble tarafına gitti ve bineği oraya bağladı. Güneş’in ve Ay’ın ışıklarının geçtiği bir kapıdan içeri girip, Allâh’ın dilediği yerde namaz kıldım.”
Allâh-u Teâlâ, o gecede Âdem Peygamberimizi ve ondan sonra gelen bütün Peygamberleri Beytu’l Makdis’te topladı. Peygamber Efendimiz onlara imâm olarak iki rek’at (rekât) sünnet namazı kıldırdı.
İmâm Nesâî’nin rivâyet ettiği bir Hadîs-i Şerîf’te Peygamber Efendimiz meâlen şöyle buyuruyor: “Sonra Beytu’l Makdis’e girdim. Bütün Peygamberler orada toplanmıştı. Cebrâil Aleyhisselâm, beni imâmlık yapmam için öne götürdü ve bütün Peygamberlere iki rekât sünnet namazı kıldırdım. Daha sonra Cebrâil Aleyhisselâm ile beraber semâya yükseldik.”
PEYGAMBER EFENDİMİZİN İSRÂ’DA GÖRMÜŞ OLDUĞU İLGİNÇ OLAYLARDAN BÂZILARI
1- Peygamber Efendimiz, Beytu’l Makdis’e giderken dünyayı yaşlı ve çirkin bir kadın suretinde görmüştür.Burada mecaz olarak;artık dünyanın kıyamete yaklaştığını ve ömrünü tamamlamak üzere olduğunu bildirmiştir.
2- Yol kenarında bekleyen ve kendisini yanına çağıran birini gördü. O gördüğü ise İblîs idi.
İblîs önce Müslüman cinlerdendi. Sonra Allâh’a itirazından dolayı küfre girmiştir.
Allâh-u Teâlâ bu Âyet-i Kerîme’de meleklere, Âdem’e (saygı niyetiyle) secde etmelerini emrettiğinde secde ettiklerini, fakat cinlerden olan İblîs’in, Allâh’ın emrine karşı çıktığını, bunun sonucunda ise, âsîlerden olduğunu bildiriyor.
Not: Daha önceki şerîatlerde bir kişinin başka bir kişiye saygı niyetiyle secde etmesi câizdi. Fakat Peygamber Efendimiz’in şerîatinde bu, câiz değildir.
3- Peygamber Efendimiz, Firavun’nun kızının saç tarayıcısı olan kadın ve çocuklarının kabri üzerinden geçerken, çok güzel bir koku aldı. O, yani Mâşita(saç tarayıcısı) mü’min ve sâliha bir kadındı. Onun kıssası şöyle anlatılmaktadır: Mâşita bir gün Firavun’nun kızının saçını tararken tarağı elinden düşürdü ve “Bismillâh” diyerek yerden aldı. Firavun’nun kızı ona: “Senin babamdan başka Rabb’in mi var?” diye sordu. Mâşita, Firavun’nun kızına; ”Rabb’im ve babanın Rabb’i Allâh’tır” diye cevap verdi. Firavun’un kızı babasına olanları anlattı. Firavun, Mâşita’dan dîninden dönmesini istedi. Mâşita, Firavun’nun bu isteğini kabul etmeyince, Firavun, onu ve çocuklarını içerisine atmak için yağlı kaynar su hazırlattı. Firavun, Mâşita’nın çocuklarını tek tek suya attırmaya başladı. Mâşita, çocuklarının kaynar suda etlerinin kemiklerinden ayrıldığını görmesine rağmen, aslâ dîninden tâviz vermedi. Firavun’un tehditlerinden etkilenmedi ve “Lâ İlâhe İllallâh” demeyi sürdürdü. Sıra kundaktaki bebeğin suya atılmasına gelince bebek, annesine şöyle seslendi: ”Ey Anneciğim! Sabret, Âhiret’in azâbı dünyâ azâbından daha şiddetlidir. Sen, hak yoldasın. Sakın bu yoldan dönme.” Kadın da hiç tereddüt etmeden “Lâ İlâhe İllallâh” demeyi sürdürdü ve bunun üzerine Mâşita, Firavun’a dedi ki: ”Senden bir isteğim var. Kemiklerimizi toplayıp, hepimizi bir yere defnet” Firavun da; “İsteğini yerine getireceğim” dedi ve Mâşita ile bebeğini kaynar suya attırdı. Mâşita ve çocukları da şehîd olarak vefât ettiler.
İşte Peygamber Efendimiz’in, İsrâ’ yolculuğunda iken almış olduğu miskten daha güzel olan koku, Mâşita ve çocuklarının defnedildiği yerden gelen kokuydu.
Tenbîh: Buradan sonraki maddelerde geçen olaylar, bahsedilen kişilerin Âhiret’teki durumlarının birer temsili misâllerinin peygamber efendimize gösterilmesidir.
4- Peygamber Efendimiz, iki gün içinde hem ekip hem de ektiğini biçen bir kavim gördü. Cebrâil Aleyhisselâm, Peygamber Efendimiz’e: “Bunlar, Allâh yolunda cihâd edenlerdir” dedi.
5- Dudakları ve dilleri ateşten makaslarla kesilen insanlar gördü. Cebrâil Aleyhisselâm, Peygamber Efendimiz’e: “Bunlar, fitnecilerdir. Fitne ve şer olan şeyleri insanlara anlatanlardır” dedi.
6- Bir boğanın küçük bir delikten çıkıp, tekrar aynı deliğe dönmek istediğini ama bunu yapamadığını gördü. Cebrâil Aleyhisselâm, Peygamber Efendimiz’e: “Bunlar, insanlar arasında fesâda götürecek ve insanlara zarar verecek sözleri söyledikten sonra sözlerini geri almak isteyen ama bunu başaramayanlardır” dedi.
