Devlet, milletin bir araya gelerek oluşturduğu birlikteliktir. İnsanoğlunun meydana getirdiği en karmaşık ve en önemli örgütlenmesidir. Devletin varlığı, milletin yaşaması ve güçlü olmasına bağlıdır. Şeyh Edebali’nin Osmangazi’ye söylediği gibi “Ey oğul! İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.”
Devlet; insanların oluşturduğu yaşam alanını, haklarını ve davranışlarını koruma altına almaya endeksli bir yapıdır. Varlığındaki gaye kendini oluşturan insanların âli menfaatlerini korumaktır. Gerek içyapıda gerekse de diğer devletlerin olduğu dış platformlarda devlet için asıl mesele devletin kendisini, yani insanı korumaktır. Milli birliğin en üst seviyede tesis edilmesi önemli bir husustur devlet için.
Geçen gün, yaklaşık dört gün önce aklıma bir şey geldi ve bu yazdıklarım, aklıma gelen o husus üzerine kaleme alındı. Devlet ve halkı arasındaki ilişkiye “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” penceresinin dışında niye bakmıyoruz. Hani klasik bir cümle vardır ve çoğu zaman esprilerde yerini alan bir söz. Diyorlar ya; “Her şeyi devletten beklememeli” ifadesi bence önemli ve içi dolu olan bir sözdür. İşte bu söze istinaden acaba biz bu “yaşatma” olayına neden “Devleti yaşat ki insan yaşasın” penceresinden bakmıyoruz? Yani neden bir şeyler yapılmasını hep karşımızdakilerden bekliyoruz. Yani neden hep korunan olmak istiyoruz? O kadar mı aciz ve güçsüz bir yaşama sahibiz!. Neden bir kişi ya da bir grup ya da bir toplum koca bir devlet bende hayat bulmasın, öyle değil mi? Devletlerinin varoluş savaşında önemli roller oynayan liderlere, öncü olmuş kişilere baktığımızda, olaylara tam da benim anlatmaya başladığım pencereden baktıklarını görürüz.
Osmangazi kuruluş aşamasında ve sancılarında, örgütlenme sürecinde temel oluşması ve muhafaza edilmesi gereken şeyin devlet olduğunu anlamasaydı neden o kadar çabalasın öyle değil mi? Sonrasında gelen devlet yöneticilerine bir bakalım. Fatih’e, Yavuz’a, Kanuni’ye, Cennet Mekân Abdulhamid-i Sâni’ye bir bakalım. Fetih hareketlerinden devletin zenginleşmesine, imanın sancaktarlığını yapma arzusundan milli bekayı muhafaza ve müdafa anlayışına varıncaya kadar neden varlarını yoklarını ortaya koymuşlardır? İnsanı yaşatmak tabiî ki çok önemli. Kesinlikle çok önemli diyorum. Yalnız devleti yaşatmazsan insanı nasıl yaşatacaksın?
Dünya üzerinde o kadar yerinden yurdundan sürgün edilmiş milletler var. Afrika’dan Avustralya’ya varıncaya kadar her kıtada yerlerinden yurtlarından sürgün edilmiş, topraklarına el koyulmuş ve yurtlarından çıkartılmış milletlere rastlamanız mümkün. O kadar ki, bir avuç toprağa sahip olup vatan diye bilerek devletleşmeye adadıkları ömürler var. Bizim için de devletimiz, dolayısıyla da topraklarımız, dolayısıyla da özgürlüğümüz çok değerlidir. Bundan dolayı geçmişten günümüze kadar yaşanan süreçlere baktığımızda şahit olduğumuz bir hakikat var. O da “Hâk ile bâtılın mücadelesidir” Bâtıl her fırsatta dünya coğrafyasında güçsüz, sahipsiz, başıboş, yalnız bulduğu toprakları tarumar etmek için gayret sarf etmiş. Biz ise her fırsatta zor durumda kalsak dahi hâkkın ve hâkkaniyetin yanında yer almışız. Geçmişten günümüze kadar bütün medeniyetlerimizde hâkkın adaletin yanında olup, asla boyun eğen esir olarak yaşayan bir topluluk olmamışız. Bölüşürsek tok, bölünürsek yok oluruz düsturunu gütmüşüz.
