Doğrularda ve hak olanda birleşmek aklıselim olmanın en büyük nişanelerinden biridir. Aksini babamız, anamız, eşimiz, çocuğumuz ve kardeşimiz başta olmak üzere kim savunursa savunsun, faili kim olursa olsun muhakkak karşısında durmalıyız ve tavrımızı çok net bir şekilde belirtmeliyiz. Kaldı ki en basitinden “insan” olmamız bunu gerektirmektedir. Duygusal hareket edip, gerçekleri göz ardı ederek tavır sergilemek; yanlışı yapan, hakkaniyete riayet etmeyen kadar tarafgirlik yapana da çok büyük bir vebal yüklemektedir.
Ne acıdır ki zamanımızda insanların çoğunun peşinden koştukları şeylere dikkat edersek en hafif ifadeyle “yakışıksız” şeyler olmaktadır. Kıt ve sığ düşüncelerin oluşturmuş olduğu kişilik sahipleri fanatik bir futbol taraftarı gibi olmayı garipsememektedirler. Bunu haykıranlara karşı da en acımasız ve çirkin ifadelerle saldırıda bulunmayı da ihmal etmemektedirler. Ayna kullanmasını bilmeyenler, toprağın anlamını yitirenler, hakikatlere sadece gözlerini değil, kalbini de kapayanlar adeta her kötülüğe “kalkan” olmaktan geri durmamaktadırlar. Bir “münker” gördüğünde susmayı seçenler, nefse hoş gelen şeylerin tarafı olmayı tercih edenler, “biz ve toplumsallık” şuurundan uzaklaşanlar sadece dillerinin ve dillerinin oyuncağı olan fiillerinin “çapsız failleri” olup çıkıyorlar. Kendilerince bir şeyleri ispatlamak için kavramları yanlış kullanmaktan, kelimelerin nereye gittiğini düşünmeden çok komik hallere düşmektedirler.
Yıllarını hak ve hakikate karşı oluşan şeylere kalkan olanları fütursuzca eleştirip, bencillikle örülmüş ruh hallerinin esaretini yaşamaktadırlar. İthamları havalarda uçuşturmaktan çekinmeyip, göz göre göre “acizliklerini” haykırmaktan da uzak durmazlar. Ama düştükleri zavallılığı sadece kendileri ve kendileri gibiler görmemektedirler. Hatta bazen ithamlarında o kadar ileriye giderler ki, çöplüğü güzelleştiren insanlara çok kötü yakıştırmalaryaparlar. Yıllarını bir alanda uzmanlaşmaya harcamış ve amacı sadece Allâh rızası olan insanlara karşı düşmanlık yapmayı ve yapılmasını kendilerine adeta bir görev addenler ne de acınacak haldedirler. Tabii, zaman en iyi çaredir. Yol göstericiliği müthiş bir gerçektir. Aslında çöplüklerin içerisinden temiz kalarak ve çöplüğü temizleyerek yol göstermeyi kendilerine bir vazife edinen insanların varlığı ile egolarının ve gelişmemiş kişiliklerinin zindanlarında tutsak olanların mukayesesi bile yapılamaz. Geçen gün yine bir yazımızda söylemiştik; atılan taşa başlarını uzatan nasipsizler kafalarını kırarak çok acınası bir duruma düşerler. Hakikat karşısında susmayanları bilenlerbilir.Dertli insanların maksatları toplum, halk ve topyekûn insanlıktır. Kimseye ya da kimselere sataşmadan, doğruları haykırarak yanlışları söylemek dertli insanların asilliklerindendir. Tevazu güzel şeydir ama gerçek olan şeyleri söylemekte de tevazu gösterilmesine karşı birisiyimdir. Bu kimseler doğruları söyler, yanlışları ve yanlış kişilikleri gözler önüne serer sonuçlarına da razı olurlar. Nihayetinde Allâh, niyetleri en iyi bilendir.
Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahuanh, Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’ i şöyle buyururken işittim dedi: “Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki bu imanın en zayıf derecesidir.” (Müslim, Îmân 78. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 11; Nesâî, Îmân 17)
Değerli dostlar, biz bu hadisi şerifi açıklayan âlimlerin şu cihetlerinin yolunda gitmeyi kabul eden insanlarız. Kimden olursa olsun; kan bağı ya da gönül bağı olmuş insanlardan da görsek tavrımız değişmeyecektir. Bize belki sivri belki bu anlama gelen başka yakıştırmalar yapacaklar ama bu bizim tavrımızı engellemeyecektir. Yukarıdaki hadisi şeriften şunlar çıkartılarak bizlere görevler yüklenmiştir:
* Ma’rufu (iyiliği) emir ve münkerden (kötülükten) nehiy vazifesini yerine getirecek bir yönetimi teşekkül ettirmek, bu vazifeyi îfâ edecek âlimler yetiştirmek ve bir cemaat oluşturmak Müslümanlar üzerine farz-ı kifâyedir.
* Hangi yolla mümkünse ve hangisine güç yeterse münkeri, kötülükleri onunla önlemek her Müslümanın üzerine vecibdir.
* “Toplumdaki kötülükleri önlemede, genel anlamda olmak üzere el ile yani fiilen engel olmak yöneticilerin; dil ile yani tebliğ, öğretim, ikaz ve nasihatle engel olmak âlimlerin; kalben buğz etmek, kötülükten nefret etmek ve tiksinmek suretiyle karşı gelmek de halkın görevidir” şeklinde bir ifade olsa bile bilen, öğrenen, aklıselim, mükellef olan herkes için geçerlidir.
* Aynı zamanda iyiliği emretmek kötülükten denehyetmek, İslâm ümmetinin müşterek sorumluluğudur. Bu sorumluluktan kimse kaçamaz. Kaçmamak da gereklidir çünkü mükellef olan kimseler için bu bir vecibedir.
Rabbim bizleri nefislerine uyan, çöplüklerini mamur gören, mamuru inşa etmeye adanmış ömürleri de çirkef ifadelerle eleştirip nefislerine zulmedenlerden eylemesin. İyiliğe değil de kötülüklere kalkan olmayı nasip eylesin. Âmin.
Gökmen CAN / Eğitimci Sosyolog Yazar