Hazreti Ali RadıyallâhuAnh’a ait olduğu rivayet edilen bir söz. Bir dizinin fragmanında gördüğüm sahnede geçen ve gerçekten çok etkileyici ve derunî bir söz: “İnsanların İçinden, İnsanlardan Bir İnsan Olmak.”
İnsan varlık âlemindeki en ilginç ve sorumlulukları olan bir varlıktır. Hemen hemen tüm bilimlerin konusu olan ve kendini bilimlere konu eden, merakı ve bilme isteğiyle hayatına yön veren bir varlıktır. Bu yönde bir yaradılışa sahip olması onun sürekli aktif olmasını sağlamaktadır.
Sosyologlar ve psikologlar insanı; biyolojik, psikolojik ve sosyal bir varlık şeklinde tanımlamışlardır. Gerçekten de insan yaşamına baktığımızda, bu üç yönü ile var olan başlı başına bir dünyadır. Biyolojik bir varlık olması, diğer canlılar gibi varlığını sürdürmesinde hayati ihtiyaçlarının karşılaması mecburiyetini ortaya çıkartmıştır.
Psikolojik bir varlık olması da yaşam alanındaki varlığının temel koşullarındandır. Sevgisi ve nefreti, savaşı ve barışı, ailesi ve arkadaşlığı, başarısı ve başarısızlığı, mutluluğu ve mutsuzluğu hep psikolojik özelliklerindendir.
Sosyal bir varlık olması ise sadece kendine, yani insana has bir özelliktir. Sosyallik diğer bir ifadeyle insanoğlunun toplumsallığıdır. Geçmiş bir birliktelik ve ülkü etrafında bir araya gelen insanlar topluluk oluştururlar. Bu topluluğu gidebildiği yere kadar muhafaza ederler. İşte bunu muhafaza etmeleri, nesilden nesile aktardıkları kültürlerisosyalleşmeleri doğrultusunda olmaktadır. İşte tam da burada Hazreti Ali’nin sözünün dikkate alınması gerekir: “İnsanların İçinden, İnsanlardan Bir İnsan Olmak.”
Temel noktası “insan” olan hayatımızın “temeli” ne kadar sağlam? Ne kadar nasiplendik bu temelden ve nasiplenmelere vesile olduk? Kendimiz olmayı ne kadar başarabildik? Bize, biz gibi yaklaşmayanlara “biz” olabildik mi? Konuşmalarımızı sessizliğe büründürüp çığlıklardan uzak bir volkan olabildik mi? Bir şeyi anlamadan, dinlemeden ve yargılamadan önce vicdan mahkemesine gittik mi? Ya korkulara bürünmeden ve büründürmeden nefes olabildik mi insanlara? İnsan olma durağına giderken insanlara rahatsızlık veren tüm duygu, düşünce ve davranışları barındıran istasyonlara uğramadan transit geçebildik mi?
Bir kere de olsa hadsizliğimizi ve haksızlığımızı ikrar edebildik mi? Vicdan ve merhamet duygularıyla yaklaştık mı hiç yüz yüze geldiklerimizle? Peki, kırdığımız kişilerden hiç özür dileyebildik mi? Olumsuz tavır ve yaşantı içerisinde bir anda kendimize gelerek sahte gözyaşları ya da rol icabı ses tonlamalarıyla değil de ‘ya bir kere de gerçekten insan olayım’ diyerek aynaya baktığımızdaki gördüğümüz kişiden hesap sorup muhasebesini onunla birlikte yapabildik mi?
Hiç düşündük mü kaç kişinin çaresizliğine mezar olduğumuzu? Sessizliğe boğduğumuzun, karanlığa gömdüğümüzün ve yaşamları harabeye çevirdiğimizin hesabını sorduk mu kendimize? İçinden çıkılamaz labirentlerde ve dehlizlerde kaybolsunlar diye bir sözle veya bir fiille insanları donuk yaşamlara ve medet umdukları ilaçlara mahkûm bırakabileceğimiz hiç mi aklımıza gelmedi? Ya abi ne olur bir soralım kendimize ‘bir insanı değerlendirirken en son ne zaman objektif olduk ve başkalarının anlattıklarını bir kenara elimizin tersiyle ittik?’ Hem biliriz ki insanları yıkan şey anlayarak sergilenen davranışlar değil; anlamadan, tanımadan, dinlemeden ve empati kurmadan yapılan ithamlardır. Yani herkesin bir hikayesi olacağını hep es geçtik ve sadece kendi hikayemize takılıp kaldıkbelkide.
Değerli dostlar, amacımız insan olmanın özünü ve anlamını, insana yüklenen misyonun mevcudiyetini hatırlatmaktır. Yoksa, kimseyi suçlama, kimseye infaz memuru gibi davranmada bir rol üstlenmesi asla söz konusu değildir. Zaten kendimize dönüp bakmanın ve “insan olmanın” çabası içindeyken başkalarına dil uzatmak doğru bir yaklaşım olamaz.
Eğer kendi hikayemize, kendi önyargılarımıza, kendi merhametsizliğimize, vicdansızlığımıza, düşüncesizliğimize, anlayışsızlığımıza, soğukluğumuza, umursamazlığımıza, kibrimize, despotluğumuza, hesapsızlığımıza ve insansızlığımıza takılıp kalmışsak inanın yazık ediyoruz. Çok yazık ediyoruz. Yaşanabilir bir dünya, huzurlu bir iç alemle dolu aile hayatı, bu ailelerin oluşturduğu toplumlar ve bu toplumların oluşturduğu bir dünya. Dinimiz de zaten bunu emretmiyor mu?
“İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel olan davranışla sav; o zaman bir de göreceksin ki seninle aranızda düşmanlık bulunan kimse kesinlikle sıcak bir dost oluvermiş! Bu sonuca ancak sabırlı olanlar ulaşabilir, yine buna ancak (erdemlerde) büyük pay sahibi olanlar ulaşabilir.”(FussiletSûresi 34-35.Âyetler)
İnsanların içinden, insanlardan bir insan olmak. Zor mu? Düşünmeden zor olmadığını söyleyebilir ve nefsi ayaklar altına alarak, benliğe ne olduğunu hatırlatarak dinimizin de yüklediği bu güzel düsturu yakalayabilir, ona sahip olabiliriz.
Kalın sağlıcakla…
Gökmen CAN / Eğitimci Sosyolog