Söz (ler) de kalan her bir yanımız kişiliğimizi ele veren bir eksikliğimizdir. Öyle dikkat etmediğimiz şeylerimiz var ki, inanın bazen biz bile kendimize şaşırıyoruzdur. “Nasıl yaptım” ya da “nasıl da es geçtim”, “keşke söylemeseydim”, “bile bile lades dedik”, “dikkat etmedik” türünden nice cümleler kurulur dillerde. Halbuki bu sözleri sarf etmemize ya da bu davranışlarımıza neden olan şeylerimiz bizim gerçeklerimiz olarak güne ve olaylara yansır.
Bir şey yaparken ya da bir şey söylerken düşünerek yapmalı ve düşünerek söylemeliyiz. Çünkü söyleyip de yapmadığımız şeyler, düşünmeden sergilediğimiz her davranış skor tabelasındaki rakibe yazılan bir puan olur. Ailemizden, iş yerimizden, okulumuzdan ve alışveriş yaptığımız esnaflara varıncaya kadar her ortamda ve her durumda hassas olmalı, hassas davranmalı, hassas cümleler kurmalı ve hassaslığı hayatımızın merkezine koymalıyız. Ölçüden yoksun her davranış berberinde bize dezavantaj olarak ya da kötü bir netice olarak dönebilir. Büyük küçük, yaşlı genç, erkek kadın fark etmez herkese karşı ölçüyü bilmeliyiz. Neyi, kime karşı, nerede, nasıl ve ne üslupla davranacağımızı bilmeliyiz. Yani kemâle delâlet eden davranışlarımız olacak şeylerin söz (ler) de kalmaması için birkaç hassas noktaya dikkat etmeliyiz. İşte, bu noktalardan bazıları şunlardır:
Kimseyle alay etmemeli, onlara küçük düşürücü lakaplar takmamalıyız. Çünkü hiç kimse fiziki ya da başka bir konuda eksikliğinin ve noksanlığının olmasını istemez. Kendi kusurlarımızla meşgul olmamız, onları düzeltmeye çalışmamız bu konuda bize fren olacaktır inşeAllâh. Bu konuda El Hucûrat Sûresi’nin 11.âyetinin anlamı şöyledir: “Ey iman edenler, bir kavim (bir başka) kavimle alay etmesin, belki kendilerinden daha hayırlıdırlar; kadınlar da kadınlarla (alay etmesin), belki kendilerinden daha hayırlıdırlar. Kendi nefislerinizi (kendi kendinizi) yadırgayıp-küçük düşürmeyin ve birbirinizi ‘olmadık-kötü lakablarla’ çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir isimdir. Kim tövbe etmezse, işte onlar, zalim olanların ta kendileridir.”
Adaletten şaşmamalıyız. Haklı olana hakkını tastamam vermeliyiz. Sev ya da sevme fark etmez haklı olanın hakkına riayet etmek adil olmanın şiarlarındandır. El Maide Sûresi’nin 8.âyetinin anlamı şöyledir: “Ey iman edenler, adil şahitler olarak, Allâh için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allâh’tan korkup-sakının. Şüphesiz Allâh, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.”
Alçakgönüllü olmak da büyük bir meziyet ister. Hatta mütevazilik içeren bir sözcüktür ki bu ifade, davranışına her yansımasıyla takva bakımından bir basamak daha yükselirsin. El Hac Sûresi’nin 34.âyetinin anlamı şöyledir: “…Sen alçakgönüllü olanlara müjde ver.”
Yalandan sakınmalıyız. Nasıl ki ateşten kaçıyoruz, yalandan da öyle kaçmalıyız. Çünkü her yalan bir diğerini doğurur. Doğruları söylemeli ve doğru tavır sergilemeliyiz. Kimseyi inandırmaya ya da ikna etmeye mecbur değiliz. Bakın El Ahzab Sûresi’nin 70.âyetinin anlamı şöyledir: “Ey iman edenler, Allâh’tan sakının ve sözü doğru söyleyin.” Yani toplumumuzda yaygın olan pembe ya da beyaz diye adlandırılan yalanlar yoktur. Bu hususta caiz olan birkaç yer var, evet ama onları da ayrı bir köşe yazısı olarak yazarız inşeAllâh.
Dilimizi tutmalıyız. Konuşmak olmak için konuşmamalıyız. Ağır başlı ve vakarlı bir duruşun temelinde kime, neyi, nerede, nasıl ve hangi üslupla söylemek yatıyordur. Boş ve faydasız olan hatta zarar veren şeylerden de yüz çevirmeliyiz. El Mu’minun Sûresi 3.âyetinin anlamı da şöyledir: “Onlar, ‘tümüyle boş’ şeylerden yüz çevirenlerdir.”
Kıskançlık ve haset gibi nefsanilikte sahibini ateşe ve yalnızlığa sürükleyecek kabih, yani kötü hasletlerden uzak durmalıyız. Aklımıza hem şu gelsin: “Elinize bir avuç toprak almışsınız ve ona bakarak ‘işte hayat bu kadar’ demeliyiz ve güzel amellerimizi kıskançlık ve hasetle yakmamalıyız. En Nisa Sûresi 128.âyetinin anlamı şöyledir: “…Nefisler ise ‘kıskançlığa ve bencil tutkulara hazır (elverişli) kılınmıştır. Eğer iyilik yapar ve sakınırsanız, şüphesiz, Allâh, yaptıklarınızdan haberi olandır.”
Gıybetten sakınmalıyız. Gıybet etmek hem edeni hem dinleyeni helake sürükleyen bir etkendir. Basit bir insani ilişkiler noktasında şöyle düşünmeliyiz: Bizim yanımızda başkasının gıybetini yapan kişi, bir başkasının yanında da bizim gıybetimizi yapar. El Hucurat Sûresi 12.âyetinin anlamı şöyledir: “Ey iman edenler, zandan çok kaçının; çünkü zannın bir kısmı günahtır. Tecessüs etmeyin (birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın). Kiminiz kiminizin gıybetini yapmasın (arkasından çekiştirmesin.) Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte, bundan tiksindiniz. Allâh’tan korkup-sakının. Şüphesiz Allâh, tevbeleri kabul edendir, çok esirgeyendir.”
Sabırlı olmak ve tevekkül etmek gerekir. Aslında hiçbir şey bilmiyorsak bile evrenin, bitkilerin, hayvanların, insanların yaşamlarına bakıp tefekkür edersek her saniyede sabrın ve tevekkülün önemine rastlarız. El Bakara Sûresi 155.âyetinin anlamı şöyledir: “And olsun, Biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele.”
Daha çok şeyler yazılıp çok şeyler söylenebilir ama biz yazımızı güzel söz söylemekle bitirelim. Güzel sözleri hayatımızdan eksik etmemeliyiz. Nasihat verirken özellikle güzel sözlerle vermeliyiz. Bize nasıl yaklaşılmasını istiyorsak öyle nasihatkâr olmalıyız. Ama evvela kendimize karşı nasihatkâr ve dinleyen olmalıyız. Çünkü kendine sözü geçmeyen, kendine hakkı tavsiye etmeyen başkasına yarar sağlayamaz. Aklıma yaklaşık otuz yıl önce duyduğum bir söz geldi: “İlmiyle amel etmeyen kimse, başkalarını giydirdiği halde kendi çıplak kalan iğneye benzer.” El İsrâ’Sûresi’nin 53.âyetinin anlamı da şöyledir: “Kullarıma, sözün en güzel olanını söylemelerini söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır.”
Kalın sağlıcakla…
Gökmen CAN
Eğitimci Sosyolog Yazar