İnsanın en sıkıntılı anlarında yanında ya da binlerce kilometre ötesinde bile olsa hem bir telefon hem de bir kalp kadar yakın dostlarının olması ne de büyük bir nimet değil mi? Her kelimesinde ve her niyetinde “ya hayır konuş ya da sus” düsturuyla yol alabilmenin zenginliğiyle bezenmesi kendisine ne de büyük bir ihsan değil mi? Hele ki tüm pervasızlıkların, aymazlıkların, alçaklıkların kol gezdiği, kuşattığı ve insan suretindeki varlıkların kahir ekserisinin sessizliklere gömüldüğü asrımızda “doğru tektir ve bu uğurda gerekirse can da verilir canan da verilir” diyerek karşı karşıya olmasa bile kalp kalbe anlaşabildiğin kimselerin varlığı ne de güzel bir servet değil mi? Hücrelerimiz adedince şükretmek, şükretme fırsatı bahşedildiği için yine şükretmek ve her şükretmeye verilen şükür biatıyla tekrar şükretmek dünya ve içindekilerden ne de kıymetli. Rabbim daim eylesin.
Az önce “kadim” yıl babında olmasa da “gönül ve ruh” bakımından “kadimlik” noktasını yakaladığımız bir dostumla uzun soluklu bir hasbihale koyulduk. Bu koyuluşta, ilerlerken yolda öyle mecralara uğradık ki nihayetinde gözyaşlarıyla bezenen bir ayrılıkla kapattık telefonu. Anlatış tarzıma bakıp da olayı trajediye ya da aşırı duygusallığa bağladığımı asla düşünmeyin. Çünkü biliriz ki bizler kimi kandırırsak kandıralım Yüce Rabbimizi kandıramayız. Bu sebepledir ki haddi de biliriz hududu da. Asıl mesele hissettiklerimizi gönül diliyle yoğurup kıvamında yaşayarak ruhların doyumuna vesile olmaktır.
Yaz tatilinde yaklaşık iki ay boyunca İstanbul’da Fatih Sultan Mehmed Eğitim ve Yardımlaşma Vakfının misafiri olduk. Yapılan çalışmalara katkı sunmamız şerefi takdim edildi. Öyle güzel ve özel şeyleri yaşayıp müşahede ettik ki bir ömür boyu unutulacak türden değiller. Bir enstantaneyi unutmam hiç mümkün değil. Öğrenci velilerimizden biri yaptığımız röportajda şunları ifade etti: “Evladımı bu yaz kursuna gönderip göndermemede kararsız kaldım ama bir şans vereyim dedim. Kısa bir süre bakıp, hoşuma gitmez ise hemen geri alacaktım. İlk günden başlayarak evladımın kurs dönüşü eve her geldiğinde ve öğrendiklerini bana ve kardeşine aktarması beni adeta çok şaşırttı. Çünkü zihnimde tasarladığım ya da tahmin ettiğim şeyler adeta yıkılmıştı. Evladıma eğitim veren genç eğitimcileri görünce ve onların çocuklarımıza yaklaşımlarına şahit olunca şaşkınlığım bir kat daha arttı. Ve şunu gördüm ki bu da çok önemli bir özelliktir: Nefret ettirerek, korkutarak değil de severek ve müjdeleyerek, dili güzel, kalbi güzel, niyeti güzel ve yol alışları güzel bir organizasyonun varlığı adeta tüm dünyamı kapladı. Ben evladımı ne niyetle getirmiştim ve neleri gördüm. Elhamdulilleh. Artık ben de değerler eğitimi almaya başlayacağım ve bu kurumların kıymetini daha çok bilip bu uğurda bir gönüllü olacağım.”
Hakikaten söylenilen şeyler çok muhteşemdi. Aklıma direkt olarak Peygamber Efendimiz Aleyhisselam ve yüce sahabeleri geldi. O ne güzel bir örnekti ki Onun davası uğrunda Mus’ab B.Umeyr adeta tacı tahtı terk etti. Cafer B.Ebi Talip Cennette kanatlanan efendilerden oldu. Abdullah İbni Revaha sadece ayakları tam kalana kadar savaşarak şehid oldu. Ebu Bekir hazretlerinin teslimiyeti, Ömer’in heybeti, Hamza’nın cesareti, Osman’ın asaleti, Ali’nin cengaverliği, Halid B.Velid’in teslimiyeti, Bilal’in “Ehadun Ehad” diyerek bağlılığındaki felaha kavuşması ve daha niceleri geldi geçti aklımda. Biz sadece Peygamber Efendimize “Rasul” kelimesiyle bakacak olursak bunların hiç birisini belki de anlayamayız. Ona tüm bir hayat güzelliği ve numunesi olarak bakarsak hem biz sahabe efendilerimiz gibi nimetlere kavuşuruz hem de asrımızın çirkefliklerinde boğulma ihtimalleri yüksek olan yavrularımızı ve nesillerimizi kurtarırız.
Ankara yakınlarında kabri bulunan Ali Semerkandi Hazretleri, Ebul Vefa, Merkez Efendi, Muhammed Emin Tokadi, Aziz Mahmud Hüdai, Kosova’da iç organları gömülü olan Murad Hüdavendigar Hazretlerinin varlıkları bize gideceğimiz yolun ne de şerefli ve büyük nimetlerle dolu olduğunu anlatmaktadır. Düşünebiliyor musunuz dostlar; her bir evliya zatın kabri başına gidip Rabbimize duada bulunurken dizlerimizin bağı çözülürcesine yere yığılıp kalmanın ve sanki hiçbir şey yok orada, sadece sen ve acziyetin var kabulüyle halden hale girmek ne de tarifi imkânsız duygulardan. Buna ancak Allah’ın rızasına yaklaşma duygu ve düşünceleriyle ulaşılabilir. Ali Semerkandi Hazretlerinin makamının girişinde “Edeple Gelen Lütufla Döner” ifadesindeki deruni anlamı kavrayabilmek tam da demek istediğimizi özetler niteliktedir.
Bizler niyetlerimizle, edebimizle, dilimizle, elimizle, gönlümüzle ve değerlerimize olan bağlılıklarımızla asırlardır süregelen bir yolculuğun bu duraktaki müdavimleri olmaya niyet ettik. Niyetimizin halisane olduğundan asla şüphe etmiyoruz. Tek duamız Rabbimin bizlere bu niyette ve akıbetinde sabit kılmasıdır. Bundan daha öte bir zenginlik var mı sizce? Yoktur tabi ki yoktur. Kimse aramaya kalkmasın yoktur.
Kalın sağlıcakla…
Gökmen CAN / Eğitimci Sosyolog