Esenler Belediyesi tarafından bu yıl 2’ncisi düzenlenen Esenler Öykü Günleri, “Gurbetin Öyküsü” ve “Yol Öyküsü” oturumlarıyla Esenlerli edebiyatseverlerle buluştu. Moderatörlüğünü gazeteci Sevda Dursun’un üstlendiği “Gurbetin Öyküsü” oturumunda Suat Köçer ile Doç. Dr. Mehmet Güneş konuşmalarını gerçekleştirdi. “Yol Öyküleri” oturumu ise yazar Yağız Gönüler’in moderatörlüğünde Yıldız Ramazanoğlu ve Sadık Yemni’nin katılımıyla düzenlendi.
“Gurbetin Öyküsü” oturumunda konuşan sinema yazarı Suat Köçer, “Bu etkinliği düzenleyen Esenler Belediyesi’ne çok teşekkür ediyorum. Türkiye’nin kültür ikliminde çok zarif, çok naif kalıyor bu etkinlikler. Sinemamız elbette ki göç meselesine ciddi anlamda yer ayırmış. Belki bu bağlamda edebiyattan daha fazla diyebiliriz. Aslında biz insan olarak gurbetteyiz. Âdem ile Havva’nın yasak meyveyi yemesiyle dünyaya sürgün edildik. Ana yurdumuzdan uzaklardayız aslında. Haliyle meselenin bir de ontolojik tarafı var. Bir şekilde hepimizin hayatında göç var. Haliyle bu da sosyolojiden beslenen sanat alanlarına fazlasıyla yansıyor. Sinemamızda da tabi ki var. Halit Refiğ’in ‘Gurbet Kuşları’ filmi, göç filmlerinin öncüsü. Burada Anadolu’dan İstanbul’a göç eden bir ailenin yaşadıkları olaylara şahit oluyoruz” diye konuştu.
Doç. Dr. Mehmet Güneş ise toplumumuzda tutunamama ve eklemlenme sorunu olduğunu söyleyerek “Sinema daha çok tüketilen bir tür. Kitap okuımak daha meşakkatli. Sinemayla daha iyi iletişim kuruyorlar. Büyük kentlerde kentlileşemiyorlar. Bir yandan eklemlenmek isterlerken bir yandan da alt kültürü koruma durumu ortaya çıkıyor. Mustafa Kutlu’nun çoğu hikayesinde köyden kente göç ve gurbet konusu işlenir” diyerek sözlerini şöyle sürdürdü:
“ 28 Şubat döneminde kadınlarımızın zorunlu bir göçü oldu. Türkiye’de üniversite okuyamadılar ve yurtdışına gittiler. Fatma Barbarosğlu’nun ‘Senin Hikâyen’ adlı kitabında “Kabuk Bağlamayan Yaralar” adlı antolojisi vardı. 1999 yılında yazdı bu hikâyeyi. Fatma Hanım’ı ve rahmetli Ahmet Kekeç’i hatırlatmak isterim. Kekeç’in “Yağmurdan Sonra” adlı eseri var. Bu iki ismin o dönemde bunları yazması çok önemliydi.
2. Esenler Öykü Günleri’nin 4. oturumu olan “Yol Öyküleri”nde konuşan yazar Yıldız Ramazanoğlu, “Yol hikâyeleri dediğimiz zaman pek çok başlıkla karşılaştım. Bunlardan biri dışa doğru yapılan yolculuklar. Yol dediğimiz zaman aklıma fiziki olarak her şeyden önce İbn-i Batuta ve Evliya Çelebi gibi seyyahların kendi varlığını önüne koyup yola çıkması gelir. Birtakım vasıtalarla günlerce, aylarca süren yolculuklara yol diyorum. Ama bunların hepsinin merkezine bir kalp yerleştirdiğimizde içe yolculukla alakalı olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla bu kavramlar iyice karmaşıklaşıyor. En başta insanın kadim yolculuğu. Cennetten dünyaya yolculuk, Mekke’den Medine’ye yolculuk hikâyeleri. Başımızdan geçen her şey hikâye aslında. Aynı zamanda miraç da bir yolculuk, ölüm de, geçmişe de yolculuk yapıyoruz. Rüyalarımız da bir yolculuk. Örneğin ben gençliğimde rüyamda Fransa’ya gittim ve Fransızca konuşuyordum. Bunların hepsini hatırlıyorum.
Kadim bir kültürümüz var yolculukla ilgili. Her şeyden önce oraya bakmak lazım. Bütün dünyadaki emperyalist düşünceleri besleyen şey, doğuya yalpan yolculuklardır” ifadelerini kullandı.
Göçmenliğin aynı zamanda “yol” demek olduğunu belirten yazar Sadık Yemni ise şunlara değindi: “
“Yol bahanedir. Yolun sonunda varılacak bir yer yoktur. Yerin kendisi, yürünmesi esas gayedir. Asıl amaç, karakterin terbiyesi, insan nefsinin terbiyesidir . Yol seni terbiye eder, seni hedefe götürmez. Amsterdam’da 40 yıl kaldım. Bütün yıl boyunca gazetecilik yaptım. Çeşitli meslekler yaptım. Entelektüel çevrem de oldu. Tek tip hayat yaşamadım. Başka tür yolculuklar da yaptım.”