22 Ocak 2021 Cuma günü Adana İl Milli Eğitim Müdür Yardımcımız Hıdır ÜNVERDİ Bey Covid-19 hastalığı nedeniyle vefat etti. İki haftalık yoğun bakım savaşından sonra Rahmet-i Rahman’a kavuştu. Adana’mız için acı bir gün. Sosyal medyada birbiriyle yarışır taziye mesajları. Çünkü tedbirler kapsamında insanlar bir araya gelemeyince sanal taziye evi oldu çıktı bu alem. Hıdır Bey için rahmet dileme, Cennete nail olma, ailesine sabırlar dileme ve ölümün acı bir gerçek olması türünden üzüntü ifade eden cümleler dile getirildi.
Bu vefat sonrası yapılan bir yorum gerçekten müthiş bir mesaj içeriyordu. Lise öğretmenlerimden ve şu anda Fen Lisesi Müdürlüğü yapan Mehmet Emin GÜL hocamın sosyal medyadaki paylaşımı gerçekten çok manidardı. Müdürüm aynen şunları yazmıştı (Müdürümden izin alarak yazdım): “HER ŞEY KOCAMAN BİR HİÇ…Ne yaparsanız yapın, hangi makam ve mevkide olursanız olun ölüm var ölüm. Hıdır kardeşimiz İl Milli Eğitim Müdür Yardımcısı idi. Birçok insanın ağzının suyu akarak baktığı bir yerdeydi. Ne oldu? Mezara mı götürdü? Ama herkes ne diyor: ‘Beyefendi, mütevazı, merhametli, saygılı, adam gibi adam…’ Yetmez mi? Yeter de artar… SİZ, SİZ OLUN BİR MAKAMA GETİRİLDİNİZ DİYE BÖBÜRLENMEYİN…ARKANIZDAN MAKAMINIZ DEĞİL, İNSANLIĞINIZ KONUŞULUR. Mekânın Cennet olsun Sevgili KARDEŞİM.”
Değerli dostlar, ölüm bir gerçektir ve bu gerçekle er geç karşılaşacağız. Üstad Necip Fazıl Kıskürek’in Sakarya Türküsü’nde; “Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek” dediği meseleye er geç biz de konu olacağız. Hani bir dizide “Hiçbir hikâyenin merkezinde ben yokum” şeklinde bir replik vardı. O aklıma geldi durdu. Alın işte, ölüm gerçeğinde hikâyenin merkezinde biz olacağız. Ne bizi doğuran ne bizimle aynı yastığı paylaşan ne bize baba diyen, ağabey, kardeşim, dostum ve daha nice sıfatlarla bize seslenenler değil, biz olacağız bu hikâyenin merkezinde. Bize seslenenlerin cümleleri hikayemizin son bulduğu andan itibaren ancak değer kazanıyor. Hıdır kardeşimiz hakkında herkesin söylediği ve hislere tercüman olan ‘Beyefendi, mütevazı, merhametli, saygılı, adam gibi adam…’ kelimeleri çok önemlidir bizler için. Peygamber Efendimiz Aleyhissaletu Vesselam İmam Tirmizi’nin rivayet ettiği bir hadisi şerifinde şöyle buyurmuştu: “Akıllı insan nefsi hesaba çekilmeden önce nefsini hesaba çeken kimsedir.” Madem bu dünya fani, madem ölüm ani, madem ölüm de hayatın kendisi kadar gerçek, o halde bize düşen şey Müslüman’a yakışır şekilde yaşamaktır. Çünkü hayat çok kısa ve amel defteri iki halde de doluyor; sevaplar ve günahlar hanesi olarak. Bir rivayette Nuh Peygamberimize; “Ey Peygamber! Dünya hayatı nedir, biraz anlatır mısın?” diye sorulduğunda Nuh Peygamber; “Dünya iki kapılı han gibi; birinden girdim birinden çıktım.”diyerek ne kadar uzun yaşarsan yaşa son durak gidilecek olan malum kara toprak. Gerçekten çok doğru, iki kapılı bir handa gidiyoruz gece gündüz. Zamanımızda ömür ortalaması kaç yıl? Diyelim 70 yıl. Ben şu an kendime soruyorum, ey bu yazıyı yazan kişi 48-49 yıllık ömrünü bir anlat bakalım. Anlatmam çok olsun bir saat sürecektir. 49 yıl bir saate sığıyorsa o zaman çok önemli şeyleri gözümüzün önüne getirerek düşünmeli ve ona göre davranmalıyız. Mevki makam sahibi olmak kibir oluşturmamalı. Para pul ve servet insanları Karun’laştırmamalı. İktidar sahibi olmak Firavun’laştırmamalı. Sevilmek, sayılmak bizi egoist ve narsist bir yaşama itmemeli. Çünkü bugün en mükemmel bir yaşam süren ve dünyalık her şeye sahip bir kimse vefat ettikten sonra kaç saat öyle bakımlı kalıyor. Vücudu şişmiyor ve yaralar bereler açılıp yok olup gitmiyor mu? Daha önceleri mezarlıklara çok giderdim. Hele gece vakti mezarlığa gitmek nefsi kırmakta ve olaylara yaklaşmanın ciddiyetini yakalamada daha etkili oluyor. Mezar taşlarıyla ya da en çok sanlı, sıfatlı mezar taşların olduğu mezarlarla konuşurdum. Sanki onların bana verdiği cevapları duyuyordum. Aslında şöyle söylemek daha doğru; mezardakilerin söylediğinin ortak ifadesi şuydu: “Yıllarca peşinde koştuğumuz ne varsa hepsi beyhudeymiş. Ey yaşayan siz canlılar, gelin fırsatınız varken bırakın didinmeyi, kavga etmeyi, dedikoduyu, meta hırsını, para sevdasını ve buraları unutarak yaşamayı bırakın. Kefenimiz bile çürüdü. Cebi de yoktu modası geçmeyen o beyaz elbisenin. Doğru söylüyorlardı çünkü babamdan biliyorum. Babam gözümün önünde can verdi, çenesini ve ayak parmaklarını ben bağladım. Morga ben kattım. Sabah morgdan ben çıkardım. Dostum Mehmet Emin İran ile birlikte babamı ben yıkadım. Ben kefenledim. Kefenin cebi de yoktu, bir şey de göndermedik dünyalık olarak. İyi ve kötü amellerini alıp kendisi götürdü. Biz dünyada kaldık. İbrahim Ethem’in bir sözü geldi aklıma; “Her evin bahçesine bir mezarlık yapsalar yine de bir süre sonra sıradanlaşır ve nasiplenmemeye başlarız” diyordu. Ve bizde de o sıradanlaşma oldu maalesef.
Evet dostlar, durum ne yazık ki böyle. Her anımızla geleceğe doğru yol alıyoruz. Kaçınılmaz bir son var bu alemde, ahirete giden bir yolculuk var. Ya güzelliklerle dolduracağız ve vefatımızdan sonra dualar alacağız ya da her bir amelin ağırlığı altında kalıp dillere de olumsuz olarak heceler bırakacağız. Bu yol niyet yolu. Bu yol nasip ve ihsan yolu. Bu yol nimetlerle dolu bir yol. Niyetini hayırlarla dolduran, nasiplenmenin ve bereketinin kıymetini bilip nimetlerle şerefe eren kimselerden olmak büyük bir kazançtır. Varsın mevki, makam, para, pul, statü ve dünyalık zenginlikler isteyenin olsun. Biz dillerde güzel ve rahmet ifadeleri dolu cümleler bırakalım.
Kalın sağlıcakla…
Gökmen CAN/Eğitimci Sosyolog