Bazı cümlelerin çıkartılması hayatımıza pozitif etkide bulunacaktır. Çünkü cümle dediğimiz şeyler hem aklımızı hem de psikolojimizi etkiler. Bugün sabah çalıştığımız büroda Fatih ve Buket öğretmenlerimizle sabah kahvelerimizi içerken yine sohbetimiz aldı başını gitti. Aldı başını gitti derken de yanlış anlamayın, bilinmeyen ya da havaya uçan sözlerin sarf edildiği bir atmosfer oluşmadı.
Çoğu zaman “Allâh kahretsin” diye başlayan ve içimize yeisleri akın akın yerleştirmeye çalışan olumsuzluk ve negatiflik pompalayan izleri hayatımıza kazıyoruz. Bertaraf edemeden bu kazıma işlemini devam ettirmeyi sürdürürsek vay bizim halimize. Çünkü bizi esir alan ya da bizi kötü olan şeylere sürükleyen duygu ve düşüncelerden sıyrılmadıkça normali yakalayamayız. Akıl ve kalp arasında sıkışık kalmak aslında bizim kendimizle olan çakışmalarımızın zemininde bulunan şeylerdir. Her durumu akılla çözemeyeceğimizin idrakine varmalıyız. Aynı zamanda her olaya duygusal bakamayacağımızı bilmemiz gerekir. Çünkü insan tek yönlü bir varlık değildir. Ne salt akılla var olabilir ne de sadece duygusallıkla yol alabilir. Söylediğimiz bu iki şeyden birine tutunup yola koyulmak çıkabilecek sorunlara hep “Allâh kahretsin” moduyla yaklaşmamıza neden olacaktır.
İstediğimiz şeyler olmuyor mu? Umutsuz olmayın. Olmayan şeyler belki daha iyisi ile bize doğru koşuyordur. Çok acı çektiğimizi mi düşünüyoruz? Belki geri kalan ömrümüzdeki acıları peşinen yaşıyoruzdur. Başımıza musibetlerin çok geldiğini mi söylüyoruz? Sabırla kişiliğimizin olgunlaştığını düşünün. Anlaşılamamaktan mı şikâyet ediyoruz? Belki de bizim anlattığımız şeylerle ikna kabiliyetimiz ilerliyordur. Çok üzerimize gelindiğini mi haykırmak istiyorsunuz? Susmanın ve tevekkül etmenin nimetlerine erişeceğimizi kabul edelim. Aslında başımıza ne gelirse gelsin, bizler muhakkak pozitif bir pencere açabiliriz. Bakın 1939-1940’ta Erzincan’da yaşanan bir depremde vukuu bulan hadiseden bahsetmek istiyorum. Tam da anlatmaya çalıştığımız şeyle örtüşen bir yaşanmışlık. Olay şöyle cereyan etmiş:
Erzincan’da elinden geleni yapan ve sonra da tevekkülü yaşayan bir ihtiyar amca varmış. Başına ne musibet gelirse gelsin “bunda da bir hikmet vardır” dermiş. Yaşadığı köylülere de aynı telkinlerde bulunurmuş. Köylüler adamın bu yönünden şikâyet ederlermiş. “Acaba kendi başına bir musibet gelse, malına bir zarar gelse ne der” diye bir oyun organize etmişler. Köyün çobanıyla iş birliği yapmışlar. Çoban bir gün sabah koyunları alıp otlağa çıkmış. Akşam karanlık çökerken de köye inmiş. Yalnız yaşlı tevekkül ehli ihtiyarın koyunlarını bir yere saklamış. Köy meydanında hayvanlarını bekleyenlerin arasında bizim ihtiyar amcamız da var. Çoban gelmiş ve “bir hacet için sürüden biraz ayrıldım ve geldiğim de amcanın koyunlarının olmadığını gördüm ve karanlığa kalmadan, diğer koyunların başına bir iş gelmeden çıktım geldim” demiş. Bunu duyan ihtiyar amca; “üzülme oğlum bir hikmet vardır” demiş. İnsanların şaşkın bakışları etrafında oradan ayrılmış ve koyunları aramak için eşini almak için eve gelmiş. Hanımı; “ya boş ver, hava kararıyor” diye bahaneler sıralamış. Adam da karısını zor da olsa ikna edip koyunlarının peşlerine düşmüşler. Artık kaç saat geçmişse bilinmiyor ve yorgunluktan bir ağaç dibinde uyuyakalmışlar. Sabah uyandıklarında da ileride bir köyün olduğunu örmüşler. Yaşlı amca ve eşi köye gitmişler ve hâl hatır sorma faslından sonra köylüler yaşlı amca ve eşine bir ihtiyaçlarının olup olmadığını sormuşlar. Köylülerin tekliflerine teşekkür eden amca hangi köyden olduklarını da söylemiş. Köylüler amcanın köyünün ismini duyar duymaz şaşkın şaşkın birbirlerine bakmaya başlamışlar. Yaşlı amca bu gizemli bakışmaların nedenini öğrenmek için sorunca da köylüler; “sizin haberiniz yok mu, gece deprem oldu ve sizin köyden kurtulan olmamış” deyince, ihtiyar amca karısına dönüp; “hanım ben sana demedim mi bir hikmet vardır diye” demiş.
Gerçekten başımıza musibetler çokça gelebilir, çokça sıkıntıya düşebiliriz, hayallerimiz yarıda kalabilir ya da kurduktan hemen sonra suya düşebilir. Önemli olan kendimizi moral motivasyon olarak yüksek tutmamız gerekir. Cüzi irade sahibi olan bizler külli irade maliki olan Yüce Yaratıcıya iman ve teslimiyet noktasında tevekkül edebilmeliyiz. Bir an sonrasına bile hükmedemezken olayların yeri ve şeklini tayine tam muktedir olmadığımızı bilmemiz gerekmektedir. Yanlış anlaşılmasın sakın, her olaya yenik düşmeyi kabul edelim demiyorum; elimizden geleni yapalım ve hayırlısını isteyelim. “Allâh kahretsin” diyerek başlayan cümleler kurup da bize yakışmayacak eylem ve söylemlere mahal vermeyelim. Çünkü neyin bizler için hayırlı nelerin hayırsız olduğunu bilmiyoruz. Bildiğimiz şey; gerekeni sonuna kadar yapmak ve gerisini tevekkül etmektir. “Allâh kahretsin” ifadesiyle başlayan her cümle başta bizim sonra da çevremizdekilerinbilinçaltına ümitsizlik ve yeis olarak yerleşir. Bunu da unutmamalıyız.
Kalın sağlıcakla…
Gökmen CAN / Eğitimci Sosyolog Yazar