Ah dostlarım aahhh! Rüzgârda kaldım desem olmaz, fırtınada savruldum desem o da olmaz, kasırga ya da tayfun bile belki de az kalır şaşkınlığımı, şokumu ve dumura uğramamı anlatmaya. Yaşadığım, şahit olduğum olayın üzerinden günler geçti ama inanın daha atlatamadım ve belki de uzun bir süre daha atlatamayacağım. Dahası bu meselede toplum olarak “birliktelik ruhunu bu derece kaybeden gençleri ne ara yetiştirdik!” diye de soruyorum ve başta kendimi, sonrasında da ilgili tüm kimseleri Yüce Divana şikâyet edecek kadar üzgün, sinirli, morali eksilerde donup, düşünür haldeyim.
Geçen gün bir grup genç arkadaşla görüştük. Önceden ayarlanan bir buluşmaydı. Buluştuğumuz yer de gayet nezih bir mekândı. Buluşma mekânında gençlerle konuşmaya başlayınca kendimi “dünyanın en erken gol yiyen futbol takımı kalecisi” gibi hissettim. Ya Rabbi! Çok farklı atmosfer içinde geçecek birliktelikte, gençlerimizde; “kültürümüzün”, “inancımızın” ve “değerlerimizin” idrakinin olmadığını görmek, beni hemen uygun bir dil ile nasihat etmek zorunluluğuna sürükledi. Konuşmaya başlayınca bir gencin ağzından çıkan ve çok rahat bir şekilde kurduğu bir cümle beni adeta yerle bir etti. O an aklıma ecdadımın yedi düvele götürdüğü/götürmeye çalıştığı adaleti, huzuru ve güzellikleri düşündüm. Vatan uğruna, namus uğruna, şeref uğruna, kültürümüz adına ve dahi insanlık adına mücadele ettikleri Kurtuluş Savaşı, Çanakkale Zaferi, İstanbul’un Fethi, Malazgirt ve daha neleri ve neler geldi aklıma. 57. Alay geldi aklıma. Cepheler geldi. Libya, Filistin, Erzurum, Maraş, Çanakkale vb. cepheler ve oradaki atalarımızın durumları geldi aklıma. Aklıma, karşısına Filistin topraklarından bir karış satmasını istemek için çıkan Emanuel Karaso’yu huzurdan kovan II. Abdulhamid Han’ın geldi. “Bu topraklar halkımın, bu topraklar ümmetin” diyerek para ile satılamayacağını söyleyen Koca Sultan bir kez daha rahmet okuttu kendine.
Gençlere, ellerindeki tuttukları nesneler için “bu bizim kültürümüze ait değil, hele ki Filistin ve Gazze bu durumda iken bu keyfiliği nasıl düşünürsünüz” dedim ve gençlerden birinin verdiği cevap beni adeta nakavt etti. “Bana ne sanki benim memleketimde mi oluyor” deyince önce ne söyleyeceğimi şaşırdım. Kelime bulamadığımdan değil. Hazır cevap biriyimdir. Laf yapıştırmayı iyi bilirim yalnız bu ifade karşısında “lafların kâr edemeyeceği” umutsuzluğuna kapıldım.
“Nasıl ya!” dedim kendi kendime. Müslüman kardeşlerimiz orada zulüm görüyor, dünyanın gözü önünde 20 binden fazla Müslüman şehit edildi, on binlerce yaralı var, evler harabe ve hatta ev-mev kalmadı, bunu nasıl dersin diye çıkıştım birden. Şimdi bu mekânın bir köşesinde çıkan bir yangına müdahale etmeyelim mi? Ateş gelip bizi de mi yaksın? Ülkemin dört bir etrafı kuşatılmak istenirken ve kuşatılırken ve de bunu tüm dünya görürken, bu vatanın evlatları olarak bunu nasıl düşünebilirsiniz? Boykotu umursamayan, değerlerimizi sahiplenmeyen, emperyalist ve kapitalist dünyanın soygun düzenlerinin tuzaklarına düşmüş fakat farkına bile varmayan gençlik! Biliyorum herkes böyle değil ama bu kadar bihaber birini/birilerini görmek beni ziyadesiyle üzdü. Genç arkadaşımın adına üzüldüm. Ailesi adına, bizler adına üzüldüm. Müslümanların soykırıma/soykıyıma uğradığı ve din, tarih ve gönül birlikteliği olan kardeşlerimize nasıl bu kadar uzak olunur? Örnek alıyoruz diye övündükleri ve dilleri, kültürleri, değerleri, dili, dini ayrı olan insanların bile ayağa kalktığı bir insan kıyımında benim çocuklarımın kurduğu cümleler… Aman Allâh’ım! Ne de eksik yaşamış, eksik anlatmış, yanlış eğitmiş ve içi boş bir zihniyetin beceriksiz mimarları (!) olmuşuz.
Eee, anayı babayı huzur evine gönder sonra da “anneler babalar günü” de, bayramlarda büyükler akrabalar, konu komşu deme hiçbirine uğrama sonra “bayram” de, her türlü haksızlığı ve vicdansızlığı, kabalığı sergilediğin eşine karşı “kadınlar günü” de, hayvanlar üzerinden kazan da kazan yap sonra da “hayvan hakları”, kadir kıymet bilediğin ve hadsizlikte deneme tahtan ya da şamar oğlanın olan eğitimciler için “öğretmenler günü” de, ebeveynlik yapamadığın çocuklarına her türlü sıkıntıları yaşatırken “doğum günü” de… De oğlu de. Kapitalizm ve emperyalizmin sömürmesine gönüllü ol. Her türlü merhametsizliği yap ve sonrasında da bir hediye ile kandırdığını düşün. Sonucu ortada: Tarihini ve değerlerini bilmeyen bir gençlik. Peki, hepsi böyle mi? Değil elbet. Yalnız ciddi bir yapılanmaya ihtiyaç var. Özellikle eğitim öğretim alanında, düşünsel perspektifler ve yorumları alanında, kısacası “fabrika ayarlarımıza” döneceğimiz bir yapılanmaya ihtiyacımız var. Benlikte ve kimlikte öze dönüşe. Yüz binlerce arşivleri alt üst edip de çareyi reçeteleyecek bir konsültasyona ihtiyacımız var. Biz ve bizden olanlarla beraber ayağa kalkmaya ihtiyacımız var.
Kalın sağlıcakla…
Gökmen CAN / Eğitimci Sosyolog