Yaptıkları kadar yapmadıklarıyla da yaşayan bir varlığız. İradi ya da gayri iradi yaptıklarımız kadar yapmadıklarımız nedeniyle de hayatımızın akışı şekillenir. Akıl büyük bir nimet iken bu nimeti kullanmayarak yaşantımızın bulanık sularını kendi ellerimizle oluşturuyoruz. Bazen nedenli ve nasıllı soruları öncelikle kendimize sormalıyız. Başka mecralarda çare aramak yerine içebakışı denemeli ve öz eleştiri yaparak amel defterinin muhasebesini tutmalıyız.
Dediğimiz gibi yaptıklarımız kadar yapmadıklarımız da hayatımıza yön veriyor. Biz hüsnü niyetle “unutmak” kavramını kullanarak bir öz eleştiri yapıp, neleri yapmanın ya da yapmamanın hayatımıza olumsuz etkilerini bir ele alalım dedik. Kısa bir zihin jimnastiği ile sorularımızın tümüne cevap bulabiliriz. Bu buluşları doktorun teşhisi ve tedavisi şeklinde reçete olarak kendimize uygulayabiliriz. Bu uygulamalardan sonra inanıyorum ki iyileşmemek diye bir ihtimal düşük bir oranda kalacaktır. Neleri mi unuttuk?
Öncelikle insan olduğumuzu unuttuk. Dünya hayatının amacını unuttuk. Ez Zariyatsûresi 56.âyetindeki; “Allâh, insanları ve cinleri kendine ibadet etmeyi emretmek için yarattı” anlamındaki açık seçik karşımızda duran sırrını unuttuk. Başı boş bir varlık olmadığımızı, amel defterimizin olduğunu ve bu defteri hayırlı amellerle doldurarak ancak kurtuluşa erebileceğimizi unuttuk. İmam Buhari’nin Peygamber Efendimizin rivayetindeki; “Amellerin en hayırlısı Allâh’a ve Rasûlüne iman etmektir” hadisi şerifini hayatımıza yansıtmayı unuttuk.
Karşımızdakine ağlayarakonunla ağlamayı unuttuk. Merhamet önemli bir özelliktir ama merhamet göstermek karşımızdakine ağlamakla olmamaktadır. Onunla ağlamak önemli bir erdemliliktir. Yani onu anlamak, durumunu fark edebilmek, onun için bir şeyler yapabilmek ve empatik yaklaşımı tam manasıyla yaşamak, iğne ile kuyu kazmak olsa bile bunun önemini idrak edebilmeliyiz. Ajansların geçtiği olaylara sadece haber olarak değil de toplumsal yaraların ya da bireysel ihtiyaçların giderilmesinde pay sahibi olmayı tercih etmeliyiz. Akrabamız, arkadaşımız, dostumuz ve komşumuz olmasa bile acısını paylaşmaya açıkça davet eden ya da naçar kalmış bir vaziyette halini arz edene derman olmalıyız. Olmalıyız ki biz de naçar kalacağımız zamanlarda bize yoldaş olanlara rastlayabilelim.
Sürekli şikâyet ederek şükretmeyi unuttuk. Dünya malı ve nimetleri adına sahip olduğumuz şeylere şükretmek yerine hep bir tık üstüne tamah etmek, hep başkalarıyla mukayese edip de bizden kötü durumdakileri göz önünde bulundurarak nimetlerin kıymetini bilmemek bizeşükrü unutturdu. Evimizin, arabamızın, paramızın hep bir fazlasını düşünerek debelenme yolunda yıprattık kendimizi. Evi barkı olmayana bakmadık, sofrasında bizim çeyrek imkanımıza sahip olan insanların hallerini unuttuk. Hep bizden iyilerle karşılaştırma yaparak kendi zenginliğimizi hiç saydık. Bunun neticesinde de gerek bireysel doyumsuzluğun zirvesine çıkarken bu tavrımızla da ortak yaşam alanını paylaştığımız paydaşlarımızı adeta zorlamalarla hayatlarını tükettik. Anı yaşatamayarak hep çıkmazlara doğru yelken açtırmaya kalktık. İki yüz metre kare evde yaşasak, altımızda son model araba olsa, cüzdanımız para dolsa ve soframızda on beş çeşit yiyecek olsa insanlığımız ulaşacağı son noktaya mı varacak sanki. Tabiki de hayır. Şikâyet etmek bize kaybettirir. Şikâyet etmek hayat kalitemizi düşürür. Şikâyet etmek insanları kendimizden uzaklaştırır. Yeri geldiğinde ahkam keseriz. Peygamberlerin, takvalı insanların hayatlarından örnekler veririz ama anlattığımız hayatlardan kendimize hisseler almayız. Müthiş hatiplik yaparız, anlatır hatta karşımızdakileri yeri geldiğinde acımasızca fırçalarız ama maalesef sözlerimiz ayağımızın önüne düşer. Lübnan Eşraflar (Seyyidler) Cemiyeti Başkanı Doç. Dr. Cemil Halim Hocamızdan bir söz işitmiştim ve o söz gerçekten çok doğru bir ifadeydi. Bir gün ihlastan bahsederken; “Ağızdan çıkan söz havaya, kalpten çıkan söz ise kalbe gider. Zamanımız insanının tesirlerinin olmayışının sebeplerinden biri, sözlerinin en yakında duran insanların bile kalplerine işleyemeyişinin nedenlerinden biri de söylenenleri yaşamaması, telkin ettiğini yapmaması gelmektedir” diye bir cümle kurdu. Hakikaten düşündürücü bir ifadeydi. Yaklaşık on beş yıl oldu bu ifadeyi duyalı ve hep aklımdadır. Sen yeri geldiğinde ana baba hakkı, işçi hakkı, çocuk hakkı, kardeşlik hakkı, eş hakkı, dostluk hakkı deyip ortalıkta ahkam keseceksin ama bunların hiçbirini hayatına tatbik etmeyeceksin. “Ayakkabım yok diye üzülüyordum; ta ki ayaksız birini görünceye değin” diye şükrü anlatacaksın ama en fazla doyumsuzluğu da yaşamaktan geri durmayacaksın. Yazık oluyor. Şükürden yoksun olmak hem insanın kendisini hem de paydaşlarını zora sokmaktadır. Umarım bir gün anlayabiliriz ve o bir gün de çok geç olmaz.
Sevmeyi unuttuk. Koşulsuz, çıkarsız ve umarsız sevmeyi unuttuk. Hep söylediklerimizle çelişerek sözde sevdiğimizi gösterdik. Sevmenin kırmamak, üzmemek, anlamak, anlıyor olmak ve sevmenin fedakârlık yapmak olduğunu unuttuk. Bu unutma onulmaz yaralara yol açıyor ve biz bunları düşünmeyi, görmeyi hatta bunlar için yapıcı davranmayı unuttuk. Bu kadar önemli şeyleri unutmuşken nasıl olur da hayatımızın rayında gitmesini bekleriz ki? Ne büyük bir gaflet içinde olduğumuzu bırakın unutmayı, görmeyi bile unuttuk. Rabbim unuttuklarımızı hatırlamayı, gafletten uyanmayı ve şükürle birlikte vicdanı hayatın merkezine koymamızı nasip etsin.
Kalın sağlıcakla…
Gökmen CAN / Eğitimci Sosyolog