7- En’âm (deve, inek ve koyun) gibi dolaşan ve sadece avret yerlerinde ufak yamalar bulunan insanları gördü. Cebrâil Aleyhisselâm, Peygamber Efendimiz’e: “Bunlar, zekâtı vermeyenlerdir” dedi.
8- Kafaları parçalandıktan sonra tekrar eski haline gelen bir kavim gördü. Cebrâil Aleyhisselâm, Peygamber Efendimiz’e: “Bunlar, üşengeçliklerinden ötürü namazı terk edenlerdir.” dedi.
9- Leziz ve taze et bulunmasına rağmen, kokuşmuş etten yemek için birbirlerini iten bir kavim gördü. Cebrâil Aleyhisselâm, Peygamber Efendimiz’e: “Bunlar zinâ yapanlardır” dedi.
10- Zinâ yapan insanlardan çıkan irini içen insanları gördü. Cebrâil Aleyhisselâm, Peygamber Efendimiz’e: “Bunlar, dünyadayken haram olan içkiyi içenlerdir” dedi.
11- Yüzlerini ve göğüslerini bakırdan tırnaklar ile tırmalayan bir kavim gördü. Cebrâil Aleyhisselâm, Peygamber Efendimiz’e: “Bunlar, insanların gıybetini yapanlardır” dedi.
Mİ’RÂC
Mi’râc reddedilemez derecede sahîh olan Hadîs-i Şerîf’lerle sabittir. Fakat Kur’ân-ı Kerîm’de bu konuyla ilgili açık bir Âyet yoktur. Ancak bu konuyla ilgili açığa yakın bir Âyet-i Kerîme vardır.
Anlamı: ”Muhakkak ki, onu (Cebrâil’i) Sidratü’l Müntehâ’nın yanında bir defa daha görmüştür. Cennetü’l Me’vâ onun (Sidratü’l Müntehâ) yanındadır.”
Bir kimse, Âyet-i Kerîme’de geçen وَلَقَدْ رَاٰهُ “Görmüştür” kelimesini “Rûyâda görmüştür” olarak açıklarsa, ona denilir ki; “Bu bir te’vîldir (zâhirinden başka bir yorumdur).”
İmâm Fahruddîn Er Râzi’nin “El Mahsul” adlı kitabında dediği gibi: “Bir Âyet-i Kerîme’yi, akla göre kesin bir delîl ya da açık bir Âyet-i Kerîme veya sâbit bir Hadîs-i Şerîf bulunmaksızın, zâhirinden başka yorumlamak câiz değildir.” Bu te’vîlde ise böyle bir delîl yoktur.
İmâm Müslim’in rivâyet ettiği İsrâ’ ve Mi’râc ile ilgili Hadîs-i Şerîf’inde, Allâh’ın Rasûlü Sallallâhu Aleyhi Ve Sellem meâlen şöyle buyuruyor: “Sonra Cebrâil Aleyhisselâm beni semâya yükseltti.
Cebrâil Aleyhisselâm birinci semânın kapısını çaldı.
– ‘Sen kimsin?’ denildi.
– ‘Ben Cebrâil’ dedi.
– ‘Yanında kim var?’ denildi.
– ‘Muhammed Aleyhisselâm’ dedi.
– ‘Mi’râca çağırıldı mı ?’ diye sordular.
– ‘Evet’ dedi.
Bize kapı açıldı ve Âdem Aleyhisselâm’ı gördüm. Benimle merhabalaştıktan sonra bana hayır ile duâ etti.
Sonra ikinci semâya yükseltildim. Cebrâil Aleyhisselâm semânın kapısını çaldı.
– ‘Sen kimsin?’ denildi.
– ‘Ben Cebrâil’ dedi.
– ‘Yanında kim var?’ denildi.
– ‘Muhammed Aleyhisselâm’ dedi.
– ‘Mi’râca çağırıldı mı?’ diye sordular.
– ‘Evet’ dedi.
Bize kapı açıldı, teyze oğulları olan Meryem’in oğlu Îsâ Aleyhisselâm’ı ve Zekeriyyâ’nın oğlu Yahyâ Aleyhisselâm’ı gördüm. Benimle merhabalaştıktan sonra bana hayır ile duâ ettiler.
Sonra üçüncü semâya yükseltildim. Cebrâil Aleyhisselâm semânın kapısını çaldı.
– ‘Sen kimsin?’ denildi.
– ‘Ben Cebrâil’ dedi.
– ‘Yanında kim var?’ denildi.
– ‘Muhammed Aleyhisselâm’ dedi.
– ‘Mi’râca çağırıldı mı?’diye sordular.
– ‘Evet’ dedi.
Bize kapı açıldı, Yûsuf Aleyhisselâm’ı gördüm. Benimle merhabalaştıktan sonra bana hayır ile duâ etti.
Sonra dördüncü semâya yükseltildim. Cebrâil Aleyhisselâm semânın kapısını çaldı.
– ‘Sen kimsin?’ denildi.
– ‘Ben Cebrâil’ dedi.
– ‘Yanında kim var?’ denildi.
– ‘Muhammed Aleyhisselâm’ dedi.
– ‘Mi’râca çağırıldı mı?’ diye sordular.
– ‘Evet’ dedi.
Bize kapı açıldı, İdrîs Aleyhisselâm’ı gördüm. Benimle merhabalaştıktan sonra bana hayır ile duâ etti.
Allâh-u Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyuruyor:
﴾ وَرَفَعْنَاهُ مَكَانًا عَلِيًّا ﴿
(Meryem Sûresi 57)
Allâh-u Teâlâ bu Âyet-i Kerîme’de İdrîs Peygamberimizi değerli ve yüksek bir yere yükselttiğini bildiriyor.
