”Çini sanatı; sanki estetik pistinde renklerin ateşle dansı gibi idi!”
Prof. Dr. Hamdi Melih Saraoğlu hocamızın daveti üzerine Kütahya Dumlupınar Üniversitesi’nde, “TÜBİTAK tarafından 2237B Proje Eğitimi Etkinliklerini Destekleme Programı kapsamında desteklenen Mühendislik ve Fen Bilimlerinde Araştırma Projesi Hazırlama ve Yürütme Eğitimine” katıldım. Doya doya çok güzel bir etkinlik ve eğitim gerçekleştirildi. Tabiki bu haftaki köşe yazımda proje eğitiminden bahsetmeyeceğim. Kütahya’ya gelip de çini sanatından etkilenmemek mümkün mü? Bu nedenle bu haftaki köşe yazımı eşsiz çini sanatına ayırdım.
Proje eğitiminin ilk günü akşamı bizler için sürpriz bir organizasyon gerçekleştirilmişti. Hamdi Melih hocamız daha önce tanıştığı çini sanatçısı Mehmet Gürsoy üstat ile bizleri buluşturdu. Mehmet Gürsoy, yurtiçi ve yurtdışında elliden fazla sergi açmış, eserleri pek çok müze ve koleksiyonda sergilenmiş, bugüne kadar yüzden fazla çırak ve öğrenci yetiştirmiş. Türkiye’nin yetiştirdiği en önemli çini sanatkârlarından birisi ile tanışmak bizler için unutulmaz bir andı. 1975 yılında bir köy okulunda öğretmenlik yaparken çini sanatıile karşılaştığını anlattıveçini motiflerini bir daha hayatından hiç çıkaramadı derken kullandığı kelimeleri adeta yaşıyordu. Bizlerde sanki hissediyorduk.
1986’da yapılan 1. Uluslararası Seramik Kongresi yarışmasında, birinciliği vazo ve tabak dalında, ikinciliği ise pano dalında kazandığını gurur ile anlattı. Aynı zamanda 2009 yılında UNESCO tarafından organize edilen “Yaşayan İnsan Hazinesi” (Living Human Treasures) ödülüne miras taşıyıcı kimliği ile layık görülmüş. Gürsoy“İznik Çinileri“denildiğinde akla gelen ilk isimlerdenmiş.
Çini sanatı vazgeçilmezlerimizden. Osmanlı tarihinden günümüze kalan en özel ve nadide miraslardan birisi. Ülkemizin hangi bir bölgesine gitsek, cami ve türbelerimizin duvarlarında bu sanat dalı ile karşılaşırız.Hatta yurt dışı müzelerinde bile bu çini sanatına ait muhteşem eski eserleri görebilirsiniz.
Köşk ve sarayların dış ve iç cephelerini de süslemektedir. Literatürlerde “seramik sanatı” olarak da adlandırılmaktadır. İnce detaylar ile işlenen ve işlenen objelere hayat veren Osmanlı tarihinin en gözde sanat dalı, günümüze kadar değerinden bir şey kaybetmeden devam etmektedir.
Tarihte Karahan’lılar tarafından bu çini sanatı geliştirilmiş, daha sonraları diğer Türk devletleri tarafından da geliştirilmeye başlanmış. En parlak dönemini ise Osmanlı Devletinin kuruluşunda yaşamış. Anadolu Selçuklu Devleti ve Büyük Selçuklu Devleti, hâkimiyet altına aldığı yerlere cami, medrese, saray inşa etmişler ve bu sanatı, mekânların çeşitli bölgelerine yansıtmışlar. İznik Yeşil Cami, Bursa Yeşil Cami, Bursa Muradiye Camisi, Edirne Muradiye Camisi, Edirne Şah Melek Paşa Camisi, Çinili Köşk, İstanbul’da Yavuz Sultan Selim Camii ve Türbesi, Haseki Medresesi, İstanbul Mahmut Paşa Türbesi, Osmanlı Devletinin İlk örneklerini taşımaktadırlar. Daha çok geometrik desenleri yansıtan eserler, zamanla daha farklı bir boyut kazanmış. Bitkisel kökenli desenler, yazılar, lacivert, sarı, türkuaz, siyah gibi renkler, bu sanat dalında daha çok kullanılmıştır.
Meşhur Mimar Sinan’da Çini sanatı ile ilgilenmiş. Her eserinde bu sanat dalından eserler kullanmış. Hürrem Sultan inşası en güzel örneklerinden birisidir.
Son yıllardamakinelerin üretilmesi ile porselen süslemesinde kullanılmaya başlanmıştır. Kütahya’da hala gündemde olan sanat dalı, seramiğe can veriyor. İznik’te ise aynı gelenek ile sürdürülmeye ve orijinal yapımı değişmeden devam etmektedir. Şimdilerde ise özellikle hanımların dikkati çeken çini sanatı, kurslarda ders olarak gösterilmektedir.
Son yıllarda herkes sanatsal faaliyetlere önem vermeye başlanmış, çini sanatını da ülkemizde çok daha önemli bir konuma getirmemiz gerekmektedir.
İznik ve Kütahya’ya sıkıştırılmamalı bu şaheser sanat diye düşünüyorum. Tüm ülkemizin her köşesine kadar yayılmalı, kurslar düzenlenmeli ve tarihimizi anlatan ve yaşatan estetiksel ürünler geliştirilmelidir.
Artık çini eserlerini izlerken çok daha farklı düşünüyorum. Adeta farklı bir âlemlere dalıyorum. Çünkü çini sanatı bir göz musikisi imiş ve gözler şifa buluyormuş. Etkilenmemek elde değil.
Köşe yazımı şu şekilde özetleyebilirim:
Çini sanatı; sanki estetik pistinde renklerin ateşle dansı gibi idi.