(Gelenek, Modernleşme ve Dinî Hassasiyetler Üzerine Bir Değerlendirme)
Öncelikle bir itirafta bulunarak başlamak istiyorum. İtirafımla da gurur duyuyorum. Çünkü çivisi yerinden çıkmış şu düzenin içinde bizleri “doğru rotada” tutacak ve her daim “doğru” olanı hatırlatacak kimselere rastlayamıyoruz. Rastlayınca da “insanlık ve adamlık borcu” olarak en azından “ikrar” etmeli diye düşünüyorum. Çünkü “kabih” olanı methedenlerin olduğu bir yerde “iyiliği emredip kötülükten de nehyeden” kimselerin varlığını ikrar etmek en büyük erdemlerdendir diye düşünüyorum. Bu vecihle diyorum ki; “Eyi ki Varsın Üstadım.” Anladın sen oni, tanıdun kendini.
Tarih boyunca toplumlar, değişen dünya şartlarına uyum sağlamak adına kültürel ve düşünsel dönüşümler yaşamışlardır. Ancak bu dönüşüm, özellikle dinî değerleri temel alan toplumlar için önemli bir tartışma konusu olmuştur ve olmaya da devam etmektedir.
Gelenek ile modernleşme arasındaki “yüksek gerilim” durumları, İslam dünyasında da sıkça ele alınan bir mesele olup, birçok düşünür ve âlim konuya farklı perspektiflerden yaklaşmışlardır. Bugün dostum, “Ey uykuda iken kendilerini ayık zannedenler! Umûr-u diniyede müsamaha veya teşebbühle medenîlere yanaşmayın.” ifadesini yazdı. Bu temel düşünceyi ele alarak, modernleşme sürecinde dinî hassasiyetlerin korunup korunamayacağı konusunda birkaç kelam etmek istedim.
Öncelikle Dinî Kimlik ve Modernleşme Arasındaki Yüksek Gerilim Durumu
İslam toplumlarında modernleşme (!) süreci, Batı medeniyetiyle olan etkileşimin bir neticesi olarak ortaya çıkmıştır. Özellikle 19. ve 20. yüzyıllarda Osmanlı Devleti’nden başlayarak birçok Müslüman ülke, “modernleşme” adı altında Batılı değerleri benimsemeye yönelmişlerdir. Lakin bu süreç, toplum içinde önemli bir bölünmeye de sebep olmuştur. Gelenekçi kesim, dinî değerlerin yozlaşacağını ve toplumun kimlik erozyonuna uğrayacağını savunurken, modernleşmeyi savunanlar, çağın gerekliliklerine uyum sağlanması gerektiğini öne sürmüştür.
Dostumun yazdığı metindeki “Umûr-u diniyede müsamaha veya teşebbühle medenîlere yanaşmayın” ifadesi, Batılılaşmanın dinî kimlik üzerindeki olası tahribatına işaret etmektedir. Yani demek istiyorum ki, Batı’nın dünya görüşüyle İslamî bakış açısı arasında derin bir uçurum vardır ve bu uçurumun kapatılamayacağı gerçeğidir. Cümledeki düşünceye göre, modernleşme çabaları Müslüman toplumu ya tam anlamıyla Batılılaştıracak ya da kimlik krizine sürükleyerek dalalete düşmesine sebep olacaktır. Zaten nelerin döndüğünü görmeyen kalmamıştır. Kabullensek de kabullenmesek de her şey tarihin orta yerinde yaşanmakta ve yazılmaktadır.
Tarihsel Seyirde Medeniyet Algısı ve Dinî Duruş
Medeniyet kavramı tarih boyunca farklı şekillerde ele alınmıştır. İslam düşüncesinde medeniyet, sadece maddi ilerleme ile sınırlı olmayan, aynı zamanda ahlakî ve manevî değerleri de içeren bir yapıdır. Batı medeniyetinin yükselişiyle birlikte, Müslüman toplumlar bu yeni düzenle nasıl bir ilişki kurmaları gerektiği konusunda ikileme düşmüştür. Özellikle Osmanlı aydınları arasında bu konuda iki temel yaklaşım görülmektedir:
1-Batılılaşmayı reddeden ve İslamî değerleri korumayı savunan gelenekçi yaklaşım.
2-Modernleşmeyi gerekli gören ancak bunu İslamî değerlerle uyumlu hale getirmeye çalışan reformist yaklaşım.
Dostumun yazdığı ifadelerin içindeki “Ya siz de onlara iltihak edersiniz veya dalalete düşer boğulursunuz.” ifadesi, zannımca ve kelime bilgime göre Batılılaşma sürecinin getireceği kaçınılmaz sonuçları anlatmaktadır. Yani, modernleşmeyi benimseyenlerin eninde sonunda Batı’nın değerler sistemine teslim olacağını ya da kimlik bunalımı yaşayarak inançlarından uzaklaşacağını iddia etmektedir.
Modernleşmeyle Birlikte Dini Hassasiyetlerin Korunması Mümkün müdür?
Peki, sizce bir toplum hem dinî değerlerini koruyup hem de modernleşebilir mi? Aslında bu sorunun cevabı, modernleşmenin nasıl tanımlandığına veya anlaşıldığına bağlıdır. Eğer modernleşme, sadece teknolojik ve bilimsel ilerlemeyi kapsıyorsa, bunun dinî değerlerle bir çatışma içinde olması gerekmez. Ancak modernleşme, Batı’nın seküler değerlerini benimsemek olarak algılanırsa, bu durum Müslüman toplumlar açısından ciddi bir kimlik krizine yol açabilir.
Bazı İslam mütefekkirleri (isim vermek istemiyorum; konuyla ilgili kimseler hemen onları ve görüşlerini hatırlamışlardır), modernleşmenin dinî değerlere zarar vermeden de gerçekleşebileceğini savunmaktadır. İsim vermeyeceğim ama gerek Osmanlı gerek Pakistan gerek Mısır gerek Libya ve diğer bazı Müslüman coğrafyalarındaki düşünürler ve yazar çizerler, Batı’nın bilim ve teknolojisini alıp, kültürel ve ahlaki değerlerini reddetmeyi önermişlerdir. Ancak bu ayrımın pratikte ne kadar mümkün olduğu tartışmalıdır.
Nihayetinde dostlar, dostumun gönderdiği cümlede geçen ifadeler, modernleşme sürecinde dinî kimliğin korunması konusundaki endişeleri dile getirmektedir. Hani haksız da değil. Batı medeniyetiyle İslam toplumları arasında aşılmaz bir fark olduğu ve bu farkın kapanmaya çalışılması konusunda görüş ortaya koyanlar, Müslümanları kimlik kaybına uğrayacağını ileri sürmüşlerdir. Tarihsel süreç incelendiğinde, modernleşmenin dinî kimliği tamamen yok etmeden sürdürülebileceği görülse de bu sürecin dikkatli bir şekilde yönetilmesi gerektiği açıktır.
Yani Müslüman toplumlar için asıl mesele, modernleşme ile Batılılaşma arasındaki farkı doğru şekilde anlamak ve kendi değerlerini koruyarak gelişimi sürdürmektir. Aksi takdirde, ya tam anlamıyla Batı’nın bir parçası haline gelmek ya da kendi iç dünyasında bir bunalıma sürüklenmek gibi iki uç seçenekle karşı karşıya kalınabilir. Bu da “yokluk” anlamına gelir ki kimse karşı karşıya gelmek istemez.
Kalın sağlıcakla…