Sonra beşinci semâya yükseltildim. Cebrâil Aleyhisselâm semânın kapısını çaldı.
– ‘Sen kimsin?’ denildi.
– ‘Ben Cebrâil’ dedi.
– ‘Yanında kim var?’ denildi.
– ‘Muhammed Aleyhisselâm’ dedi.
– ‘Mi’râca çağırıldı mı?’ diye sordular.
– ‘Evet’ dedi.
Bize kapı açıldı, Hârûn Aleyhisselâm’ı gördüm. Benimle merhabalaştıktan sonra bana hayır ile duâ etti.
Sonra altıncı semâya yükseltildim. Cebrâil Aleyhisselâm semânın kapısını çaldı.
– ‘Sen kimsin?’ denildi.
– ‘Ben Cebrâil’ dedi.
– ‘Yanında kim var?’ denildi.
– ‘Muhammed Aleyhisselâm’ dedi.
– ‘Mi’râca çağırıldı mı?’ diye sordular.
-‘Evet’ dedi.
Bize kapı açıldı, Mûsâ Aleyhisselâm’ı gördüm. Benimle merhabalaştıktan sonra bana hayır ile duâ etti.
Sonra yedinci semâya yükseltildim. Cebrâil Aleyhisselâm semânın kapısını çaldı.
– ‘Sen kimsin?’ denildi.
– ‘Ben Cebrâil’ dedi.
– ‘Yanında kim var?’ denildi.
– ‘Muhammed Aleyhisselâm’ dedi.
– ‘Mi’râca çağırıldı mı ?’ diye sordular.
– ‘Evet’ dedi.
Bize kapı açıldı, İbrâhim Aleyhisselâm’ı, sırtı Beyt-ül Ma’mûr’a dayalı olarak gördüm. Beyt-ül Ma’mûr’a her gün bir daha geri dönmemek üzere 70.000 melek girip çıkmaktadır.
Sonra beni Sidratü’l Müntehâ’ya götürdü. Yaprakları filin kulakları, meyveleri ise büyük fıçı (testi) kadar idi. Allâh-u Teâlâ, onu o kadar güzel yaratmıştır ki, hiç kimse onu vasfedemez.
Allâh-u Teâlâ bana vahyedip üzerime gece ve gündüzde 50 vakit namaz farz kıldı. Mûsâ Aleyhisselâm’ın yanına indim. Bana:
– ‘Rabb’in ümmetine ne farz kıldı?’ diye sordu.
– ‘50 vakit namaz’ dedim. Mûsâ Aleyhisselâm bana:
– ‘Rabb’inin Kelâmını (ezelî ve ebedî olan, sesle, harfle ve lügatle olmayan, hiçbir şeye benzemeyen) işittiğin yere dön ve farzları hafifletmesi için O’na duâ et, çünkü senin ümmetin bunu yapamaz. Ben, İsrâîloğullarını denedim (onlar yapamadılar)’ dedi.
Ben de o yere döndüm ve Rabb’ime ümmetimin üzerinden namazın vakitlerini hafifletmesi için duâ ettim. Emrettiğinden beş vakit indirdi. Tekrar Mûsâ Aleyhisselâm’ın yanına döndüm ve ona, namazı beş vakit indirdiğini söyledim.
– ‘Ümmetin bunu yapamaz, Rabb’inin Kelâmını işittiğin yere dön ve daha da hafifletmesi için duâ et’ dedi.
Allâh’ın Rasûlü; ”Zamandan ve mekândan münezzeh olan hiçbir şeye benzemeyen Allâh’ın Kelâmını işittiği yer ile Mûsâ Aleyhisselâm arasında gidip geliyordum.
Tâ ki Allâh-u Teâlâ bana meâlen:
– ‘Ey Muhammed! Senin ümmetine gece ve gündüzde beş vakit namaz farz kılındı. Her namaz için on vakit sevâbı vardır. Bundan dolayı beş vakit namaz kılana 50 vakit namaz sevabı verilir. Ve her kim kalbinden bir iyilik yapmayı geçirip, bunu yapmasa bile, ona bir sevap yazılır. Eğer o iyiliği yaparsa ona on sevap yazılır. Ve her kim kalbinden bir günâh yapmayı geçirir, ancak bunu yapmazsa, ona bir sevap yazılır. Eğer o günâhı yaparsa, ona bir günâh yazılır.’ bildirdi.
Daha sonra Mûsâ Aleyhisselâm’ın yanına inince, onu olanlardan haberdar ettim. Mûsâ Aleyhisselâm da bana:
– ‘Rabb’inin Kelâmını işittiğin yere dön ve hafifletmesi için tekrar duâ et’ dedi.
-‘Allâh’tan daha fazlasını istemeye utanınca oradan döndüm’ dedim.”
Burada Peygamber efendimizin elli vakit olan namazı dua edip beş vakit namaza kadar indirmesinin hikmeti şudur.Allâh Resulu bizlere Allah’a dua etmemiz gerektiğini,duanın ne kadar önemli bir husus olduğunu öğretmesi içindir.Haşa bazı cahillerin söylediği gibi değildir.Diyorlarki;Muhammed Allah ile pazarlıkmı yapıyor haşa.Bu doğru değildir.
Tenbîh: Allâh-u Teâlâ her şeyi bilendir; O’nun takdîri değişmez. O (Allâh-u Teâlâ), ezelde Peygamber Efendimiz’in ümmetine beş vakit namazın farz kılınacağını takdîr etmiştir.
