Gazzeli olarak yaşamak nasıl bir şeydir hiç düşündük mü? Yok, yok; şöyle sorayım soruyu: “Gazze’de kim olarak yaşamak isterdik?” Tercihimiz ne olurdu? Kimlikleri ve nasılları dökelim mi kalemin ucundan paslanmış yüreklere?
Doğum kanalına girmiş ve artık dünyaya gözünü açmaya, nefes almaya ramak kala, atılan fosfor bombalarının alçaklığıyla annesiyle birlikte şehadete nail olan, daha ismi bile koyulmamış doğmamış bir bebek olmayı düşünelim. Nasıl? Çok mu acıklı? Daha bu başlangıç. Sıra sıra her boyda ve kimlikte yaşayalım Gazzeli olmayı. Yaşayalım ki hem Filistin’i hem Gazze’yi hem de İNSAN olmayı anlayabilelim.
Hadi, doğduk diyelim! Elektrik yok, su yok, ilaç yok ve küvözde kalmamız gerekli. Ne olacak şimdi? Üşümenin de ötesinde buz kesen bedenimizdeki titrememizi kim durduracak peki? Kimleri bekleyeceğiz kimleri? Hangi ülkenin, hangi kuruluşunun, hangi yardımlarının kavuşmasını bekleyeceğiz? Çok acı ama yoksa yine beklerken ölecek miyiz? Yaşayabilmek için bir İNSAN bulamayacak mıyız?
Diyelim ki doğduk, diyelim ki sıcak evimizde ve ana kucağındayız. Diyelim ki anamızın ak sütünü emiyoruz. Daha doymamışız bile. Katiller sürüsünün saldırısıyla anamızın son süt damlası ecelimiz mi oldu? Anamızın göğsüne saplanan kurşunla beraber son nefesinin şerefli teslimiyetini ve genzimize kaçan süt damlasıyla gelen son nefesimizin harmanlanmasını daha kaç İNSAN kınayacak?
Hadi bir de kardeşimizin canlı bedenini kucaklayalım. Kara gözlü, kara kaşlı, nur yüzlü, güzel gülüşlü ve naif sesli, saf ve dünyaya bedel varlığıyla huzur kaynağımız olan kardeşimizi kanlar içinde gördük. Aman diledik İNSANLIK adına sesimizin yettiğince. Rabbimize her daim yalvardık, dua ettik karşımıza merhametli İNSANLAR çıkartması için. Ecel kapıyı yine mi çaldı? Sellere teslim olan sokaklarda mı gezdiriyoruz kardeşimizi defnetmek için? Sular çekilsin diye bekleyecek miyiz bir de! Acele etmek istiyorum. Şehidimi bir an önce huzur yoluna teslim etmek istiyorum. Ya ben peki? Ben yine merhamet yoksunu dünyanın içinden bir İNSAN mı bekleyeceğim?
Sahi kaç gün kalmıştı evlenmemize? Doğru ya bugün kına gecesiydi. Tamı tamına 478 gün 12 saattir bekliyorduk ve sonunda yarın evlenecektik ilk ve tek sevdiğimle. Bildim bileli hep onu sevdim ve bir onu gördüm. Gece yastığa başımı koyduğumda silahsız, bombasız ve dumansız bir hayat düşleyerek, evimin kadını olacak sevdiceğimle paylaşacaklarımı film şeritleri gibi geçiriyordum, her şeye rağmen umutla dolan gözlerimin önünden. Hem de büyük bir mutlulukla. Eyvah! Ne oldu? Deprem mi oluyor nedir? Nedir bu sarsıntı? Derken karşı eve atılan bombanın ardından acı çığlıkla ayaklandım ve tüm dünya başıma yıkıldı sanki. Hayallerim bile yarıda kaldı. Halbuki yarın düğünümüz vardı komşu kızıyla, sevdiceğimle. Hangi İNSANDAN soracaktım bu acımasızlığın hesabını hangi İNSANDAN!
