Bazen rahatlıklar korkuttu onları ve bizi, bazen de biz ve onlar rahatlıklardan bunalıp teknolojinin hapsinden firar etmek ister hale geldik. Bizi bizden alıp insan olma vasfından uzaklaştığımız zamanlara götürdü bizi bu hayal ötesi rahatlıklar. Geçmişte çok basit ve kolay, zahmetli ve rahmetli, yürekli ve bereketli şeyler sanki ulaşılamayacak bir hal aldı. Artık onları özler olduk. Artık onlara kavuşma arzusuyla yaşar hale geldik. Neler mi artık bizlere ütopya?
Aynı sofraya tüm fertlerin oturduğu, bir pilav ve bir ayran kâsesine daldırılan kaşıklarda birbirine bırakılan lokmaların yenilmemesinin verdiği o huzur artık bir ütopya.
Ramazan iklimini sonuna kadar yaşamak, sahura neşeyle kalkmak, iftara kadar güzelliklerle toplumsal ilişkiler yaşamak ve hep beraber huzuru kalp ile sofraya oturup sonrasında sahura kadar güzellikler yaşamak artık ütopya oldu.
Aile fertlerinin gülen gözlerle birbirlerine bakarak sohbet etmeleri, telefon ve internete esir düşmeden yaşamak artık bir ütopya.
Bayramlarda bayram tadı alıp da komşuları aile bilip önce onlardan başlayarak bayramlaşmak, akrabaları ziyaret edip büyüklerin büyük, küçüklerin de küçük gibi davranmaları artık bir ütopya.
Gidemediğimiz memleketimizdeki akrabalarımıza sevgi kokulu tebrik kartları artık ütopya.
Derdiyle dertlenip, derdimle dertlenip de yeri geldiğinde her türlü fedakarlığı yapan dostluklar artık ütopya.
Düşünüp üreterek, çalışıp didinerek “Ben” duygusu ve egosundan sıyrılarak “Biz” olmayı başarabilmek bir ütopya.
Çok çeşitli etmenlerle bozulan toplumsal yapının içindeki ahlaksız ve kişiliksiz insanların yaptığı yıkım neticesinde yolda, dolmuşta-otobüste gördüğümüz küçük çocukları sevmek, başını okşamak artık bir ütopya.
Dinimiz olan İslâm’da birlik ve beraberliğin korunması ile ilgili nice emir ve telkinler vardır. Aynı şekilde ailemizde, evimizde, okulumuzda, çevremizde, birlik ve beraberliğin önemini dile getiren konuşmalara çoğu zaman şahit olmuşuzdur. Evimiz bizim mutluluk dünyamızdır. Anne, baba ve çocuklar olarak, dinin emirleri üzerinde birlik ve beraberlik içinde hareket etmediğimiz takdirde evimizin yaşanmaz bir yer olacağını hepimiz tahmin edebiliyoruz. Anne babasını dinlemeyen çocukların bulunduğu, herkesin kendi başına buyruk, hiçbir sorumluluk taşımadan yaşadığı bir evi mutluluk yuvası olarak tanımlamak mümkün mü? O ev, olsa olsa bir pansiyondan farkı olmayan bir yerleşkeye benzeyecektir. İşte şimdi aynı mekânda olup aynı dünyayı paylaşmak bile ütopya olur haline geldi.
Tarihin doğrusunu, doğru kaynaktan; ilmin esasını, membaından; bilimi, tarafsız bilim adamından; sabrı, içinde yaşayanından; dili, hâkim olanından; yüreği, adaletliden; değerleri, yaşayanından almalıyız. Ne yazık ki bu sıraladığımız şeyler bile bazen bize ütopya gibi gelmektedir.
Sihirli, büyülü kavramlar etrafında olağanüstü şeylerin yaşanmasından daha öte, bizim kültürümüzün kahraman fedaileri, askerleri ve erleri birer ütopya gibi algılanmaya başlandı. Düşünün bir kere Malkoçoğlu, Kara Murat, Plevne Gazisi Osman Paşa ve adını bu sayfalara sığdıramayacağımız cengaver insanımız artık ütopik bir kahramanmış gibi algılanmaya başlandı. Neden? Çünkü gerçekle hayal artık birbirine karışmış durumda.
Salatalık, domates, marul, biber, elma, portakal ve mandalinanın gerçek kokularını almak artık bir ütopya. Sadece bir anlık rayiha kokusuyla genetiği bozulmuş şeyler yemek, Jetgiller çizgi filmindeki gibi haplarla yemek, meyve ihtiyacını karşılamak gerçek olup, gerçek bir tarım ürünü tüketmek ütopya oldu artık.
Uzaya yolculuğun çok kolay olup da bir üstteki komşuya çıkılmaması, çıkılırken de izin alınıp sizli bizli konuşma gerçeğinden tekrar komşuluğun aile gibi olma gerçekliğine dönmesi bir ütopya artık.
Öyle bir dünya olsun ki, her yeri huzur ve barış dolu olsun. Aç olan kalmasın tok olan da insanlığa yakışmayan bir halde olmasın. Güvenilir insanların yönetici olduğu, adaletin
Ömer’inki gibi adlandırıldığı zaman gibi olsun. Kimse kimseyi kandırmasın ve kimse kimseye zarar vermesin. Ailenin huzur mekânı olduğu ve en korunaklı yerin aile olduğu bir dünya olsun. Çalışana çalıştığının karşılığının verildiği, enerjilerin harcanıp dinamik kalındığı yaşamları hayal ediyoruz. Teknolojinin hayatımıza yeteri kadar girdiği ve hayatların teknolojiye hâkim olduğu bir dünya hayal ediyorum.
Uzakların yakın olduğu bu dünyada aynı mekânda bulunanların birbirlerinden binlerce kilometre uzak olmasını değil, Leyla ile Mecnun misali binlerce kilometre uzaklık olsa da arada sanki yan yanaymış gibi yaşanan bir hayatı istiyoruz. Başarmak çok mu zor? Asla değil. Sadece zaman alacak bir gayret ister, yürek ister, özveri ister, farkındalık ister, şuur ister, eğitim ister.
Bu toprağın insanı bunu yapmaya muktedirdir. Bu toprağın mayası sağlamdır. Bu toprağın insanının vicdanı, merhameti, sabrı ve çalışkanlığı başka bir toprağın insanının özelliklerine benzemez. Bu nedenle geçmişe güven, bugünde çalışma ve yarına ümitli bakma sacayağıyla başarabiliriz.
Kaybedilen insanlıkların tekrar bulunma çabası ütopya olan bu yaşamda tekrar babamın gerçeklerini yaşama ütopyası en büyük ütopyam olarak gerçekleştirme çabalarımdan olacak. İstersem, çalışırsam, anlatırsam inanıyorum ki BAŞARACAĞIM.
Gökmen CAN / Eğitimci Sosyolog