ÖNEMLİ BİR MESELE
Bilinmesi gerekir ki, yedi kat semâları ve tüm mekânları yaratan, Allâh’tır. Allâh-u Teâlâ mekânları yaratmadan önce, mekânsız olarak var idi. Allâh’ın bir yerde ya da zatıyla her yerde mevcut olduğuna i’tikâd etmek (inanmak) câiz değildir. Bu inanç küfürdür (kişiyi İslâm’dan çıkarır). Allâh’ın gökte olduğuna, Arş’ın üzerinde oturduğuna, boşluğun içinde eridiğine, bize mesafe bakımından yakın ya da uzak olduğuna i’tikâd etmek (inanmak), kişiyi İslâm’dan çıkarır. Allâh-u Teâlâ böyle şeylerden münezzehtir. Her kim böyle bir şeye inanırsa küfre düşer, îmânından olur.
İmâm Ebû Mansûr El Bağdâdî’nin “El-Farku Beyne’l Firâk” adlı kitabında rivâyet ettiğine göre, İmâm Ali Radiyallâhu Anh şöyle buyurdu: ”Allâh, hiçbir mekân yok iken mekânsız olarak vardı ve mekânları yarattıktan sonra da mekânsız olarak vardır.’’
Allâh’ın herhangi bir yönde mevcut olduğuna i’tikâd etmek (inanmak) insanı dinden çıkarır. İmâm Ebû Câfer Et Tahâvî, “Et Tahâvî Akîdesi” adlı kitabında şöyle diyor: “Allâh-u Teâlâ altı yönden münezzehtir.” Altı yön şunlardır; yukarı, aşağı, sağ, sol, ön ve arka.
Bazı cahil olan insanlar diyorlar ki: “Peygamberimiz öyle bir yere ulaşmıştı ki, orası Allâh-u Teâlâ’nın merkeziydi.”
Bazıları da diyorlar ki: “Peygamberimiz, Allâh ile buluşmak veya görüşmek için Allâh’ın yanına çıktı.” Bu gibi sözler apaçık dâlalet ve küfürdür (kişiyi imândan çıkarır). Çünkü Allâh-u Teâlâ mekânsız olarak vardır.
Halk arasında yaygın olan ve içinde Allâh’a mekân isnâd edilen kitaplardan sakınmalıyız. Bu konularda uyarıcı olmak farzdır. İnsanları uyarmamız gereken kitaplardan biri de; İbn-i Abbâs’ın yazmadığı halde, ona isnâd ettikleri “Mi’râc Kitabı” adlı kitaptır. Buna benzer kitaplardan da insanları uyarmak farzdır.
Mİ’RÂC’DAN KASTEDİLEN ŞEY NEDİR?
Mi’râc’dan kasıt, Allâh’ın Rasûlü’nün ulvî âlemdeki ilginç olan şeyleri görmekle şereflendirilmesidir. Bu onun derecesinin ne kadar yüksek olduğunun göstergesidir. Böyle bir mucize hiç bir peygambere verilmemiştir.
PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN Mİ’RÂC’DA GÖRDÜĞÜ
İLGİNÇ OLAYLARDAN BÂZILARI
1- Cehennem bekçisi Mâlik Aleyhisselâm: Peygamber Efendimiz’in Mi’râc Gecesi’nde gördüğü acayip şeylerden biri de Cehennem’in bekçisi Mâlik’tir. Mâlik Aleyhisselâm, Peygamber Efendimiz’in yüzüne hiç gülmedi. Peygamber Efendimiz, Cebrâil’e:
– “Neden diğer Melekler gibi yüzüme gülmedi?” diye sordu. Cebrâil:
– “Allâh-u Teâlâ Mâlik Aleyhisselâm’ı yarattığından beri hiç kimseye gülmedi. Eğer birine gülmüş olsaydı, sana gülerdi” dedi.
2- Beytü’l Ma’mûr: Yedinci semâda Beytü’l Ma’mûr’u gördü. O, Kâbe gibi müşerref bir evdir. Gökteki melekler için yerdekilerin Kâbe’si gibidir. Her gün 70.000 melek oraya girip namaz kılarlar ve bir daha geri dönmemek üzere çıkarlar.
Burada hatırlatılması gereken önemli bir konu: Melekler nûrdan yaratılmışlardır; ne erkek, ne de dişidirler; yemezler, içmezler, evlenmezler; Allâh’ın emirlerine asla karşı gelmezler ve Allâh’ın emrettiklerini yaparlar. Onların sayısını Allâh’tan başka hiç kimse bilmez.
3- Sidratü’l Müntehâ: O, büyük bir ağaçtır. O kadar güzeldir ki, güzelliği, tam olarak vasfedilemez (târif edilemez). Etrafını altından kelebekler doldurmuştur. Gövdesi altıncı semâda olup, yedinci semânın üzerine ulaşır. Peygamber Efendimiz onu yedinci semâda görmüştür.
4- Cennet: O, yedi semânın üstündedir. Allâh-u Teâlâ, Cennet’te sâlih kulları için, hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiç kimsenin hayal dahi edemediği nimetler hazırlamıştır. Müslüman olarak ölen herkes Cennet’e girecektir.
İmâm Müslim’in rivâyet ettiği bir Hadîs-i Şerîf’te Peygamber Efendimiz, Cennet Ehli’nin Cennet’e girdikten sonraki hallerinden bize şöyle haber vermiştir: ”Cennet’ten bir ses (bir meleğin sesi) şöyle der: ‘Ey Cennet Ehli! Her zaman sıhhatli kalacaksınız, hiç hastalanmayacaksınız, yaşayacaksınız hiç ölmeyeceksiniz, genç bir halde kalacaksınız hiç yaşlanmayacaksınız ve nimetlerin tadını çıkaracaksınız, hiç üzüntüye kapılmayacaksınız.’
Bu konuda Allâh-u Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyuruyor:
Anlamı: ”Onlara,’İşte size Cennet, yapmış olduğunuz iyi amellere karşılık ona vâris kılındınız.’ diye seslenilir.”
