Dost meclislerinin tadına doyum olmuyor. Hele ki çalışma ortamındaki huzurlu dostlukların yeri bir başka oluyor. Çok özel ve güzel dakikaların yaşanması iç âlemimize sağladığı katkı ve devamındaki etkileri parayla satın alınamayacak bir tecrübe, bir rehber ve adeta tecrübenin ta kendisi oluyor.
Mesai arkadaşlarımızın varlığına şükredenlerden biriyimdir. Her sabah çalışmaya başladıktan sonra verilen ilk arayı sabırsızlıkla beklerim. Fatih Yücesoylu öğretmenimle yaptığımız teatiler gerçekten hayatıma katma değer sağlamaktadır. Hoş tüm çalışma arkadaşlarım öyle çok şükür. Ama Fatih hocamın tarihçi olması, tecrübelerinden ve ortak konulardaki sohbetlerimiz bir de Elif Ablamızınbirer fincan kahvesi ile birlikte yapılması kırk yıldan öteye açılan bir dostluk yolculuğu oluyor.
Bugün zamandan bahsettik. Zamanın geçiyor olmasından konu açıldı. Zaman içinde karşılaştığımız her türlü olaylardan konuştuk. Musibetlerin aslında biz insanları olgunlaştırıcı olduğundan dem vurduk. Aklıma bugüne kadar geçirdiğimiz zamanı getirdi. İlkokula (berberde çıraklık yaptığım zamanlarda) ustamın kardeşi Ramazan abimin beni yazdırdığını, ortaokula annemin elli lira vererek kayıt yaptırdığını, liseye ailemin Elazığ’da olması nedeniyle tek başıma kayıt olduğumu, üniversite yıllarımı ve ne zaman işbaşı yapacağım sahnelerini hatırladım. Mesleğe ilk başladığımda Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni Hakkı Hocamı hatırladım. Hocam derece ve kademe olarak 5/3 idi. Ben ise 9/1’de idim. Ne zaman ben de Hakkı Bey gibi 5/3’ü olacağım diye düşünürdüm. Ama şimdi iki yıldan beri devlet memurluğunda ¼ olarak son noktaya gelip beklemeye başladığımdan söz ettik. Fatih Hocam mesleğe ilk başladığında yapılan kutlamalarda en genç öğretmen olarak kendinin konuşma yaptığından ve ne zaman kendisinden genç bir öğretmenin geleceğini beklediğinden bahsederken, “yaşlandık hocam yaşlandık” demesi başka bir boyuta geçirdi beni. Adana’nın Hürriyet Mahallesinde büyüdüm. Bazı büyüklerin kendi aralarında tartışırken; “sözlerine dikkat et, senin karşında otuz iki yaşında bir adam var” sözlerini hatırladım ve o büyüklerimizin çoğunun toprak olduğunu ve şimdi bizim onların yerine geçerek mahallenin yaşlıları durumuna geldiğimizi hatırladım. Evet, zaman çok çabuk geçiyor ve bize her ne kadar “zaman geçmiyor” serzenişlerinde bulundursa bile sadece içinde yaşadığımız zaman dilimine has bir durum olmasından bahsettik. Çünkü çoğu insan; “geçmişin özlemlisi, bugünün dert yanlısı, yarının ise ümitlisi” olarak yaşar durur.
İnsan ömrünü nasıl ve nerede geçireceğini iyi tayin ve tercih etmeli. Elindeki imkanları doğru kullanarak geriye baktığında “şükredecek” şeylerle doldurmalı. 1980’li yılların sonuna doğru geldiğimizde yaşadığımız bir üzücü olayı hatırladım. Yaz mevsiminde sivrisinekle mücadelede araçlarla ilaçlamalar yapılırdı. Arka taraftaki komşumuzun ergenliğe girmemiş oğlu ilaç arabasının arkasına asılarak nasıl olduysa tekerleğin altında kalarak can verdiğini duyduk. Annesinin isyan eden cümlelerini duydum ve kulaklarımı kapattım. Aklıma hemen Peygamberimiz geldi. Bildiğiniz gibi Peygamberler en çok ve en ağır musibetlere uğrayan kişilerdir. Rasûlullâh’ın oğlu İbrahim vefat ettiğinde Peygamberimizin gözlerinden yaş geldiği ve sahibelerden birinin; “Ey Allâh’ınRasûlü, sende mi?” sorusuyla Peygamberimizin verdiği; “Göz nemlenir, kalp hüzünlenir ama asla Allâh’a isyan olmaz” cevabı geldi aklıma. Tamam çocuğu ölen bir annenin acısı çok büyüktür ama hiçbir acı Allâh’a isyan ettirecek kadar büyük değildir. Rahmetli babam on altı yıl önce gözlerimin önünde vefat etti, elimle morga kattım, salasını yazıp camilere verdim, sabah morgdan çıkarttım, yıkadım ve kefenledim, kabre indirdim ve üzerine toprak attım; acı mıydı, evet çok acıydı ama olaya “giden ebedi yurduna gitti biz misafir olduğumuz yerde kaldık” ve bizim de gideceğimiz yer orası olacak, “Allâh hayırlı dönüşler ihsan eylesin” demekten başka bir yaklaşım kalmıyor. Mesele bu kadar açık ve net. Kurtuluş, ancak dönüşün hayırlı olmasıyla ve bunun için de hayırlı bir ömrü idame ettirmekle olacaktır.
“Nedir zaman nedir; bir su mu bir kuş mu?
Nedir zaman, zaman nedir; iniş mi yokuş mu?”
İster iniş olsun isterse de yokuş, her nefis muhakkak ölümü tadacağı için, bu tadışın arkamızdan ağlayanlara rağmen bizim “vuslata ermek” tadına varmamızla olmasını sağlamalıyız. Dünya hayatı denilen yer için, “iki kapılı bir han misali birinden girdik diğerinden çıkıyoruz” diyerek güzelliklere, hayırlara, kurtuluşlara aralayacak bir yaşantıya bürünerek noktalamaya gitmeliyiz. Yüce değerlerden vazgeçmeyerek, bıkmadan, usanmadan, yılmadan, vazgeçmeden hep doğrulara yelken açmalıyız ve rotamız da sadece bunlar olmalıdır. Ne var ki bu yoldan döndürebilecek olaylar yok mu? Elbette var ve olacaktır da. Zaten imtihanın sırrına varırsak takip edeceğimiz yolu da biliriz diye inanıyorum. Yeter ki kılavuz kaptanı, birlikte yol alacağımız insanları ve sahip olmamız gereken değerleri iyi seçelim ve tercihlerimiz de kulluk bilincini göz önünde bulunduralım.
Kalın sağlıcakla…
Gökmen CAN / Eğitimci Sosyolog