Aslında çok iyi bir işi ve mutlu bir ailesi vardı.
Etrafında da sevilen, tanınan ve sayılan birisi idi.
Ta ki bir arkadaşı yanına gelip kendisine ait olan bir arsayı beraberce bir site yapalım diyene kadar.
Çok cazip bir iş olduğundan bahsediyordu. O bölge de böyle bir sitenin olmadığını söylüyor ve hem insanlarımıza hizmet edelim hemde para kazanalım diyordu.
Ve sonunda ikna olmuştu. Tüm resmi prosedürler yapılmış ve izinler alınmış ve inşaata başlanmıştı. Ama binanın sağlamlığı ile maliyet arasında uçurum gibi bir fark oluşmuş, ortağı ile ters düşmüştü. Ortağı öyle bir maliyet ile satış olunamayacağını ispatlayarak açıklıyor, karı bırakalım zarar bile edebileceğini söylüyordu.
Sonunda orta bir noktada buluşmuşlardı ama yine de içine sindiremiyordu işte.
Arazi çok büyük olduğundan dolayı arazinin en tepesinde kendine çok katlıların yanında bir villa yaptırmıştı. Kendisine ait olan villanın içini hiçbir masraftan kaçmayarak çok güzel yapmıştı ve inanılmaz derecede de sağlam ve güvenilir olmuştu.
Herşey istedikleri gibi gidiyordu aslında.
İnanılmaz derece sitenin çevre düzenlemesine önem vermişlerdi. Görenler çok beğeniyorlardı. Cennetten bir köşe idi adeta.
Nerede ise tüm daireler karlı bir fiyat ile satılmıştı.
İyi de para kazanmışlardı hani. Binaları da çok gösterişli ve heybetli idi.
Kendiside ailesinin istedikleri doğrultusunda villasını yaptırmış ve taşınmıştı.
Çok güzeldi hayat.
Herkes inanılmaz derecede mutlu idi.
Ta ki o geceye kadar.
Gece büyük bir sarsıntı ile uyanmışlar ve sanki villaları yere serilecek gibi sallanmasına şaşırmışlardı.
Ayakta duramıyorlar, düşen eşyalarını sadece seyrediyorlar, avizelerin sesleri ile depremin çıkardığı boğuk ses bir birine karışıyordu, tek akıllarında olan şey kendilerini dışarıya atmaları idi.
Sonunda, ailesi ile beraber dışarı çıkabilmişlerdi.
Dışarısı zifiri karanlık, soğuk ve dumandan göz gözü görmüyordu.
Site içindeki bir binanın tamamen çöktüğünü görmüş, diğerlerinde hasarlar ve çatlaklara bakakalmıştı.
Herkes bilinçsizce koşuşuyordu, feryat edenler, ağlayanlar, yardım çığlıkları atanlar, yardıma koşanlar hepsi birbirine karışmıştı.
Birden ortağı aklına geldi. Çok istemesine rağmen ortağını ikna edememiş, ortağı çok katlı binanın en üst dairesini kendine göre yaptırmıştı.
O binaya doğru koşarak gitti ve gördüğü manzara karşısında şok olmuştu, bu binada yıkılmış, etraf toz dumandı.
Bir o yana koşuyor, bir diğer tarafa ama elinden bir şey gelmiyordu.
Yıkılmış binanın en derinliklerinden sesler geliyor ama elinden bir şey gelmiyordu.
“Yardım edin” diye ilk defa bağırdı ama sesini kendisi bile duyamamıştı.
O kargaşalıkta kimsenin kimseyi duymasına zaten imkân yoktu ki.
Yıkıntılı duvarların arasından avazı çıktığı kadar bağırıyordu.
“Sesimi duyan var mı”?
Keşke dedi keşke,
“Sesini duyuyorum” diyen birisi olsa idi.
O ses için tüm varlığını şimdi vermeye hazırdı.
Ama artık iş işten geçmiştiişte…
Prof. Dr. Hamdi TEMEL