Peygamber Efendimiz Cennet’te hûrîleri görmüştür. Cebrâil Aleyhisselâm, Peygamber Efendimiz’den onlara selâm vermesini istedi. Onlar da şöyle cevap verdiler: ”Biz hûrîleriz; güzel ve iyiyiz, değerli kavmin hanımlarıyız.”
Cennet’te Vildânu’l Muhalledûn’u gördü. Onlar, ne melek, ne cin ne de insan olan varlıklardır. Allâh, onları Cennet Ehli’ne hizmet etmeleri için, annesiz ve babasız birer inci tanesi gibi yaratmıştır. Cennet Ehli’nden olan herkes için en az 10.000 tane vardır. Ellerinde, altından ve gümüşten tepsiler taşımaktadırlar ve hizmet edecekleri cennet ehlini beklemektedirler.
5- Arş: Peygamber Efendimiz, yaratılmışların en büyüğü olan Arş-ı Alâ’yı gördü. Etrafı meleklerle doluydu. Bu meleklerin sayısını Allâh-u Teâlâ’dan başka hiç kimse bilmez. Arş’ın, karyola gibi ayakları vardır ve onu dört tane büyük melek taşımaktadır. Kıyâmet Günü’nde bu meleklerin sayısı sekiz tane olacaktır.
Allâh’ın Rasûlü, bu meleklerin her birinin kulak memesi ile omuzu arasındaki mesafenin, çok hızlı uçan bir kuşun inişiyle, 700 yıllık mesâfe olduğunu bildirdi. Kürsü’nün, Arş’a oranla büyüklüğü ise, çöle atılmış küçük bir halka gibidir.
Peygamber Efendimiz bir Hadîs-i Şerîf’lerinde meâlen şöyle buyuruyor: “Yedi kat yer ile yedi kat gök, Kürsü’nün yanında çöle atılmış bir halka gibidir. Kürsi ise, Arş’ın yanında çöle atılmış bir halka gibidir.”
Allâh-u Teâlâ Arşı, sudan sonra yaratmıştır. Ondan sonra Kalemu’l A‘lâ, sonra Levh-i Mahfûz’u yarattı. Allâh-u Teâlâ, daha sonra Kalemu’l A‘lâ’nın Levh-i Mahfûz’a Kıyâmet’e kadar olacak şeyleri yazmasını emretti. Bundan 50.000 sene sonra da gökleri ve yerleri yarattı.
İmâm Ebû Mansûr El Bağdâdî”El Farku Beyne’l Firâk” adlı kitabında rivâyet ettiğine göre; İmâm Ali Radiyallâhu Anh şöyle buyurdu: ”Allâh, Arş’ı, kudretinin azametini göstermek için yaratmıştır. Kendisine mekân edinmek için değil.”
Allâh’ın, Arş’ın üzerinde oturduğuna i’tikâd eden (inanan) kişi küfre düşer. Çünkü hiçbir şeye benzemeyip, bütün noksan sıfatlardan münezzeh olan Allâh, mekânsız olarak vardır.
6- Peygamber Efendimiz’in kalem seslerinin duyulduğu yere ulaşması: Peygamber Efendimiz, Sidratü’l Müntehâ’dan sonra Cebrâil Aleyhisselâm’dan ayrıldı ve meleklerin Levh-i Mahfûz’dan alıp kendi defterlerine yazmış olduğu hususları yazarlarken, kalemlerinden çıkan seslerin duyulduğu yere ulaştı.
Tenbîh: Cebrâil Aleyhisselâm, Peygamberimiz’in yanından ayrılırken “Buradan ileriye gidersem yanarım” sözünü söylememiştir. Bu söz, bazı kişilerin iftiralarındandır.
7- Peygamber Efendimiz’in, Allâh’ın ezelî ve ebedî olan Kelâm’ını işitmesi: Hak yolda olan âlimlerin, tamamının görüşüne göre Allâh-u Teâlâ’nın Kelâm sıfatı keyfiyyetsizdir. O’nun Kelâmı’nın başlangıcı ve sonu yoktur, yaratılmışların kelâmına benzemez. Bütün noksan sıfatlardan münezzeh olan Allâh-u Teâlâ’nın Kelâm’ı; ses, harf ve lügat ile değildir. Peygamber Efendimiz, Allâh-u Teâlâ’nın hiçbir şeye benzemeyen, ezelî olan, ses, harf ve lügat olmayan Kelâm’ını işitmiştir.
O mübârek gecede Allâh-u Teâlâ, hiçbir şeye benzemeyen ezelî ve ebedî olan Kelâm’ını, Peygamber Efendimiz’in duymasına mâni olan mânevî engeli kaldırmıştır.
Peygamber Efendimiz, Sidratü’l Müntehâ’nın üstünde bir yerde iken, Allâh-u Teâlâ’nın, hiçbir şeye benzemeyen ezelî ve ebedî olan Kelâm’ını işitmiştir. Orası asla günah işlenmeyen ve sadece meleklerin Allâh’a ibâdet ettikleri yerdir. Fakat yanlışlıklar içeren bazı kitaplarda, bu yerin sonunda Allâh’ın bulunduğu iddia edilmektedir. Bu iddia kesinlikle doğru değildir ve küfürdür (kişiyi imândan çıkarır) çünkü Allâh-u Teâlâ mekânsızdır.
8- Peygamber Efendimiz’in, Allâh-u Teâlâ’yı, başındaki gözlerle değil, kalbiyle görmesi: Allâh-u Teâlâ’nın, Peygamberine Mi’râc gecesinde ikram ettiği şeylerden biri de, Peygamberinin kalbindeki manevî engeli kaldırıp, kalbinde görme gücü yaratmasıdır. Bundan dolayı ki Peygamber Efendimiz kalbiyle Allâh’ı görmüştür. Yani Allâh-u Teâlâ, Peygamber Efendimiz’in kalbinde görme gücünü yaratmıştır.
