Kadim dostlarımdan biriyle Çukurova Uluslararası Hava Limanında güzel bir dostumuzu karşılamayı beklerken koyu bir sohbete daldık. Ee, sıkıntı müşterek olunca üzüntüler ve çare reçeteleri de bizlerle birlikte “buradayım” diye bize kendini gösteriyor. Tabi bu kendini gösterme sadece bize has bir şey değil. Ben paylaştıklarımızın sadece kendimizde kalmasını istemeyip sizlerle de paylaşmak istedim. İstedim ki birlikteliklerimizi güçlendirip safları daha sık tutalım. Bu mukaddime bilgisinden sonra hazırsanız başlıyorum:
Günümüz toplumunda “aile” kavramı üzerine yapılan tartışmalar, bilinçaltımıza fark ettirmeden işleyen olumsuz kabulleri de beraberinde getirmektedir. Özellikle, “aile türlerinin” isimlendirilerek kategorilere ayrılması, sadece bir sınıflandırma meselesi değil, aynı zamanda zihinsel bir dönüşüm aracıdır. Bu dönüşüm, dilin yozlaşmasıyla birlikte, teknolojinin hegemonyasına girilerek medeniyetin temellerinin sarsılmasına yol açmaktadır. İlla ki bizden önce ve tüm dünyanın kabul ettiği sosyologların yaptıkları çalışmalar olsa bile “salt doğru” deyip kabul etmemiz beklenmemelidir. Müthiş estetik ve tadım özelliğine sahip olsa bile bazı besinlerin zehir dolu olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. “Aile” ile ilgili konu ve onların hakkında söylenenler de bu anlatmak istediklerimizin dahilindedir.
Kavramsal Tuzaklar: Aileyi Parçalara Bölüp Lime Lime Etmek
Sosyoloji literatürüne ve medyaya baktığımızda “çekirdek aile”, “geleneksel aile”, “modern aile”, “tek ebeveynli aile”, “yeni nesil aile” gibi terimlerle sıkça karşılaşırız. Bu sınıflandırmalar ilk bakışta çok masum görünse de gerçekte büyük bir bilinçaltı mühendisliğine hizmet etmektedir. Bana inanın dostlarım; görünenler her zaman masum olmayabiliyor.
Her kavram, ona yüklenen anlamlarla birlikte toplumsal bilinçte bir algı oluşturur. “Çekirdek aile” kavramı, geniş aile yapısının değişimler sonucunda “gereksiz” hale geldiği mesajını verirken, “tek ebeveynli aile” de normalleştirilerek “ideal aile” kavramının erozyona uğratılmasına kapı aralar. Hatta kapıları ardına kadar açmaktadır desek yanlış söylemiş olmayız. Kullanılan bu dil değişimi, toplumu “bilinçaltında” bir dönüşüme sürükler ve geleneksel değerlerin savunulmasını “gericilik” olarak etiketleyerek baskı altına alır.
Bu noktada, “dilin aile üzerindeki etkisini” anlamak için basit bir örnek verelim: Bir çocuğa sürekli olarak “parçalanmış aile” ifadesiyle büyüdüğü hatırlatıldığında, o çocuğun “aidiyet” duygusu nasıl şekillenir? Ailesinin eksik, bozuk veya kusurlu olduğu fikriyle yetişen birey, topluma sağlıklı bir aidiyet geliştirebilir mi? İşte bu tür kavramsal çerçeveler, insan psikolojisini ve toplumsal dokuyu derinden etkileyen sinsi tuzaklardandır.
Dil Yozlaşınca, Zihin de Peşinde Değişiyor
Dil, sadece iletişim aracı değil, aynı zamanda düşünceyi ve toplumsal yapıyı şekillendiren bir unsurdur. Kelimelerin değiştirilmesi, toplumun gerçekliği algılayış biçimini de değiştirir. Örneğin, geçmişte “aile reisi” denildiğinde sorumluluk bilinci taşıyan, ailesinin huzuru ve refahı için çabalayan bir figür akla gelirdi. Ancak günümüzde bu kavram “otoriter, baskıcı bir figür” olarak lanse edilmekte, hatta bazı ülkelerde bu tür ifadeler hukuki olarak “cinsiyetçi” kabul edilerek yasaklanmaktadır. Böylece, liderlik ve sorumluluk kavramlarının içi boşaltılarak ailedeki otorite dağılımının belirsizleştirilmesi ve çatışmaları artırmaktadır.
Benzer şekilde, “ev hanımı” terimi geçmişte saygın bir statüye sahipken, bugün bilinçaltımıza “ekonomik bağımlılık” çağrışımıyla yüklenmekte ve kadınları iş gücüne zorlayan bir algı dayatılmaktadır. Bunun sonucunda, çocukların bakım ve eğitimi ikinci plana atılmakta ve nesiller arası kopukluklar derinleşmektedir. Yanlış anlaşılmasın bizler kadınlarımızın, kızlarımızın tahsillerine ve elzem olan mesleklere bile adım atmasınlar demiyoruz. Dediğimiz şey sadece kelimeler üzerinde günümüz popüler kavramıyla anlatmaya kalkarsak “tro” vari çalışmaların süslü zehirlerine kurban edilmeleridir.
