Yaşantımıza etki eden hadiselerden kaçmamız mümkün değil. Zaten tecrübe denilen şey de yaşanmışlıklarla elde edilen kazanımların toplamıdır. Kimi insanlar yaşadıklarından ders alırken kimisi de bildiği yolda -kötü olduğunu bile bile- son hızla devam eder. Hataya düşmemek ya da azami korunmak için bazı şeylere en yüksek perdeden dikkat kesilmemiz gerekmektedir.
Üzülürüz, ağlarız, kabullenemeyiz, yıpranırız; lakin bize düşen şey hak olandan ve doğru olandan dönmememiz gerekmektir. Çünkü başımıza gelen olaylar ya da musibetler Yüce Yaratanın ezeli takdiridir ve değişmez. Bize düşen şey sebatkâr davranmak, tevekkül etmeyi bilmek ve bilmekle kalmayıp uygulamak, İlahi adaletin şaşmayacağını idrak etmemizdir. Çünkü mahlûkatlarancak ve ancak kendilerine bahşedilen kadar bilebilir ve muktedir olurlar. Elden geleni yapıp tevekkül etmek ve olaylar zincirini tahmin edebilme basiretinin gayretinde olmalıyız. Yaşını almış, ilim ehli olan, olaylar hakkında sebep sonuç zincirini kavrayabilen kimselerin sözlerine itimat etmek ve hikmetli yaklaşmak akıbeti de hayra vardırır. Bununla ilgili bir temsili hikâyecik var. Onu sizinle paylaşmak isterim. Hatta siz bu yazıyı okuduktan sonra benzer hikâyeler ya da manzumeler duyduğunuzu da hatırlayacaksınızdır. Çünkü aynı toplumda yaşıyoruz ve insanız. Benzer hadiselere kıyısından köşesinden elbet denk gelmişizdir. Konuya örnek olan “Hünkâr ile Bahçıvanın Hikâyesi” şöyledir:
Zamanın birinde bir hünkâr varmış. Çiçekleri ve çiçeklerin içinde de gülleri çok severmiş. Hadise bu ya, güllerin içinde de bir gül varmış ki onu hepsinden daha çok severmiş. Bir gün gül bahçesinde gezerken bahçıvana dönerek:
-“Bak, bu gülün başına herhangi bir kötü olay gelir, bu güle zarar verilirse senden bilirim” demiş.
-Bahçıvan da ürkek bir tavırla:
-“Başım üstüne Hünkârım” diyerek emri yerine getirmek için uğraşmış.
Bir gün bahçıvan gül bahçesinde bakım yaparken, bir farenin, hünkârın en çok sevdiği gülün yapraklarını kemirdiğini görmüş. Yanına gidip kovalayana kadar fare çoktan gülün yapraklarını heba etmişti bile. Korkudan titreyerek hünkârın karşısına çıkar ve:
-“Hünkârım! Sizin o çok sevdiğiniz gül var ya, iş te onu bir fare kemirerek yapraklarını heba etti. Yetişmeye çalıştım ama engelleyemedim” der. Hünkâr da gayet sakin ve bahçıvanın şaşıracağı bir şekilde:
-“O fare de bir gün belasını bulacak” demiş.
Tabi, bahçıvan şaşkınlık içerisinde kalmış. Yalnız hünkârının söylediği şeyi merak etmiş;“nasıl olur da gülün yapraklarını kemiren bir fare belasını bulacak ki!” diye düşünmüş.
Aradan bir zaman geçer ve bahçıvan, bahçede gülü kemiren fareyi ve ona yaklaşan bir yılanı görür. Donup kalır. Yılan birden o fareye uzanarak yer. Bahçıvan hemen hünkârına koşup olayı haber vermeye gider ve hünkâra der ki:
-“ Hünkârım, Hünkârım! O sizin sevdiğiniz gülü kemiren fare var ya, işte onu bir yılan yuttu” der. Hünkâr da yine gayet sakin bir şekilde:
-“O yılan da bir gün belasını bulacak” der. Bahçıvan şaşkın mı şaşkın! Hünkârın dediklerini hâlâ anlayamamıştır. Ne demek yani,“o da bir gün belasını bulacaktır”.
Yine bir zaman sonra aynı bahçede gülü kemiren fareyi yutan yılanı görür. Nasıl ve nereden geldiğini anlayamadan bir kartal gökyüzünden süzülerek gelir ve pençesiyle yılanı alır götürür. Bahçıvan yine şoklarda kalır. Yine hünkârına doğru koşar ve huzura çıkınca gördüklerini anlatır:
-“ Hünkârım, Hünkârım! Hani sizin o çok sevdiğiniz gülü kemiren fareyi yiyen yılan var ya, işte onu bir kartal geldi, pençeledi aldı gitti” der. Hünkâr yine tebessümle baktığı bahçıvana:
-“O kartal da bir gün belasını bulacak” der.
Bahçıvan yine şaşkındır. Nasıl olacak ki? Kartal yerlerde olan bir hayvan değil ki! Kim ona ne yapacak ki? Olaylar zincirindeki mânâyı çözmeye çalışan bahçıvan bir süre sonra, gözlerinin önünde gülü kemiren fareyi yutan yılanı pençeleriyle yakalayan kartalı bir avcının yakaladığını görür. Kendi kendine:
-“Tövbe Estağfurullah. Bu nasıl iştir! Hemen hünkârıma gidip bu olayı anlatmalıyım” der ve hünkârının yolunu tutar. Huzura varınca da konuşmaya başlar:
-“ Hünkârım, Hünkârım! Hani sizin sevdiğiniz gülü kemiren fareyi yiyen yılanı pençeleyip de götüren kartal var ya, işte onu da bir avcı yakaladı” der. Hünkâr yine gayet hikmetli bir duruş, ses tonu ve vurgulamayla:
-“O da bir gün belasını bulacak” der.
Evet dostlar. Dünya denilen mekâna hükmeden bizler değiliz. Neyin kimi olursak olalım; zengin, tahsilli, kültürlü ya da her ne derseniz deyin, ne yaparsak yapalım, kötülükte sınır tanımıyorsak, hep birilerinin kuyularını kazar ve pusuya düşürür davranışlarda bulunursak bilelim ki kendi başımıza iş alıyoruzdur. Unutmayalım ki; fil da büyüktür ama filden de büyük fil avcısı vardır. Çalma kapıyı çalarlar kapını.
Kalın sağlıcakla…
Gökmen CAN / Eğitimci – Sosyolog Yazar