Çünkü Allâh-u Teâlâ, fâni olan gözle (dünyadaki gözle) görülemez. Peygamber Efendimiz bir Hadîs-i Şerîf’inde meâlen şöyle buyuruyor: “Biliniz ki, ölmeden Allâh-u Teâlâ’yı göremeyeceksiniz.”
Ancak Allâh, Âhiret’te bâki olan ve fâni olmayan gözle görülür. Allâh’a ve Rasûlü’ne îmân edenler, hiçbir şeye benzemeyen Allâh’-u Teâlâ’yı, yön ve mesâfe olmaksızın görürler.
İmâm Buhârî ve başkalarının rivâyet ettiği bir Hadîs-i Şerîf’te Peygamber Efendimiz meâlen şöyle buyuruyor:
“Siz Kıyâmet Günü’nde, Rabb’inizi göreceksiniz; gördüğünüzde hiç şüphe etmeyeceksiniz. Nasıl ki Bedir gecesinde dolunay görüldüğü zaman, hiç şüphe etmeden ‘Bu dolunaydır’ diyorsanız, Allâh-u Teâlâ’yı gördüğünüzde de hiç şüphe etmeden, Rabb’imizdir’ diyeceksiniz.”
Allâh’ın Rasûlü, Rabb’imizi dolunaya benzetmemiştir. Buradaki kasıt şudur: Nasıl ki dolunay görüldüğünde, kesin olarak dolunay olduğu biliniyorsa, Allâh-u Teâlâ görüldüğünde de şek ve şüphe olmadan O olduğu bilinir.
İmâm Müslim’in rivâyet ettiğine göre, İbn-i Abbâs, şöyle buyurdu: “Allâh’ı kalbiyle gördü.”
Bu konuda anlatılması gereken şeylerden biri de, Peygamber Efendimiz’in, Allâh-u Teâlâ’yı görmesi ve Allâh-u Teâlâ’nın Kelâm’ını duyması olaylarının aynı anda geçekleşmediğidir. Yani görmenin ayrı, işitmenin ayrı olduğudur.
Anlamı: ”Allâh-u Teâlâ, bir insanla (peygamberlerle) ancak vahiy yoluyla veya mânevî engel ile tekellüm eder (yani Peygamber; Allâh’ı görmeden, O’nun ezeli ve ebedi olan kelâmını işitir), yahut bir elçi gönderir.”
9- Peygamber Efendimiz’in, Cebrâil Aleyhisselâm’ı gerçek sûretinde görmesi: Peygamber Efendimiz, Cebrâil Aleyhisselâm’ı gerçek sûretinde ilk defa Mekke’de görmüştür. Onu görünce bayılmıştır. (Efendimiz’in bayılması korkudan değil, Cebrâil Aleyhisselâm’ı asıl yaradılışı üzere, çok büyük ve acayip bir şekilde görmüş olmasından dolayıdır.) Bu mübârek gecede ise Cebrâil Aleyhis¬selâm’ı ikinci defa gerçek yaratılışı üzere görmüştür. Ancak bu sefer bayılmamıştır. Çünkü Mi’râca çıkmadan önce Efendimiz’in göğsü açılıp kalbi yıkanmıştır
İmâm Müslim’in rivâyet ettiğine göre, Âişe Radiyallâhu Anhâ, Allâh-u Teâlâ’nın;
Anlamı: ”Sonra (Muhammed’e) yaklaştı, iki yay arası kadar, hatta daha da yakın oldu.” Âyet-i Kerîmeler’ini tefsîr ederken şöyle diyor: ”O (Peygamberimize yaklaşan) Cebrâil idi. Ona (Peygamberimize) geliyordu. Bu sefer de gökyüzünü kapatan gerçek sûretiyle gelmiştir.“
Buna dayanarak diyoruz ki, yukarıda zikredilen En-Necm Sûresi’nin 8. ve 9. Âyet-i Kerîmeleri’nin meâli şu şekildedir: “Sonra (Muhammed’e) yaklaştı, iki yay arası kadar, hatta daha da yakın oldu.”
Bu Âyet-i Kerîme’de geçen “yaklaşma” Cebrâil Aleyhisselâm’ın Peygamber Efendimiz’e yaklaşmasıdır; yaklaşanın Allâh-u Teâlâ olduğu mânâsında değildir.
Her kim, Allâh-u Teâlâ’nın, Peygamberimize mesafe bakımından yaklaştığına i’tikâd ederse (inanırsa) sapmış (kâfir) olur.
Ayrıca bu hadisi İmam Buharî –sahihinde-,İmam Beyhaki- Esma ve sıfat adlı kitabında-rivayet etmişlerdir.
Molla Gürani de tefsirinde şöyle buyurmuştur; Alimler Mirac’ta Peygamber efendimize yaklaşanın Cebrail olduğu konusunda icma etmişlerdir. Bunun aksini iddia eden dalalet içindedir.
Âyet-i Kerîmeler’in gerçek anlamı ise; Peygamber Efendimiz, Cebrâil Aleyhisselâm’ın gerçek şeklini ikinci defa gördüğünde, Cebrâil Aleyhisselâm’ın Peygamber Efendimiz’e yaklaşık iki yay kadar veya daha az yaklaşmış olmasıdır. Orada Cebrâil Aleyhisselâm, Peygamber Efendimiz’e 600 kanatlı olan gerçek sûretiyle görünmüştür.Bir kanadı yeryüzü ile gökyüzü arasını kapatacak büyüklüktedir.
