Spor müsabakalarıyla hayatımıza giren bir kavram olan “Holigan” kelimesi Türkçe’de “Özellikle futbolda fanatizmi besleyen, aşırı davranışlarda bulunan ve çevreye zarar vermeye eğilimli taraftar.” anlamına gelir. Toplumsal olayların değişim ve tarafgirliğin en üst noktalara gelmesiyle birlikte hayatın her alanında yerleşik duruma gelmiştir. Tabii ki ne derce doğru orası da çok ama çok tartışılan bir durumdur.
Maalesef “insanlık” temelinden uzaklaştıkça “holiganlık” şekli ve düzeyi de korkutucu ve ürküten bir seviyede tehdit durumuna gelmiştir. Aile içi ilişkilerde, akrabalık bağlarında, arkadaşlık düzeylerinde, çalışma ortamlarının belirlenmesinde ve hatta bireyin kendine olan tutumlarına varıncaya kadar “holiganlık” neredeyse tek belirleyici bir duruma gelmiştir. Önceki dönemlerde yani yıllar öncesinde durum böyle miydi? Komşunun karnının doymasında, ihtiyacı olana koşmakta, işini hakkaniyetle yapmakta ve tümüyle “insanlık holiganlığının” birer temsilcisi olmaktan asla imtina etmezdik. Şimdilerde öyle mi?
Benden olan,
Benim gibi düşünen,
Bana menfaat sağlayan,
Beni koruyup kollayan (haksız bile olsak),
Benim doğrularıma rıza gösterip benim bayrağımı sallayan,
Benim belirlediğim sınırlarda çalışan ve yanlış da olsa benim dediklerimi yapan…
Türünden toplumsal yapıya çoktan büründük. Sahi biz bu duruma ne ara geldik? Düşündük mü hiç ne ara bu kadar toplumsallıktan, kültürümüzden, değerlerimizden, manevi dinamiklerimizden sıyrılıp da hakikatlere sırt çevirip duygu ve düşüncelerimize prangalar vurup esaret altına girdik. Ya biz aynı toprağın, aynı kültürün, kadim ve çağlar üstü bir medeniyetin evlatları olarak ne ara başka kültürlerin içimize sporla birlikte soktukları bir akımın yılmaz savunucuları olduk. Yok, yok biz bu değiliz. Biz böyle bir durumun bizlere biçeceği rolleri yerine getirmemeliyiz. Eğer “holigan” olacaksak temel insani değerlerden başlayarak, bizi biz yapan şeylerin koruyuculuğunu yapmakla “holigan” olmalıyız. Anne baba sevgisiyle, kardeşliği koruyup geliştirmekle, ayrı düşünse bile karşımızdaki insanları ötekileştirmemekle ve nerede bana ihtiyaç varsa orada olmakla, bunun bize kazandırdığı erdemlilikle “holigan” olmalıyız. Dilerseniz anne baba deyince Ahmet Erhan’ın “Anne Ben Geldim” şiirinin sözlerini hatırlatarak “anne” özelinde nasıl “holiganlık” olur onu dillendirelim. Bakın Ahmet Erhan ne de güzel kaleme almış şu dizelerinde:
Anne ben geldim, üstüm başım,
Uzak yolların tozlarıyla perişan.
Çoktan paralandı ördüğün kazak,
Üzerinde yeşil nakışlar olan.
Anne ben geldim, yoruldum artık.
Her yolağzında kendime rastlamaktan,
Hep acılı, sarhoş ve sarsak
Şiirler çırpıştıran bir adam.
Kurumuş kuyunun suyu,
İncirin sütü çoktan çekilmiş.
Bir zamanlar dünya sandığım bahçeyi,
Ayrık otları, dikenler bürümüş.
Biz aynı toprağın, aynı kültürün, aynı güneş ve gökyüzünün, aynı yağmurda ıslanıp aynı gökkuşağının altından gülerek geçtiğimiz aynı mayanın insanları olarak;
*Partiler üstü davranarak,
*İdeolojilerin şartlanmışlıklarından sıyrılarak,
*Renklerimizin uyumlarına dikkat ederek,
*“Ben” dilini terk edip “Biz” diline sahip çıkarak,
*Ayrı bedenlerde aynı can olmayı başararak,
*Zanları hep iyi kullanarak,
*Yapan, onaran, güzelleştiren,
*“Sevgiyi” baş tacı yapıp önyargılardan uzaklaşarak,
*“Gelin Canlar Bir Olalım” diyerek yaşamalıyız.
Bilmem anlatabildim mi?
Kalın sağlıcakla…
(Gökmen CAN / Eğitimci Sosyolog)