İnsanoğlunun başına neler gelmiyor ki şu hayatta? Güzel olduğu kadar kendini mutsuz eden kötü şeylere varıncaya kadar her hadise birer tecrübe ve buna bağlı olarak can simidi oluyor insana. Muhabbet koyu olunca, karşılaşılan hadiselerin yakıcılığı da ister istemez dile vuruyor. Bu dile vuruşlar herkesin birbirinden çokça şeyler öğrenebilmesine de vesile oluyor. Bir küçüğüm olan kardeşim Deniz Can ile muhabbetimizde “düşünün” diye başlayan soruları içeren cümleleri zihnimde bırakmayarak sizinle paylaşmak istedim.
Düşünün bir kere:
Paraya dostluklardan daha fazla değer veren kimseleri düşünün…
Mini minnacık bir menfaat için sizi aptal yerine koyanları düşünün…
Küçücük çıkarlar için bin bir takla atanları düşünün…
Sizi “anlamaz nasıl olsa” diye görüp de kullanmaya kalkanları düşünün…
Kalbinin çürümüşlüğünü dilinden leş olarak akıtanları düşünün…
Kovculuk yapıp da laf taşıyanları düşünün…
Ne hissiyatla yaptığınız güzelim işinizden kopmanız için film fırıldak çevirenleri düşünün…
Yüzünüze gülüp de arkanızdan kuyu kazananları düşünün…
Mevki makamı kendisine zırh yapanları düşünün…
“Hamili kart yakınımdır” felsefesiyle omurgasız kalmaya çalışanları düşünün…
Kendini yaptığı işte mahir sayıp, sinsiliğini güpegündüz ortaya seren izansızları düşünün…
Arkasına birilerini alıp şişme bot gibi kabaranları düşünün…
Kibirde birbirleriyle yarışanları ve ayaklarına sıkanları düşünün…
Bir “merhaba” kelimesini kullanmaktan aciz, acayip ruh hali sahiplerini düşünün…
Haksızlık yapmayı kendilerine “görev” sayan zavallı kişilikleri düşünün…
Düşünün…
Bu nevi şeyleri sıralamaya kalksak daha çok düşünürüz. Peki, bunlara, bu olumsuz durumlara nasıl bakmalıyız? Yıpratıcı olan, çileden çıkartacak bu gibi durumlara sabrederken neleri kendimize telkin edeceğiz? Bu saydığımız darlatan olaylara bir hikayeyle cevap verelim:
Zamanın behrinde bir padişah varmış. Bu padişah gülleri çok severmiş. Ama güllerin içinde bulunan kırmızı kadife gülü daha çok severmiş. Bahçıvanına:
-“Bak, bu gülü çok seviyorum. Başına bir iş gelmesin ve bakımını eksik etme. Bir şey olursa da hesabını senden sorarım. Ne olursa bana haber ver ki gülü soldurmayalım, çaresine bakalım” demiş.
Bahçıvan hassasiyetle güllere bakarken bir gün bir farenin, padişahın sevdiği gülün kabuklarını kemirdiğini görür ve hemen padişahın yanına koşar. Durumu padişaha anlatır ve padişah şöyle der:
– “Elbet o fare de bir gün belasını bulacaktır.”
Daha sonraki günlerde bahçıvan gülü kemiren fareyi bir yılanın kaptığını görür ve koşarak padişaha durumu haber eder. Padişah da ilk durumda olduğu gibi:
– “Elbet o yılan da bir gün belasını bulacaktır” der.
İlerleyen kısa bir zamanda bahçıvan bu sefer fareyi yutan yılanı da bir kartalın pençeleri arasında görür ve yine diğer olaylarda olduğu gibi padişahın yanına koşar ve durumu anlatır. Padişah yine ilk iki olayda verdiği cevabı tekrarlar ve:
– “Elbet o kartal da bir gün belasını bulacaktır” der.
O kartalı da bir süre sonra bir avcı yakalar. Bunu gören bahçıvan padişahın yanına koşar ve:
– “Hünkarım! Kartalı da bir avcı yakaladı. Bu olaylar silsilesini nasıl anlamalıyım?” diye sorar.
Padişah da şu cevabı verir:
– “Ey bahçıvan! Bil ki yapılan kötülükler asla yapan kimsenin yanına kalmayacaktır. Bizler doğru olalım. Bizler doğru kalalım. Bizler bilerek, görerek, hüsnü niyet ve güzel davranışlarla hayatımızı sürdürelim. Zarar vermeyelim ki zarara uğramayalım. Kimsenin yaptığı yanına kalmayacaktır. İlahi adalet her daim tecelli eder ve buna kimse engel olamaz.”
Evet, sevgili dostlar…Bizi darlayan, bizlere kötülükte sınır tanımadan yaklaşan ve riyakarlıkta da üstlerine kimse yok diye gördüğümüz negatiflik yayan insanlara şu şekilde bakmalıyız ve onlardan uzaklaşarak kendimizi şu sözle motive etmeliyiz:
– “Küçük beyinler insanlarla, orta beyinler olaylarla, büyük beyinler de fikirlerle ilgilenir.”
Yazımızı değerli dostum Eğitimci Sosyolog Müslüm ARTAR hocamın konuya dair şu sözleriyle bitirmek istiyorum:
-“Yalın ve sade görünüşün altında doğal olma arzusu vardır. Burnu Kaf Dağı’nda olan insanlar, devamlı bir şeylerin eksikliğini anlatma kaygısındadırlar. Bazen bu tip kişiler, kendilerine dönük eleştiriye zaman bulamayıp diğer insanları olabildiğince eleştiri yağmuruna tutarlar. Her şeyi şekilciliğe göre düşünen kimseler, daima havadan nem kaparlar. Zor beğenirler ve tercih durumları şaşılacak bir noktaya doğru gider. İnsanın ruh derinliklerinden uzak ve yaşam dinamiğinin olağan süreçlerinden farklı bir anlayış modeli ne insana dokusunun anlaşılmasına ne de var olan gerçeklik varyasyonlarına ışık tutacak bir gelişmeye neden olabilir. O halde, alçak gönüllü yaşam şekli her şeyden öte hem evrensel bir insanî vasıf hem de inancımızın dinamikliği gereğidir. Böyle kalmada ısrarcı olmalı; elimizden, dilimizden ve yüreğimizden gül bahçeleri meydana gelmelidir.”
Kalın sağlıcakla…
Gökmen CAN / Eğitimci Sosyolog