İmâm Müslim’in rivâyet ettiğine göre Eş Şa’bî şöyle buyurdu: ”Âişe’nin yanında yaslanmış bir şekilde oturuyordum. Âişe bana dedi ki:
– ‘Kim bu üç şeyi iddia ederse, Allâh’a çok büyük bir iftira atmış olur.’
– ‘Nedir bunlar?’ diye sordum.
– ‘Kim Muhammed’in Allâh-u Teâlâ’yı, (baş gözüyle) gördüğünü iddia ederse, Allâh-u Teâlâ’ya çok büyük bir iftira atmış olur.’ dedi.
Yerimden doğruldum ve ona dedim ki:
-‘Ey mü’minlerin annesi! Bana yavaş yavaş anlat. Allâh-u Teâlâ şöyle buyurmadı mı?
﴿ وَلَقَدْ رَاٰهُ بِالْاُفُقِ الْمُبٖينِ ﴾
(Et-Tekvîr Sûresi 23)
Anlamı: “Muhakkak ki onu ufukta görmüştür.” ve
﴿ وَلَقَدْ رَاٰهُ نَزْلَةً اُخْرٰى ﴾
(En-Necm Sûresi 13)
Anlamı: “Onu bir defa daha görmüştür.”
Âişe vâlidemiz burada dedi ki:
-‘Bu Âyet-i Kerîmeler hakkında Allâh’ın Rasûlü’ne ilk soran bendim. Dedi ki: ‘O, Cebrâil’dir. Yaratılmış olduğu asıl sûrette iki defa görmüştüm.’
Âişe bana dedi ki: ‘Allâh-u Teâlâ’nın şöyle buyurduğunu işitmedin mi?’:
Anlamı: ”Allâh-u Teâlâ, bir insanla (peygamberlerle) ancak vahiy yoluyla veya mânevî engel ile tekellüm eder (yani Peygamber; Allâh’ı görmeden, O’nun ezeli ve ebedi olan kelâmını işitir), yahut bir elçi gönderir.”
Tekrar dedi ki:
– Ve her kim Allâh’ın Rasûlü’nün, Allâh-u Teâlâ’nın kitabından bir şeyi sakladığını iddia ederse, Allâh-u Teâlâ’ya çok büyük bir iftira atmış olur. Allâh-u Teâlâ, Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyuruyor:
Allâh-u Teâlâ bu Âyet-i Kerîme’de, Peygamber Efendimiz’in kendisine indirilenleri teblîğ etmesini emrediyor ve şayet yapmazsa, Allâh-u Teâlâ’nın elçiliğini yapmamış olacağını bildiriyor.
Tekrar dedi ki:
-Ve her kim gelecektekilerden haber verebileceğini iddia ederse Allâh-u Teâlâ’ya çok büyük bir iftira atmış olur. Allâh-u Teâlâ, Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyuruyor:
Anlamı: “Göklerde ve yerde, Allâh’tan başka kimse gaybı (geleceği) bilmez.”
PEYGAMBER EFENDİMİZ Mİ’RÂC’DAN DÖNDÜKTEN SONRA NELER OLDU?
Bazı âlimler olayı şöyle anlattılar: Peygamber Efendimiz’in Mekke’den Mescid-i Aksâ’ya gitmesi, oradan semâlara yükselmesi ve Mekke’ye geri dönmesi yaklaşık olarak gecenin üçte biri kadar olan bir vakitte gerçekleşmiştir. Peygamber Efendimiz bu durumu ilk önce Ümmü Hâni’e, daha sonra kâfirlere anlatmıştır. Ancak kâfirler Efendimiz’e inanmayıp onunla alay etmişlerdir.
Kureyş’ten bir grup insan hazırlanıp Ebû Bekir’e gittiler. Ona dediler ki:
– “Arkadaşının ne dediğini biliyor musun? Aynı gecede Mekke’den Mescid-i Aksâ’ya gidip, geri döndüğünü iddia ediyor.” Ebû Bekir onlara
– “Böyle mi dedi?”diye sordu.
– “Evet.” dediler.
– “Şehâdet ederim ki, o böyle söylemişse, doğrudur.”
– “Bir gecede Şam’a kadar gidip, sabah olmadan Mekke’ye döndüğünü doğruluyor musun? “diye sordular.
– “Evet, ben onun daha uzaklardan getirdiği haberlere de, göklerden getirdiği haberlere de inanıyorum.” dedi.
Ebû Seleme, bu olaydan sonra Ebû Bekir Efendimiz’in “Es Sıddîk” lakabı ile adlandırıldığını bildirmiştir.
Kâfirler, Peygamber Efendimiz’den Mescid-i Aksâ’yı vasfetmesini (özelliklerini anlatmasını) istediler. Çünkü Peygamberimiz’in, mescidi aksaya hiç gitmediğini biliyorlardı. Ebû Cehil kendi etrafındaki kişileri topladı.
Peygamber Efendimiz onlara Mescid-i Aksâ’da gördüklerini anlattı. O taraflara giden ve Mescid-i Aksâ’yı gören bazıları yemin ederek, onun tarifinin doğru olduğunu söylediler.
UYARI
Her kim, Allâh-u Teâlâ’nın bir cisim olduğuna, bir mekânda olduğuna ya da Allâh-u Teâlâ’nın zâtıyla Peygamberimiz’e yaklaştığına i’tikâd eder, yani inanırsa, hemen bu i’tikâdından (inancından) vazgeçip, İslâm’a girme niyetiyle Kelime-i Şehâdet’i getirmelidir. Çünkü bu şekilde inanan kişi, Allâh-u Teâlâ’yı yarattıklarına benzetmiş olur ve Kur’ân-ı Kerîm’i yalanlamış olur.
