Bu sabahsonbaharın verdiği hüzün ve ağaçların yapraklarını yavaş yavaş döküp sarardığı bir zamanda bahçede otururken, çocukluk günlerim aklıma geldi.
İlkokulyıllarımı düşündüm, top oynayacak bir sahamız olmadığı için, evimizin önündeki meşhur Çekerek caddesinde top oynadığımız günlere gidiverdim.
Çevremizden topladığımız taşlardan kale yapar, mahallemizdeki çocukları toplar ve eşleşmeler biter bitmez futbol maçına başladığımız o günleri tebessümle hatırladım.
Maç esnasında bağrışmalarımız, itişmelerimiz, sayılmayan gollerimiz, itirazlarımız,verilmeyen penaltılarımız…
En can sıkıcı şeyimiz ise o anoynadığımız caddemizden tek tük arabaların geçmesi idi, arabalar geçeceği zaman hepimiz olduğumuz yerde otomatik olarak saygı duruşu gibi durur ve arabanın geçmesi ile birlikte maça kaldığımız yerden devam ederdik.
Sanki cadde bizim tapulu malımız imiş gibi bir de arabaların arkasından hayıflanırdık.
Topumuzda naylondandı hani. Güçlü rüzgârda topa vurduğumuz istikamette değil, rüzgârınistikametine giderdi. Her maçta oynadığımız topumuz muhakkak patlar, yenisini almak için babalarımıza yalvarırdık ya da zaten çok az olan harçlıklarımızı toplardık.
Bazen de patlak topla oyun serüvenlerimize devam ederdik.
Yağmurların yağması ise bize ayrı bir oyun heyecanı verirdi.
Kâğıttan kayıklar yapardık, ya da çubukları yarıştırırdık. Çubukların peşinden nasıl da koşardık. Çocukluk işte…
Karın yağması ise ayrı bir heyecandı, yaptığımız kızaklar ile kayardık, oda olmaz ise ayakkabılarımız ile bir birimizi geçme yarışıma girercesine kaymalarımızı tamamlardık. Üstümüz başımız kardan dolayı su içinde kalırdı. Akşam eve gittiğimizde üşümüş, hatta hastalanmış ve annemizin şefkatli bakımlarına kendimizi mecburen bırakmış bir vaziyette bulurduk. Tabi ki fırçaları söylemiyorum.
Babalarımızın sokaktan geldiğini görünce her birimiz oyunu bırakıp koşarak gidip babalarımızın elindeki şeyleri almamız ise çok güzel bir davranışımız idi.
Bir gün olsun “oğlum eve gel” dediğini hatırlamıyordum rahmetli babamın. Baba eve geldiği anda bizde evlerde idik zaten.
Otomatik bir kontrol idi sanki.
Şimdi düşünüyorum da yokluklar içinde ama bir o kadar da mutlu imişiz, hatta varlıklar içinde yoklukları yaşıyoruz.
Çocukları bekleyen son derece lüks ama boş futbol sahalarımız yada oyun alanlarımızçokça var artık.
Topların ise en kalitelisini alabilecek maddi imkânlarımız var.
Çocuklarımızın ceplerinde harçlıkları yeterli.
Ama ne yazık ki çocuklarımızı sokağa gönderip oyun oynatamıyoruz,
Toprağa bastıramıyoruz,
Ellerinde ya bilgisayar, dizüstü bilgisayarı yada akıllı cep telefonları…
Adeta onlar ile yatıp onlar ile kalkıyorlar.
Beyinler uyuşmuş,
Bırakın topa vurmayı kendileri için su bile alabilmekten aciz bir duruma düşmüşler.
Geleceğimizden bazen korkuyorum,
Şu anki yeni neslin ise yetiştireceği kendi nesillerinin ne olacağından çok endişeliyim.
Bizler yokluklara rağmen elimize düşen her bir kitabı okuyup anlamaya çalışırken, yeni neslimiz evlerindeki dolu raflardaki kitapların sayfalarını bile çevirme zahmetinde bulunmuyorlar.
Okumadan gelecek olmaz ki,
Yetişmeden yetiştirilmez ki…
Bu problemlerin sadece bizim ülkemize ait olmadığını da biliyorum.
İş işten geçmeden bu problemleri geleceğimiz adına resmi kurumlar, gönüllü kuruluşlar ve şahıslar olarak çözmeliyiz.
Yoksa durum düşündüğümüzden de çok daha vahim olacak.
Oturduğum sandalyeden bahçemi seyrederken geçmişimi düşünüyorum da,
Bizler yokluklara rağmen çok daha şanslı bir çocukluk yaşamışız…
Prof. Dr. Hamdi Temel