Ah be Fevzi hocam! Yine beni ne düşüncelere gark ettiniz. Günlerdir etkisindeyim anlattıklarınızın. Kaleme alayım dedim anlattıklarınızı ama korktum sizin ruhunuzu yansıtamam diye. Öyle güzel, öyle özel, öyle doğru şeyler anlattınız ki; anlattıklarınızı hayatımıza yansıtmayı başarabilirsek dediğiniz gibi bir yaşama sahip oluruz. Hayatımıza “Nevfel”olarak “Mus’ab”olarak devam edebilir, müjdelere hem vesile hem de nail olabiliriz.
Aslında bu haftaki yazımı yazalı çok oldu. Ama Fevzi hocamın anlattıklarıyla onu sonraki haftalara kaldırdım. Uzun zamandır görmediğim kıymetli dostum, değerli kardeşim Fevzi hocama tevafuk ettim. Yüreğini yüreğimde hissettiğim ve gözlerinde Mus’ab Bin Umeyr’i gördüğüm aziz dostumun anlattıklarını size aktarmak istiyorum. Aslında onun anlattıklarını özetleyen bir yaşamın gerçeğini, yine tanıdığım birinin hayat hikayesinin bir kesitini anlatarak özetleyeceğim.
Sene 1992 ve bir genç o zamanki adıyla ÖYS’den 116 net bekliyor. Hukuk fakültesi hayalini gerçekleştirecek olan genç çokheyecanlı. Nasıl olmasın ki? Hayallerini gerçekleştirmenin ilk adımını atacaktı. Sonrasında da ev, araba ve para sahibi olacak.Evlilik hayalini gerçekleştirip güzel günleri yakalayacaktı. Sonuçlar açıklandı ve hayaller alabora. İnanılması güçtü onun için ama sadece ve sadece 8 neti vardı gencin. Yıkıldı. Nasıl olurdu inanamıyordu. Öyle bir anafora düştü, öyle kasırgalarda kaldı ki zihninde sadece “nasıl” sorusu vardı. Yıkımı çok büyük olmuştu. Kaç yıldır hayalini kurduğu ve adım adım yaklaştığı güzellikler birden binlerce kilometre uzağa gitmişti. Nasıl yetişecekti ki artık?
Evinden uzaklaştı ve sakinliğiyle ve tenhalığıyla bilinen bir ormana gitti. Yemedi, içmedi ve sadece düşündü. Hâlâ kendine sürekli“nasıl” sorusunu soruyordu. Ağlamalarıyla geçen zamanı tutamıyordu. “Nasıl” sorusu adeta beynini değil ruhunu kemiriyordu. Ailesinin merak etmesi önemli değildi zaten. Çünkü babası öğretmen ol da başka bir şey istemem diyen biriydi. Ama o sadece hukuk hayaliyle yanıyordu. Yangını sönmedi. Hatta o yangın büyüdü. Yangının şiddeti ve benliğine yayılması adeta genci tarumar etti.
Üç gün geçmişti hayallerinin yıkımının üzerinden. Birden “niye” diye dört harfli bir soru geldi aklına. “Niye böyle olmuştu?” derken, üç gün sonrasında nefis muhasebesinin z raporunu alıyordu ruhundan ve aklının her köşesinden. Tek tek cevaplar tıpkı “pazıl örüntüsü” gibi oturuyordu ve büyük resmi bir anda tamamlayıverdi. Ne mi yaptı? Ne mi kendine getirdi genci? Fevzi hocamın anlattıklarının fırtınasında yakaladı hayatı. “Niye olmadı?” sorusunun cevaplarını kendisi buldu ve titremeye başladı. Ne de büyük bir yanılgıya düşmüş de uyanamamış. Sadece mesleğim olsun, evim olsun, arabam olsun, param olsun ideallerinin yanılgısında heba etmiş zamanı. Her şeyi yoktan var eden, zaman ve mekândan münezzeh olan, yaratılmışlara benzemekten münezzeh olan Yüce Allâh’ın rızasına uygun bir yaşam tarzı niyetini hiç bulundurmamıştı kalbinde. Allâh rızası için rızkını temin edip, rızayı ilahiye yakışan bir niyet eksikliğini bertaraf etmeliydi. Öyle de yaptı. Mesleği, işi hayatta kalmak için isterken temelde topluma ve ailesine yararlı olmak, Allâh’ın rızasına uygun bir yaşama vesile olmak için isteme felsefesine büründü. Niyeti halisti artık, anlamıştı yanılgıya düştüğü yerleri. Bundan böyle ömür ve gençlik, kendine verilen zaman, kazanacağı maddi şeyler ve sağlığı Peygamber Efendimizin hadisinde bildirilen düsturlara uygun olan şekilde geçirmeliydi. Bir varmış bir yokmuş olan hayatta, ebedi saadete ulaşmanın infak ederek kazanılabileceği gerçeğini idrâk etti. Sorgulamak iyi gelmişti ruhuna. Çünkü insanoğlu başıboş değildi. Hayvani yaşamdan farklıydı varlığı ve var edilişi. Aklına yine Peygamber Efendimiz gelmişti. Asırlar öncesinde selam söylediği, kardeşim dediği kimselerden olmalıydı ve bunu da ancak ve ancak Allâh rızasına uygun yaşamla elde edebilirdi. Yani sabah namazına kalkıp da göklerdeki karşılığına ulaşmalıydı. Yürek devletinde bir fedai olmalıydı. Soruları sorup takır takır cevapları da kendi veriyordu.
Üç günün sonunda iç huzurunu yakalamış ve niyetini halisane bir şekilde kalbinde bulundurarak kendisini özleyen ailesinin yanına giden genç gözyaşlarıyla karşılandı. Ailesi polise gitmişti. Annesi oğlunun aç ve perişan haline bakıp ağlarken genç annesine sadece şunları söyledi: “Annem! Üzülme, rahat ol. Ben huzurluyum. Annem! Ben kendimi buldum.”tesellisiyle hayata yeni bir adım atan genç 1993 yılı ÖYS sınavına hem lokantada bulaşıkçılık yapıp hem de ders yaparak hazırlandı. Yol arkadaşı, dava arkadaşının müjdesiyle 126,5 net ile kendi bölümüne 44 puan fazlalıkla girdi. Sonrasında ise 24 Ağustos 1992 tarihini hiç unutmadı. Çünkü o tarih onun için bir dönüm noktasıydı ve şu sözün hayatına kazıdığı tarihti: “Bütün hayallerimi her şeyin hayırlısı olsun dediğim gün terk ettim.”
Hayallerimiz ve gerçeklerimizin Allâh rızasına yakışır şekilde yaşamak duasıyla.
Kalın sağlıcakla…
Gökmen CAN / Eğitimci Sosyolog