Anlamı: ”Allâh, hiçbir şeye benzemez; O, işiten ve görendir.”
İmâm Ebû Câfer Et Tahâvî, “Tahâvî Akîdesi” adlı kitabında şöyle buyuruyor: “Allâh-u Teâlâ cisimlerden, kenarlardan, yanlardan, büyük ve küçük organlardan münezzehtir.”
TENBÎH
“İsrâ’ ve Mi’râc” hâdisesinde, insanların dilinde olan ve bazı kitaplarda zikredilen yanlış bilgilerden korunmanız için sizleri aşağıdaki hususlarda bilgilendirmeyi kendimize bir vazîfe bildik.
Bunlardan birincisi namazdaki Tahiyyât hakkındadır.
Tahiyyât’ın Mi’râc’da vâcib kılındığı sözü yanlıştır çünkü Tahiyyât duâsı Mi’rac’dan sonra vâcib kılınmıştır.
Söylenilen yanlışlardan ikincisi de şudur: “Peygamber Efendimiz Mi’râc’da iken sıkılmış ve büyük sahâbe olan Ebû Bekr’i özlemiş. Onun özlemini gidermek için de Allâh-u Teâlâ, Peygamber Efendimiz’e Ebû Bekr’in sesiyle seslenmiştir.” Bu iddia Allâh-u Teâlâ’ya yakışmayan bir sıfat ve vasıf olduğundan dolayı, bunu söylemek ve buna inanmak küfürdür (kişiyi imândan çıkarır).
Yanlış olan hususlardan üçüncüsü ise: “Cebrâil Aleyhisselâm’ın vahiy aldığı yerde perdeyi açınca, Peygamber Efendimiz’i orada gördü.” ifadesidir. Cebrâil Aleyhisselâm’ın: “Vay be!… Vahyi ben senden burada alıp tekrar sana yeryüzüne indiriyorum.” sözü bâtıl ve küfürdür çünkü Peygamberimiz burada ilâh ilan edilmiş oluyor ki, bu da İslâm’a ve tevhîd inancına aykırıdır.
Yine Mi’râc’da geçtiği söylenen yanlış kıssalardan birini daha anlatalım. Mi’râc’da Peygamberimiz ve Cebrâil Aleyhisselâm öyle bir yere gelmişlermiş ki Cebrâil:
– “Ben bundan sonra seninle gelemem çünkü gelirsem yanarım.” demiş.
Bu sözün açıklamasını da şöyle yapmaktadırlar: “Cebrâil nûrdur; Allâh daha büyük bir nûrdur. Büyük nûr küçük nûru yakacağı için Cebrâil daha yukarıya çıkmak istememiştir.”
Bu söz Allâh’a ve meleklere atılan büyük bir iftirâdır. Buna inanıp îmân etmek kişiyi küfre düşürür (İslâm’dan çıkarır).
Mi’râc hadisesi hakkında atılan iftiralardan biri de şu şekildedir: “ Peygamber Efendimiz Mi’rac’da bir yere vardığında melekler ona ‘Dur içeri girme. Allâh salat ediyor (namaz kılıyor veya dua ediyor)’ dediler”.
Namaz kılmak ve ibadet etmek biz kullara has bir fiildir. Bizler, bizi yaratan Allâh’a ibadet eder ve O’nun rızası için namaz kılarız.
El-Ehzêb Sûresinin 56. Ayet-i Kerîme’sinde Allâh hakkında geçen “salât” kelimesi ise Allâh’ın Peygamber Efendimiz’in şanını yüceltmesi anlamındadır. Hâşâ Allâh’ın namaz kıldığı, dua ettiği veya ibadet ettiği anlamında değildir.
Ayrıca “Dur! İçeri girme” sözü de Allâh’ın bir mekânda olduğu anlamına gelir. Bu da Allâh’ı yaratılmışlara benzetmektir. Allâh mekansız olarak vardır.
Yine Mi’râc Gecesi’nde sevgili Peygamberimiz için, “Allâh-u Teâlâ’nın huzûruna kabul edildi”, “Allâh-u Teâlâ’nın huzûruna çıktı” gibi tâbirler kullanıyorlar.
Şüphesiz ki bu tâbir ve ifâdeler Yüce Allâh’ın mekânının olduğu, bu mekânın da yedinci gökte olan Sidre-i Müntehâ’nın üstünde bulunduğu manasına geldiği için küfürdür (İslâm’dan çıkarır).
Hele hele Efendimiz için “Gökleri aştı, Allâh’a ulaştı.”, “Gökleri aşarak, Allâh’ın katına ulaştı.” gibi sarf edilen sözler; düpedüz, Allâh’ın göklerin üstünde olduğunu, orayı mekân tuttuğu anlamına gelmesi bakımından küfürdür (İslâm’dan çıkarır).
Allâh bizleri bu gibi yanlış inanç ve i’tikâd bozukluklarından muhafaza eylesin.
Sevgili Müslümanlar!
Bu kitapta bahsedilen ve daha yüzlercesi olan bâtıl ve uydurma kıssalardan, hikâyelerden korunmamız gerekir. Bunlardan korunabilmemiz için ise üzerimize farz olan Din İlmini, din ilminde güvenilir olan alimlerden mutlaka öğrenmeliyiz.
Biliniz ki bizleri ancak doğru olan Din İlmi Cennet’e ulaştırır. Allâh-u Teâlâ bizleri Din İlmini gibi öğrenen, uygulayan ve öğretenlerden eylesin. ÂMÎN.
Dikkat! Üye/Üyeler ve ziyaretçiler suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, toplumca genel kabul görmüş kurallara aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde hiçbir İçeriği/yorumu Site’de paylaşmamalı. Bu tür içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk münhasıran, içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.