24 Saatimizin Hakimiyetini Sağlayan Teknoloji: Yeni Düzenin Aileyi Yutma Planı
Dilin yozlaşmasıyla başlayan süreç, teknolojinin hegemonyasına girilmesiyle daha da hızlanmaktadır. Akıllı telefonlar, sosyal medya ve yapay zekâ destekli platformlar, aile içi iletişimi minimize ederken bireyleri dijital bir yalnızlığa mahkûm etmektedir. Bir zamanlar akşam sofralarında bir araya gelen aileler, bugün yemek yerken bile ekranlara gömülmüş durumdadırlar. Eskiden “anne-baba sohbetleriyle” beslenen çocuklar, şimdi YouTube videoları, TikTok içerikleri ve algoritmalar tarafından yönlendirilmektedir. Aile içi değerlerin kuşaktan kuşağa aktarılması, sosyal medya figürlerinin yönlendirdiği yapay değerlerle değiştirilmekte ve bir medeniyetin temelleri sessizce ama derinlerden sarsılmaktadır. Örneğin, teknolojik devrimle birlikte “dijital ebeveynlik” kavramı yaygınlaşmış, birçok aile çocuklarını susturmak için onlara tablet veya telefon vermeyi bir çözüm olarak görmeye başlamıştır. Bu durum, çocukların sabır, empati ve derinlemesine düşünme yetilerini zayıflatırken, yüz yüze iletişim becerilerini köreltmektedir. Bir zamanlar büyükanne ve dedelerinden masallar dinleyerek büyüyen çocuklar, şimdi yapay zekâ tarafından oluşturulmuş içeriklerle beslenmektedir. Pardon, zehirlenerek büyütülmektedir.
Ve Medeniyetin Çöküşüyle Ailenin Yok Olmaya Yüz Tutmaya Başlamasının İlk Adımları
Tarihte birçok büyük medeniyetin çöküşü incelendiğinde, aile yapısının zayıflaması bu çöküşün en büyük habercisi olmuştur. Roma İmparatorluğu, Bizans, Osmanlı gibi büyük imparatorlukların son dönemlerinde aile bağlarının zayıfladığı, ahlaki çöküşlerin hızlandığı ve bireyciliğin arttığı görülmektedir. Bugün de benzer bir süreç yaşanmaktadır. Bu sebepledir ki birkaç yazı öncesinde “Birey ve Kişi” kavramlarının farklarını dile getirmiştik.
Batı toplumlarında boşanma oranları %50’yi aşmış, evlilik dışı doğumlar artmış ve aile birliği giderek zayıflamıştır. Aynı süreç, kültürel dönüşüm yoluyla Doğu toplumlarına da empoze edilmekte ve “özgürlük” adı altında aile yapısının temelleri aşındırılmaktadır. Ancak özgürlük kavramı yanlış yorumlanarak bireyci, sorumsuz ve tüketim odaklı bir nesil yetiştirilmektedir.
Tarih boyunca, büyük ideolojiler ve imparatorluklar yıkılmış ancak aile kurumu ayakta kaldığında toplumlar yeniden inşa edilmiştir. Ancak bugün, aile yıkılmakta ve yerine “bireyci”, “yalnız”, “aidiyet duygusundan yoksun” nesiller yetiştirilmektedir. Bu, sadece bir kültürel değişim değil, aynı zamanda bir medeniyetin intiharıdır. Dikkatinizi bir şeye çekmek istiyorum: Günümüz Ortadoğu coğrafyasındaki işgaller ve bunların neticeye varamamasının temelinde, o bölgedeki halkların, kültürlerin “aile” mefhumlarına vazgeçmeden sımsıkı tutunmalarından kaynaklanmaktadır desek isabet ettirmiş oluruz. Nereden mi biliyoruz? Elimizden geldiğince takip etmeyi ve incelemeyi bırakmadık.
Feryada Kulak Verelim ve Hep Birlikte Feryat Edelim: Sorumluluklarımızı Yerine Getirelim
Aile, sadece bir evde yaşayan kişilerin toplamı değildir; o, toplumun temel taşı, medeniyetin de sigortasıdır. Dilin yozlaşması, aile kavramlarının bölünerek bilinçaltına olumsuz mesajlar yüklenmesi ve teknolojinin insan ilişkilerinin önüne geçmesi, sadece bugünü değil, geleceği de tehdit etmektedir.
Bir sosyolog olarak feryadım şudur: Aileyi korumak, medeniyeti korumaktır. Dilimize sahip çıkmalı, kavramlarımızı bilinçsizce değiştirmemeli ve teknolojiyi aile değerlerine hizmet edecek şekilde yönlendirmeliyiz. Aksi halde, köklerinden koparılmış bir toplumun yıkımı kaçınılmaz olacaktır.
Kalın sağlıcakla…