Yakın tarihimizde de; “Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım” ifadesinin yer aldığı İstiklal Marşımızdan, “Özgürlük benim karakterimdir” vecizeleriyle, özümüzü ifade eden devlet büyüklerimiz olmuş bir ülkeyiz ve devletine bağlı bir milletiz.
Değerli okuyucularım, “Devleti yaşatmak” için neler yapmalıyız Dilerseniz bir bir hatırlayalım neler yapmalıyız ki, devletimiz yaşasın ve yaşasın ki dolayısıyla da biz yaşayalım:
Öncelikle devlet kavramının neyi ifade ettiğini özümsememiz gerekir. Doğumumuzla hazır bulduğumuz devletimizin tarihini iyi bilmeliyiz. Geçmişini bilmeyen geleceğini inşâ edemez. Kökleri bin yılın üzerinde bir geçmişe giden ve her sendelemede tekrar dimdik ayağa kalkan bir tarihe sahip kaç tane devlet var? Bir araştıralım ve sonuçları görelim. Hele ki son altı yüz yıllık tarihinde dünya siyasetine ve ilişkilerine yön vermiş, devir açıp kapamış, mazlumların hamisi olmuş, adını adaletle zikrettirmiş bir devlete sahip bir milletin fertleri olarak bize emanet edilen devletimizi, vatanımızı korumalıyız.
Son yüz yıl içinde verdiği destansı mücadeleyle insanlığa bir timsal olmuş milletimizi ve bu şuurla oluşturulmuş devletimizi tabi ki korumalıyız. Kan emici en vahşi hayvanlardan bile vahşi bir tavırla, leş üşüşenlerinin saldırılarını her cephede bertaraf ederek destanlar yazan ecdadımızın kurduğu devleti, bu güzel toprakları canımız pahasına da olsa korumalıyız.
Bin bir ayak oyunları ve dalaverelerle, içte buldukları uşak ve hainlerinin kurdukları pusuları ve entrikaları berrak bir önseziyle sezip oyunları başlara geçirmek suretiyle korumalıyız devletimizi. Koca devleti çökertenler ve onların bugünkü uzantıları ve aklını başkalarına hizmet için vermiş kimseler gibi olmayalım. Esaret altında dövünmenin yararı olmayacaktır.
Her devletin zora düştüğü zamanların olduğu bir gerçektir. Asıl vatandaşlık işte o zor zamanlarda yıkıcı bir görev üstlenmektense yapıcı rol oynamaktır. Aile bilmeli ve aile içinde nasıl ki sorunlar giderilmeye gayret ediliyorsa aynı taktik devleti yaşatmak için uygulanmalı.
Şikâyetçi olmaktan vazgeçip üreten olmalıyız. “Yok” ların bahanesine sığınarak yokluğa doğru gitmek yerine “iman varsa imkân vardır” düsturunu benimsemeli ve buna göre yaşamalıyız. Şikâyet edip oturmak yerine, sorunu gidermek için elimizden geleni yapmak en doğrusu. Çocuklarımız ve sevdiklerimiz var. Canlarını bu topraklar için vermiş atalarımızın asaleti var. Geçmiş ve gelecek ortasında bir köprü olmak yerine, neden kendimizi çaresizliğe mahkûm edelim.
Bir bardak suda kopartılan fırtınalara bakmayalım. Yaşanan hadiseleri elde ettiğimiz onlarca ve hatta yüzlerce tecrübenin ışığında değerlendirelim. Yapılmak istenen ne ona bakalım. Kâr zarar analizlerini yapalım. Bireysel ve genel ilişkisini göz önüne getirelim. Aklıselim davranalım. Adaletli olalım! Ne yapılmak isteniyor onu bir analiz edelim. Sonrasında da yapılacak olan neyse zaten üslubunca yapılacaktır.
