Aslındapandemigünlerinden önce çok fazla televizyon izlemeye vaktim yoktu. Yaklaşık bir yıldır evde olunca ister istemez televizyondaki bazı dizileri izleme fırsatım oldu. Herkes kendi karakterine göre kaliteli film ve dizi izlemeye başladı ki benim de izlediğim favori dizilerden birisi “Gönül Dağı” idi.
“İster Yozgatlı olduğumdan bu diziyi sevdiniz hocam deyin, isterseniz de gerçekten kalite bir dizi olduğundan dolayı bizlerde izliyoruz deyin”fark etmez ama bazı sahneleri beni çok etkiledi.
O dizide “bir Anadolu saflığını gördüm” hatta “kendi küçüklüğümdeki hatıralarımıgördüm”. Aile ilişkilerimi, çocukluğumu, arkadaşlarımı, okul günlerimi, mahallemi kısacası kendimihatırladım.
Demekki kültürümüze göre diziler çevrildiğinde de izlenme rekorları kırılabiliyormuş.Çünkü herkesingönlünde ve dilinde idi bu dizi.
İzlerken bazen beni ağlatıyor, bazen de kahkaha atarak gülmeme sebep oluyor.
Bu duyguları ne kadar da çok özlemişim.
Aşk ve sevgi o kadar güzel işlenmiş ki unuttuğumuz aşkları ve sevgileri geri getirecek gibi bizleri duygulandırıyor ve heyecanlandırıyor.
Türkülerimiz de geri geldi bu dizi ile.Başka dizilerdeki benim hislerime tercümanlık etmeyen şarkıların yerine beni hüzünlendiren ve içimdeki sevgiyi çıkartan türküler ile karşı karşıyayım. Merhum halk ozanı Neşet Ertaş’ın türkülerini ne kadar da çok özlemişim. Filmi izlerken o türkü melodisinin etkisi ile gözlerimden akan yaşları gizlemeye çalışsam da eminim ailemin dikkatinden kaçmamıştır.
Tabiki ihanetler ve çekememezlikler de var. Harun ve Karun’dan beri hep iyiler ile kötülerin rekabeti vardır ve devam edecektir. Yoksa dünyaya gelmemizdeki hikmet ve imtihan nasıl anlaşılırdı ki.
Ya arkadaşlıklara ne demeli?
3 Kuzenin birbirlerine sımsıkı sarılıp dertlerinde, hüzünlerinde ve sevinçlerinde beraber olmaları nasılda gıpta edercesine hoşlandırıyor bizleri değil mi?
Etrafımıza bir bakalım “acaba öyle dostlarımız arkadaşlarımız ne kadar kaldı çevremizde ya da akrabalarımızda”.
Tamamen yalnızlaştık ya da küçüçük bir anne baba ve çocuklar halinde yaşantımızı sınırladık.
Akrabalar arasındaki ilişkilerimizi de ne kadar özlediğimizi bu dizi bizlere gösterdi. Oysa aynı şehirde bile yaşamamıza rağmen sadece bayramlarda gördüğümüz ne çok akrabamız var değil mi? Ya da kapısını bile çalmadığımız dostlarımızın var olduğunu…
Hayvan sevgisi de unutulmamış. Minik köpeğe “şanslı ve dertli” demeleri aslında iki uç hayatın olduğunu özetlemiş. “Kimimiz bu dünyaya şanslı olarak geliyoruz işte, kimimizde dertli” değil mi?
Gizem de katılmış diziye, o çobanın varlığı hepimizin merakını uyandırıyor.
Bozkırda aşkların, aile bağlarının, dostlukların, yaşantıların ne kadar güzel ama bir o kadar da zor olduğunu gösteren böyle dizilerin çoğalması lazım.Kültürümüzü yansıtmalı, aile bağlarımızın güçlenmesi sağlamalı, yardımlaşmanın ne kadar erdemli olduğu bizlere göstermeli.
Bu dizilerde olmasa tamamen öz benliğimizden ve Anadolu kültürümüzden uzaklaşacağız hatta aslında uzaklaşmışız bile…
Gönül Dağı gönlümün de dalı olmaya başladı.
Ama şu sözü hiç unutamadım: “Bozkırda hayaller hep yarım kalır”. Ne kadar da özlü bir cümle idi. Neden yarım kaldığı da çok farklı bir konu tabi ki…
“Bozkırın kalemi” olarak nitelendirilen Mustafa Çiftçi’nin gün yüzüne çıkmamış öykülerinden esinlenilerek senaryolaştırılan “Gönül Dağı” dizisini bizlere seyrettiren TRT ailesine, yazarımız Mustafa Çiftçi hemşerime, Berk Atan ve Gülsüm Ali İlhan başta olmak üzere tüm oyunculara, yapımcı Ferhat Eşsiz’e, yönetmen Yahya Samancı’ya ve tüm ekibe bu güzel dizi için çok teşekkür eder başarılarının devamını dilerim.
Prof. Dr. Hamdi Temel