Genç kadın ağabeyine sorar:
-“Ağabeyim nasılsın?”
Orta yaşı geçmeye ramak kalan adam şöyle cevap verir:
-“Elhamdulillah, şükürler olsun iyiyim.”
Genç kadın rahat etmeyen, endişe duyan duygular ve ses tonuyla tekrar sorar:
-“Ağabeyim gerçekten mi iyisin yoksa iyiyim demek için mi “iyiyim” diyorsun?”
Adam yılların yorgunluğu, olgunluğu ve kazanımlarıyla kardeşine şu cevabı verir:
-“Nasıl iyi olmayayım ki? Düşünsene bacı, gözlerim görüyor, kulağım duyuyor, dilim dönüyor, elim ve ayağım tutuyor, vicdan muhasebesi yapan merhametli bir kalp nimetine sahibim. Nefes almak gibi paha biçilemez bir servete sahibim. İman nimeti bahşedilmiş ve bildiğimiz ölçülerde helal haram ayrımına dikkat ediyoruz. Sevmeyi bilen bir yürek, kötülükten uzaklaştırıp iyilikle meşgul olmaya çaba gösteren bir gönül diline sahibiz. Gökyüzü altında ve toprak üstünde emrimize amade edilen bunca nebatat ve hayvanata sahip olan bizler iyi olmayıp da ne yapacak? Tabi ki de iyi olacağız. İyi olmadığımızı söylersek dilimizden, kalbimizden, aklımızdan, irademizden ve teslimiyetimizden şüphe etmeliyiz. Yoktan var edilen bizlere, yine yoktan var edilen nimetler verilmiş ise bizlerde baki olmayan mahlûkatlar olarak şükrün gereğini yerine getirmeliyiz.”
Genç kadın duraksadı. Sessizlik çöktü ahizenin iki tarafına da. Kadın sonra sözüne devam etti:
-“Ağabeyim MeşeAllâh seninle gurur duyuyorum. Önceki sen ile şimdiki sen arasında o kadar bariz bir fark var ki… Adeta hayatını yeniden şekillendirmişsin. Bakış açının güzelliğinden telkinlerine varıncaya kadar baştan sona değişmişsin. Allâh sana hayırlar ihsan etsin ve dünya ahiret sıkıntılarını gidersin.”
Adam, kardeşinin bu sözlerine son birkaç cümlecik ile cevap verdi ve şunları söyledi:
-“Bacım anlayan Allâh’ın takdiri ile anlamıştır. Anlamayan da umarım bir gün anlar. Ezeli takdir ne ise yaşanacak olan da odur. Bizlere düşen görev, her mevsimi kendi güzelliğinde yaşayabilmektir. Yaşadığın her mevsimden şikâyet etmek yerine, o mevsimden neler öğrenebilirizin çabasına düşmeliyiz. Yaz mevsiminde sıcaktan bunalırken ve geç saatlerde hava kararırken o mevsimin nimetlerinden kışa hazırlık yapmalıyız. Önümüzde yaşayacağımız kış mevsiminin gecelerinin kıymetini anlarız. Dünyadaki 35 derecelik bir sıcağa dayanamayan bu beden ve ruhun cehennem ateşinden uzaklaşarak selamete ulaşmanın yollarına bakmalıyız. Kış mevsimini bir ganimet bilmeliyiz. Kış mevsiminin gündüzüne ve gecesine; ibadet etmede, tefekkür etmede ve kulluk vecibelerini yerine getirmede daha bir gayret-i aşk içinde olmalıyız. İlkbaharı yeniden doğuş, silkeleniş, canlanış, yeni ve yerinde başlangıçlar olarak görmeli ve ömrün gençlik yılları gibi görmeliyiz. Ona göre amel defterini doldurma peşinde olmalıyız. Sonbahara ise 35 yaş sonrası gibi muhasebenin telafi yönündeki yapılacaklarına bir fırsat olarak bakmalıyız. Hülasası bacım, biz mükellef olan bir varlık olarak gerektiği gibi yaşamalıyız.”
Ne güzel bir hasbihal değil mi? Genç kadın ağabeyini çok seviyor ve merak ediyor. Onun huzurlu ve mutlu olmasını istiyor. Ağabeyi belki de şikâyet etseydi, onun dertleriyle dertlenecek ve üzülecekti. Çareler arayacaktı. Belki de muhtemelen uykuları bile kaçacaktı. Ama öyle olmadı. Ağabeyi kardeşini üzmedi. Üzemedi. Bahşedilen nimetin gereğini yaptı. Sadece baktığı pencerelerin sayısını ve yerlerini değiştirdi. Öyle ya, her ne kadar iki adet gözümüz olsa bile bakacağımız yerlerin çokluğu hayatımızı rayına koyacaktı. Ağabeyi de bunu yaptı. Yani kardeşine ve kendisine yakışanı yaptı.
Bizler hayatının her anını yaşanmaya değer kılıp, beyhude bağlanmalara fırsatlar vermeyerek güzellikler dolu gül bahçesi içinde bahçıvan olmalıyız. Başına ya da saçlarına gül takan bahçıvan gördünüz mü? Ben şahsıma görmedim. Takmasına da lüzum yok. Çünkü gül bahçesi onun bir eseridir. Gülleri baş tacı yapan kimseler başkalarıdır. Onlar takarken bir yandan da bahçıvanı takdir ederler. Her ne kadar takdir edilmek için yapmasak bile kulluk bilinci içerisinde yaşamayı sürdürmekten vazgeçmemeliyiz.
Kalın sağlıcakla…
Gökmen CAN / Eğitimci Sosyolog Yazar