Çocuklarımızın seslerinin huzurlarıyla şenlenen yuvamız ne de şen Elhamdülillah. Sabah girdiğimiz rızık kapımızdan huzur kaynağı yuvamıza gitmeyi dört gözle bekledik ve sonunda kavuştuk Elhamdülillah. Beşi bir yerde can parçaları ne de güzel etrafımı sardılar. ‘Baba’ deyip sarılmaları, üzerimdeki tüm günün yorgunluğunu almıştı hemen. Hele ömrümün en güzel yanı olan sevgili eşim, evimin direği kadınımın varlığı daha başka bir huzur. Bin bir zahmetle hazırladığı sofraya oturduk. Oturduk fakat sadece oturduk. Birden beşi bir yerde canlarımı, cansız buluverdim mecalsiz kollarımda. Ya Rabbim, bu İNSANLARDA hiç mi insaf, merhamet, vicdan yok. Eşim…kadınım…Habibem…Aç gözlerini aç hadi! Evimin direği ve beşi bir yerde servetim kollarımın arasından kayıp gitti mi şimdi bir anda? Hangi İNSANDAN soracağım bunun hesabını söyler misiniz hangi İNSANDAN?
Ne de güzel bir duyguymuş torun sahibi olmak. Derme çatma parklarda ya da sokak aralarında tenekelerden yapılma oyuncaklarla, senaryolarla yarınlara umut taşımak ne de güzelmiş. Keşke böyle kalabilseydi bu tablo. Oynadığımız oyuncağın adı olan misketlerin torunlarımın üzerine ölüm olup yağmalarını ve bizden ayırmalarının hesabını kimden, hangi İNSANDAN soracağım? Kimlerin yakasına yapışacağım? Kim verecek adresi bana, hangi İNSAN verecek?
Benzer tabloları elli bin defa da yaşasak biz Filistin’de, Gazze’de tüm ölümlere, tüm prangalara, tüm zulümlere, tüm katliamlara, tüm soykırımlara, tüm vahşete, tüm dünyanın sadece kınamalarına ve İNSANLIĞIN ayaklar altına alınmasına rağmen yine de şunları isteriz:
– “Korkma! Müslüman korkmaz, ağlamaz!” diyerek arkadaşını teskin etmek isteyen ve sonrasında şehit olan mücahit gibi olmak isteriz.
– “Dört tane değil on dört çocuğum da şehit olsa asla vatanımı, Mescidi Aksa’mı terk etmeyeceğim” diyen ninem gibi olmak isteriz.
– “Yıkıntıların arasında küçük bedeni ve İNSANLARDAN büyük yüreğiyle ‘Yâ Rabb’ diye iman-ı kuvvetle bekleyen” sabi gibi olmayı isteriz.
– “Anestezi olmadan ameliyat olup da tekrar kardeşleriyle birlikte savunmaya katılmak kararlılığında olan” cengâver yürekli mücahit gibi olmayı isteriz.
– “Zulmün her türlü işkencelerine karşı dimdik duran ve kutsallarının uğrunda neler feda edilecekse hepsini feda edecek” koca yürekli GAZZELİ olmayı isteriz.
Sanki savaş benim ülkemde mi, ben Arap değilim, boykot da neymiş, ben yaşamama bakarım, ne yapalım alışveriş de mi yapmayalım diyen ve GELENİN KEYFİ İÇİN GEÇMİŞİNE KALKIP SÖVEN bir İNSANCIK olmayı istemeyiz. Dilsiz şeytan olmayı istemeyiz. Zalimin yandaşı olamayız. Zulme alkış tutamayız. Onursuzca yaşamaktansa onurlu bir hayatı seçip dimdik duran ve Şehadet şerbetini içen KAHRAMAN GAZZELİ olmayı isteriz. Vuslatını mahşere bırakıp tüm sevgilerimizi, öylece onurlu bir duruşun şehidi ve asil duruşu olmak isteriz.
Zalimler için yaşasın cehennem!
Gökmen CAN / Eğitimci Sosyolog