Dedim ya işte onlar “düşler ülkesinde” imiş
Zamanın birinde ve uzak bir diyarda bir ülke varmış ve orada insanlar çok mutlu bir şekilde hayatlarını devam ettiriyorlarmış.
Herkes birbirine çok saygılıymış, kırmadan fikirlerini söylermiş, hür ve adaletli bir şekilde hayatlarına devam edermiş.
Haram diye bir kavram yokmuş onlarda, çünkü helal dairesi keyfe kâfi imiş.
Kimse kimsenin sözünü kesmez, herkes birbirini sonuna kadar dinler, gerek gördükleri yerde söze karışır, kalpler kırılmayacak şekilde muhabbetleri devam eder gidermiş.
En ilginç olanı ise insanlar konuşurken, sanki şairane kelimelerini dile getirirlermiş, edebi cümleler kurarak insanların gönüllerine girerlermiş.
Her zaman ellerinde edebi kitaplar ya da bilim ve teknoloji ile ilgili gazete veya dergiler varmış.
Bilgi birikimi adeta hafızalarına yüklenmiş. O bilgi dağarcıklarından ise kötü sözcükler asla çıkmazmış.
Birbirleri ile ülke menfaati ve daha iyi nasıl yaşanılabilir noktasında fikir alış verişleri yaparlarmış ve hep münazaraları olumlu sonuçlanırmış. Sosyal, kültürel ve ekonomik anlamda hem kendileri hem de ülkeleri geliştikçe gelişirmiş.
Sokakların sağında ve solunda sanat sokakları varmış, herkes el becerilerine göre ya resim atölyelerinde çalışırlar, hayal dünyalarını geliştirirler ya da müzik salonlarında becerilerini geliştirip musiki deryasına girerek makamlar ile hem hal olurlarmış.
Ülkelerindeki trafik akışlarında asla korna sesi duyulmazmış, hiç kimse birbirine saygısından sollama yapmaz, trafik de yavaş akarmış. İlginç olanı da bu yavaş trafikten dolayı kimse işine geç kalmazmış. Yüzlerinde gülücükler eksik olmaz,stressiz bir ortamda yaşarlar, küfür dağarcıkları iseyok denecek kadar azmış.
Hırsızlık diye bir kavramı kimse bilmezmiş, başkasının malına kimse göz dikmez, herkes birbirinin malını kendi malı gibi gözetip kollarmış. Hep sevgi ile yaşarlarmış.
Sokaklarda aç insan bulunmazmış, kim “açım” dese herkes birbiri ile yarışa girer, evinde Allah ne verdi ise ve ne pişti ise hiç çekinmeden paylaşırlarmış. Dostlukları bitmez hazine imiş.
Dilencilik ayıplanırmış, sessizce “ihtiyacı olan gelsin benden iste, neden tanımadığı kimseden birşeyler istiyorsun ki” diye dilencilik edenleri tatlı bir şekilde uyarırlarmış.
Küçük çocuklar o kadar hürmüş ki oyun bahçeleri ve parklar onların adeta emrine sunulurmuş, neşeli sesleri taa diğer sokaklardan duyulurmuş, herkes çocukları kendi çocukları imiş gibi korur, kollar ve severmiş. Kimse çocuklara ne kem gözle ne de başka bir kötü düşünce ile bakamazmış. Masal âlemleri sanki onların hayatları imiş.
Dedeler ve nineler bastonları ile akşam yürüyüşlerini yaparlar,sabahları da bahçelerinde kendilerine has ürünler yetiştirirlermiş.Yetiştirdikleri domatesleri ayrı bir renkte imiş, kokusuayrı bir koku, meyveleri ise tadından yenmezmiş. Çünkü sevgilerini, emeklerini ve neşelerini katarlarmış bahçedeki ürünlerine. Bakım evleri diye bir yer yokmuş kelime dağarcıklarında.
TV ya da radyo programları hep eğitici imiş, şiddet veya kan göremezmişsiniz. Yarışma programları bile belli bir ahlak çerçevesinde imiş. Özel hayata girilmez, kimse hakkında yalan ya da iftira haberleri gazetelerde yapılmazmış. Her zaman doğruluktan yana olurlarmış. Mahkeme salonları bomboşmuş.
Orada da seçimler olurmuş tabi ki. İktidar ve muhalefet partileri beraberce mitingler düzenler, doğrulara doğru, yanlışlara da yanlış derlermiş. Birbirlerine saygılarından “önce siz konuşun” diye sıralarını vermeye çalışırlarmış. Herkes devlet için görev almaktan korkar;“şu başarılı kişi yapmalı, çünkü o kişi benden daha başarılıdır” diye birbirlerini göreve çağırırlarmış. “Ya ben verilen görevde başarısız olursam, bilmeden yetimin hakkını yersem, ya da benim haberim olmadan birisine zulüm edilir ise, ben yarın bunun vebalini nasıl çekerim ya da milletimin, eşimin veya dostumun yüzüne nasıl bakarım” diye herkes makam ve mevkiden kaçarmış, benden daha layıkları var derlermiş…
Dedim ya işte onlar “düşler ülkesinde” imiş…