Sosyal ilişkilerde başarıyı yakalamanın bağlı olduğu bazı temel noktalar vardır. Bu noktaların tespitini yapıp yerine getiren insanların, insanlar arası ilişkilerdeki başarısı da tüm yalınlığıyla ortaya çıkar. Bunu başaran insanlarda mutlu olur, ilişkide oldukları insanlar da mutlu olur.
Mutluluğu yakalamanın birinci basamağı aslında bireyin kendisiyle olan ilişkisidir. Sosyologların, sosyal ilişkileri tanımlaması her ne kadar; “iki insanın bir araya gelmesiyle başlayan örüntülerdir” şeklinde yapılsa bile birey olarak önce kendimle olan ilişkim iyi olmalı ki başkalarıyla da iyi olabileyim. Bunun için bazı temel noktaları kör nokta haline dönüştürmeden öncelikle kendimizle olan ilişkimizde başarı sağlamalıyız. Dilerseniz bu noktalara bir göz atalım:
Evvela hayattaki görevimizi ya da misyonumuzu anlamalıyız. Öylesine var olmadığımızı bilmeliyiz. Yaşamsal sonuçlarımız başlangıçlarımıza bağlıdır. İyi başlangıçlar önünde sonunda iyi neticelenecektir.
Farklılıkları kabul etmeliyiz. Yani duygu ve düşüncesi olan sadece ben varım düşüncesinde sabitlenmemeliyiz. Kalıplaşmış bir ilişkiler ağına girmeyi amaçlarsam bunu gerçekleştiremem. Tabut içinde röveşata yapabilir miyim? Tabi ki de hayır. İşte hareket alanımızdaki “hareketlileri” kabul ederek devam etmeliyiz yolumuza. Dar kalıplarda olmayı tercih etmemeliyiz.
Nasıl ki bizim bir beklentimiz varsa karşımızdaki insanların da beklentilerinin olduğu kabulünü taşımalıyız. Beklentilerin olması içimizdeki cesareti kırmamalı. Daha güçlü olmalıyız. Endişeye kapıldığımız oranda ilişkilerimiz zarar görür.
Bilmediklerimizi kabul etmeliyiz ve öğrenmeye açık olmalıyız. Çünkü her şeyi bilmemiz mümkün değil. İlla ki bir yerlerde eksik bırakacağımız şeyler olacaktır. Öğrenmekten zevk almanın koşulu bilmediğimizi kabul edip öğrenme arzusunda olmaktır.
Davranışlara bakıp da niyet okuyuculuğu yapmamalıyız. Çünkü kalpleri ancak ve ancak Allâh bilir. Bizler zahire göre hüküm versek bile, görünenin bir de görünmeyen taraflarının olduğunu kabul ederek yaklaşımlar sergilemeliyiz. Bu hem bizi hem de muhataplarımızı mutlu edecektir.
Kendimize zaman ayırmalıyız. En az haftada bir günün bir bölümünü kendimize ayırmalıyız. İçselliğimizi, duygularımızı, düşüncelerimizi, yargılarımızı, bilinçaltımızı keşfetmeliyiz. Kendimizi tanımalıyız ki davranışlarımıza ona göre yön verelim. Kendini tanımayan birinin başkalarını tanıması zor bir ihtimaldir.
Ukala tavırlardan uzak durmalıyız. Âlemde bir zerre olan bizler, neye ne kadar kadir olduğumuzu iyi bilmeliyiz. Ne hâkimlik ne savcılık ne de avukatlık o kadar basit bir şey değil. Bu nedenle herkese karşı savcı, tüm suçlulara hâkim ya da duygularımızı okşayanlara da avukatlık yapmamalıyız. Haddi bilmek, had ile hareket etmek yeri geldiğinde haddin bildirilmesindeki kolaylaştırıcı unsur rolünü üstlenir.
Olaylara; tümüyle duygusal ya da tümüyle de akılcı bakmamalıyız. Dengede yaşamak en doğrusu. Dengeyi sağladığımız oranda varoluşumuz rayında ilerler. Aklımız ve duygularımızı herkesten ve her şeyden üstün bir otorite olarak algılamamalıyız. Herkesin üstünlük sağlayabileceğini düşünerek yaşamaya çalıştığı bir dünyada nasıl yaşanılır, varın siz düşünün.
Etiketçi değil, kişilikçi olmalıyız. Sıfatı, bir insana artı bir davranışla yaklaştırmamalı. Önce insan, önce yaratılan olduğumuzu ve yaratılanlara nasıl davranılması gerektiğini bilerek hareket etmeliyiz. Etiketçi olduğumuz sürece değişen rakamlarla belirlenen şeyler gibi bizim de etiketlerimiz olur ve gün gelir elde kalan mal gibi oluruz. Sarraf elindeki altın, altını elinde tutan sarraf olarak yaşamalıyız. Etiketimiz indirime giren ürünler misali olmamalı.
Karşılık beklemeden yaşamalıyız. Gerek aile gerek iş gerek arkadaş ve gerekse diğer canlılarla olan ilişkilerimizde karşılık ön planda bulunmamalı. Kendimizi ayrıcalıklı biri olarak görüp de böbürlenmemeliyiz. Bilmeliyiz ki bugünler nasıl ki dünlerin yarınlarıysa, bugünler de yarınların dünü olarakkalacaktır ve yaşayacaklarımız dün-bugün-yarın üçgeninde hayat bulmaya devam edecektir.
Özgünlüğümüz olmalı. Kendimiz olmalıyız. Davranışlarımız kemâle delâlet etmeli ve kemâle götürmeli. Özgünlüğümüz olacak diye de sınırları aşmamalıyız. Çünkü özgünlük, toplumsallığın, insan olmanın dışında hareket etmek değildir. Ebette kendimize göre güzel tebessüm edebiliriz. Güleceğim diye de garip seslerle kahkaha atıp insanları rahatsız etmemeliyiz.
Çalışmalıyız. Bu sadece para kazanmak anlamında algılanmamalıdır. İyi bir evlat olmaya, samimi bir dost, fedakâr bir eş, iyi bir ebeveyn, adil ve yürünebilir bir yol arkadaşı, hakkaniyetli bir işçi ve memur olmaya çalışmalıyız. Çalışmak emektendir. Emekle elde edilen şeyler de emeğin kendisi de kıymetlidir.
Bu sayılan şeyleri çoğaltmamız mümkün. Sayfalar dolusu yazabilir ve anlatabiliriz. Ama unutmayalım ki bir insanı kaybetmek nasıl ki bir bakış, bir söz ve bir fiille mümkün ise, onları kazanmak da bir söz, bir bakış ve bir fiile bakmaktadır. Güzel söyleyip, güzel bakıp, güzel davranmalıyız.
Kalın sağlıcakla…
Gökmen Can / Eğitimci Sosyolog