-Hemşerim yolculuk nereye? Kumbaraya mı gidiyorsun?
-Burası senin kaçıncı istasyonun? İstasyon mu ne?
-Nerelere uğradın şimdiye kadar? Kimlerdendin ki?
-Neden cevap vermedin; yolculuk kumbaraya mı? Biriktirdiklerinle mi karşılaşacaksın?
– Peki biriktirdiklerinle karşılaşmaya hazır mısın? Söyle söyle hazır mısın?
-Kumbara deyince nasıl da gözlerin fal taşı gibi açıldı. Aklına ne akçeler ne liralar ne külçeler geldi değil mi? He he…Bekle bekle…Bekle görürsün kumbaranın içindekileri!
Her yaş bir istasyondur ömürde. Her yaştaki istasyonların niteliği de felsefesi de hükmü de farklı oluyor. Bazı istasyonlarda gözlerine bakıp da merhamet görmediğimiz nefes alanları, ileriki istasyonlarda kumbaraya doğru sarıp sarmalayıp karşılaşacağımız güne kadar kumbaraya emanet etmek için koşar adımlarla bir ağızdan ilerliyoruz kumbaradaki paydaşlarımızla.
-Annem deyip mi ağlattın yoksa; “ah evladım ah” diyerek mi ağlattın?
– “Kîl u kal” diyerek mi ağlattın gözleri…Hem de en mahzunundan kırarak kalpleri.
-Maddiyat benim için önemli değil diyerek mi sakladın yoksa kağıtlara duyduğun renk sevdanı?
– “Benim” diyerek başladığın tüm tercihlerinin ederiyle karşılaşacağını mı unuttun nefes alırken? Hadi o zaman sana kolay gelsin diyeceklere de söyleyecek bir şeylerin olsun da! Hadi hadi görelim hadi! Dinliyoruz seni!
-Aklınla ukalalaşıp kalbinle övündüğün kaçıncı istasyonda ineceğini bilmeden bu pervasızca gidişin bir sonunun olmayacağını mı zannediyorsun? Güldürme beni güldürme! Herkesin, istisnasız birikim yaptığı yerde paylaşılacak anların kaçınılmaz anlarına doğru hazırlık mı yapmadın? Yoksa kumbaram yok diye mi düşünüyorsun? Çok ama çok tuhafsın be kanka.
-Kimlerin sesini duymamıştın? Belki de hepsi seni bekliyor kumbarada!
-Kimlerin gözyaşlarına kör bakmıştın? Işıklar mı yoktu yoksa kalbin mi zifiri karanlıktı?
-Kalbini yedi kule zindanlarına mı emanet etmiştin? En vicdansızlığından kararınla.
-Yoksa kandırdıklarının sayısını mı unuttun? Merak etme kumbarada göreceksin. Dedim ya hani en başta; hepimiz biriktiriyoruz, hem de bir zerresi kaybolmayacak şekilde biriktiriyoruz.
-Yoksa “Bilal ve Nazire’yi” duydun da “amaaaan” mı dedin? Onları da mı ciddiye almadın? Görünenin arkasına inecek kadar uzun değil miydi akıl halatların?
-Sahi kaçıncı istasyona geldin?
-52. İstasyon mu? İniyor musun? Şey, pardon indiriliyor musun? Ne yani dönülmez akşamın ufkunda “o mahur bestenin” tınısı mı seni 52.oturumda kumbaraya indiriyor? Tamam! Müsaade senindir diyoruz, müsaadenin esamesinin okunmayacağı yolculukta.
-Dur, dur! Bak ne diyeceğim! Gittiğin yerde şok olacaksın. 52 istasyon boyunca biriktirdiğin; hem de var ya, bilinç altına mahkûm ettiğin o kadar çok şeyle karşılaşacaksın ki anlatamam. Kandırdıkların, kandırmaya çalıştığın, kandırdığını düşündüğün, görmez sandığın, göremez sandıkların, bilemezler ve bilmeye muktedir olamazlar dediğin öyle kimselere rastlayacaksın ki, adeta abandone olacaksın bak! Demedi deme.
-Koltuk vermeyecekler sana. Hele ki önden buyurun lafını hiç duymayacaksın. Aa hocam hoş geldiniz, sizi çok seviyorum, emriniz olur ibareleri yerini sana yapışacak olan mahlukalar alacaklar. Onları göreceksin ama para etmeyecek fırtınaların. Yaa, öyle kolay olmayacak biriktirdiklerinle karşılaşmak.
-Fazla tutmayalım biz seni! Bekleyenler vardır seni şimdi. Senin omuzlarda getirip emanet ettiklerin gibi sen de şimdi emanete bırakılacak bir kumbara birikimisin. Bakalım artık, kaçıncı istasyonda kimler gelecek sana. Kimler gözüne ve gönlüne şaşkın şaşkın bakacaklar da hiçbir ses işitemeyeceksin.
-Kim derdi ki “günaydın hayatım” diye başlayan bir günün ortasında, 52.istasyonun sonbaharında biriktirdiklerinle karşılaşacağın, açılan kumbara ile yüz yüze geleceğin değil mi?
-Sahi, siz bu yazıyı okuyan nefes alan kimse; siz kaçıncı duraktasınız? İnmenize kaç var? Kimse “inmemi 5 geçti” demesin. Bu yolda duraklar şaşmaz. Hele ki biriktirdiklerin hiç kaybolmaz.
Yaşayın sağlıcakla, inin istasyonunuz da sağlıcakla ve karşılaşın biriktirdiklerinizle sağlıcakla…
Gökmen CAN / Eğitimci Sosyolog