İyi şeyleri desteklemeliyiz. Yanlış yapılan konularda ise güzel bir üslupla nasihat etmeliyiz. Siyasi görüş kişinin kendisini bağlar. Yalnız yapılan güzel ve devletimiz açısından önemli gelişmeler de varsa takdir etmesini de bilmeliyiz. Son küresel hamlelere bir bakalım. Kıtalar arası hamlelerin, soğuk savaş misali karşılıklı hamlelerin, ittifaklara ve oluşturulan masalara bir bakalım. Masalar deyince de aklınıza gayri resmi mafy avari bir ibare gelmesin lütfen. Öteden beri yapılan anlaşmalar hep masada yapılır. Evet, nerede kalmıştık. Hamlelerde kalmıştık. Düşünün bir defa, masanın görev vereceği bir figüran mı olmayı istersiniz yoksa noktayı koyacak bir aktör mü olmayı istersiniz? Cevap basit, aktör olmak varken neden figüran olalım. Maalesef geçmişte o masalarda ne topraklar kaybettik! İşte, devletimiz son on yılda yaptığı hamlelerle Dünyada önemli bir aktör, vazgeçilmez bir unsur, göz ardı edilemez bir oyun kurucu, kandırılamayacak kadar kurnaz, yaptığı hamlelerin geçici olmayıp beyin patlatılacak kadar karmaşık ve halkını düşünen bir hamle yapma zekâsına sahip bir devlet olduğunu ispatladı. Denizaltılardan savaş helikopterlerine, iha’lardan siha’lara, tanklardan gemilere, otomobillerden içteki ihanet ağını parçalamaya varıncaya kadar onlarca hamleyi yapan devleti korumaya çalışmayıp da ne yapmalıyız. Racon kesilen olmaktan çıkıp da dimdik bir delikanlı olan devletimiz korunmaz da ne yapılır? Biz vatanseverler, biz tarih şuuruna sahip kimseler, biz mazlumları kalkınmakta dua ordusu ve manevi bir zırh olarak bilenler, devleti korur. Ama adı bizden, kütüğü bizden, işi bizden, aşı bizden, ama satılmışlığı bizden olmayanlar korumak bir yana ataları gibi yıkmak için bin bir yola başvururlar. İşte yıllardır Truva atının içine gizlenmiş ve sergilenen her yıkım hareketlerinde sahneye inen insancıkların inadına biz devletimize daha çok sahip çıkacağız.
“Devleti yaşat ki insan yaşasın” felsefesi benimsenmeseydi neler olurdu acaba düşündük mü? Covid-19 salgını neleri gün yüzüne çıkardı hiç tefekkür ettik mi? Devleti iyi ki yaşattık; şu anda kaldırımlarda herhangi bir hastamız yok Elhamdulillâh. Devleti iyi ki yaşattık; yaşlılarımızı ölüme terk etmek bir yana evlerinde oturup tüm ihtiyaçlarını karşıladı Elhamdulillâh. Devleti iyi ki yaşattık; süper güçler maske çalarken zengin fakir ayrımı yapılmadan ücretsiz dağıtılmaya başlanıldı Elhamdulillâh. Devleti iyi ki yaşattık; gıptayla bakılan ülkelerde servete dayanan miktarıyla yapılan testler biz de ücretsiz yapılıyor Elhamdulillâh. Devleti iyi ki yaşattık; sağlık sistemleri iflas eden süper güç tanımlamalarıyla dünyaya servis edilen ülkelerin tersine güçlendikçe güçleniyor Elhamdulillâh. Devleti iyi iki yaşattık; yatak bulunmayan, bir yatağa birden fazla kişilerin yatırıldığı bir dünyada devasa Şehir Hastanelerimiz var Elhamdulillâh. Devleti iyi ki yaşattık; “herkes birbiriyle vedalaşsın” diye halkına seslenen yöneticiler değil de “vatana canım feda” anlayışıyla halkına hizmet eden bakanlarımız yetişti Elhamdulillâh. Evet, değerli okurlarım, Elhamdulillâh diyecek çok örneklere sahibiz. Bu nedenle “İnsanı yaşat ki Devlet yaşasın” ibaresinin aslında bilinçaltında “Devleti yaşat ki insanı yaşatsın” diye bir karşılığının olduğunu anlamış oluyoruz. Varlıklarını devletimize adamış olan tüm gönül erlerimize selam olsun.
Dua ve muhabbetlerimle…
Gökmen CAN