Biz eğitimciler siyaset üstü bir konuma sahip olmalıyız. Duruşumuz da net olmalı. Hele ki ülkenin geleceğini şekillendiren bireyler olarak ucuzluktan ziyade kaliteden yana tavır sergilemeli ve gereği bu minval üzere yapılmalı. Hele ki zor günlerden geçtiğimiz bu günlerde-ki ülke olarak koştukça çelme takanlar çok oluyor- birliğe, aklı selim davranmaya çok ihtiyacımız var.
Adana’da mesleki ve idarecilik anlamında önemli bir duayen olan Abducelil TURGUT Müdürümün bir yazısını çok dikkate şayan bulduğum için, kendilerinden izin alarak sizlerin istifadesine sunuyorum. On beş yıl önce oğlunun öğretmenliğini yaptığım ve velim olan Abdulcelil TURGUT Müdürüme ele aldığı ve gerçekten önemli bir yapıcı unsurlar binası olarak inşaa ettiği yazısından, şapkayı önümüze alıp düşünme ışığı yaktırmasından dolayı kendisine teşekkür ediyorum. Evet, Müdürümün yazısı şöyle:
“Eğitim sendikalarının bu ara sosyal medya aracılığıyla yoğun hesaplaşmaları, yazdıklarının okunmaması sonucunu doğuruyor. Oysa toplumsal bir yapıyı temsil eden her kurumun beyanatı ciddi olmalı, ciddiye alınmalı ve bunun için okunduğunda mesleğimize katkısı olan bir nitelik taşımalıdır.
Bir davayı sahiplenme, bir mefkureyi inşa etme, nesillerin vicdanlarını ve zihinlerini geleceği taşıyabilecek güç ve zarafete kavuşturma olan bir sürecin yönetilmesi üzerinden teknik faullerin çoğaldığı bir çarpışma sahnesi, hiçbir kurumu büyütmez, ihya etmez.
Kadim medeniyet birikimimizde eğitime dair sahip olduklarımızın bilinmediği, “muasır medeniyet” tarifi çerçevesinde tayin edilen yönelişin maalesef anlaşılmadığı ve uygulanamadığı bir ortamda, eğitim yöneticiliği algısı, eğitim kurumları kaynaklarının (insan-araç-bütçe) yönetilmesinden devşirilen güce indirgenmiştir.
Eğitim Ekonomisi, Eğitim Psikolojisi, Eğitim Sosyolojisi, Eğitim Tarihi, Eğitim Felsefesi, Eğitim Hukuku, Eğitim Yönetimi, Araştırma Yöntem ve Teknikleri, Ölçme ve Değerlendirme gibi Eğitim Yöneticiliğinin olmazsa olmaz altyapısına sahip olmadan ve bu yetkinliği ölçecek objektif yöntemler geliştirilmeden yapılan atamaların hepsinde mutlaka eksiklik vardır. Mülakatla atama, sınavla atama, özel yetkilerle atama vb. hiçbiri aradığımız ideal değildir.
Ezber gücüyle kazanılmış bir sınav temsil kabiliyeti ve lider yöneticilik yetkinliğiyle desteklenmedikçe bir anlam ifade etmez. Mülakatla atama hele politize edilirse külliyen ğalat…Yetkiye dayalı keyfi atamalar…Eyvahhhh!
Bu metni bir dönemi eleştirmek için kaleme almıyorum. Bu yaşıma kadar gazeteci olarak, özel sektörde yönetici olarak ve kamuda Eğitim Yöneticisi (bu konuda azıcık olsa da söz söyleme yetkinliğine sahip olduğumu düşünüyorum. Çünkü Eğitim Yönetimi, Planlaması, Teftişi ve Ekonomisi hem lisans hem yüksek lisans eğitimini aldım. Ayrıca Yönetimi anlamak için yeterince ve farklı okullar okuduğum gibi okumalar da yaptım/yapıyorum. Eğitim Yöneticiliğinin de birçok noktasında hizmet ettim. Elbette her şeyi en iyi ben biliyorum anlamı taşımaz bu cümleler, sadece malumatfuruşluk yapmadığımı arz etmek için yazdım)olarak; herkesin hastalığı ifade ettiğini ama yazılan reçetelerin nesnel veri ve gerekçelere dayanmadığını gördüm. Eksik olduğumuz bir konudan hiçbirimiz bir zafer üretemeyiz.
Güncel siyasetin, sendikacılığın vb. örgütlenmelerin biraz da gerginlikten beslendiğini elbette hepimiz farkındayız. Ama bu gerginliği tatlı bir rekabetten çıkarıp bizi Üstad Necip Fazıl’ın;
“Ey düşmanım, sen benim ifadem ve hızımsın; Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın!”
Mısralarında ki gardını almış taraflara dönüştürmemelidir. Nihayetinde milletimize kastetme cüretini kendinde bulanlara karşı(ki tam vaktidir) bir paydada buluşabilecek vatanperverlik, hepimize yakışan kimliktir.
Hiçbirimiz eksiksiz değiliz. Üstenci yaklaşım hiçbirimizi abâd etmez. Aksine eğitim için akıl, alın ve gönül teri dökenlerin bu kızgınlık ve dağınıklıkları korkarım ki neslimizi ve geleceğimizi berbat etme tehlikesi taşımaktadır. Üye kayıtları için eğitimi zenginleştirmeye yönelik bilgi, birikim ikna araçları olursa bu tatlı rekabet bizleri üzmez, sıkmaz aksine takdir hislerimizle tebessüm ettirir.
Bütün çalışmalarda vitrin işini önemseyip esası ihmal etmeyelim. Vitrinde olan çabuk solar, yazdıklarımız, söylediklerimiz, muhataplarımıza bilgi, heyecan ve çalışma azmi vermelidir. Unutulmamalıdır ki, gerginliğin geçişkenlik huyu var ki, eğitim toplumunu hiçbirimiz metestaz çözümsüzlüğüne sürüklemek istemeyiz.
Ama o şunu yaptı, falancalar şöyle ettiydi…Bırakalım Allâh aşkına! Hangimiz masumuz bu süreçte? Kirli havayı teneffüs eden öksürür ve bu normaldir. O zaman yeni normalimizi doğru bir iklimde inşa edelim. Yarından tezi yok, başkalarının eksik ve yanlışları üzerine değil, doğrularımız üzerine bir duruş ve yürüyüş inşa edelim.
Tek vatan paydasında, tek bayrağın altında buluşanlara itişmek değil, omuz omuza durmak yakışır.
Haydi safları sıklaştıralım…
Böyle çok daha vakur, daha heybetli, daha güzel oluruz.
Bu yazı hiç kimseyi rencide etme, ötekileştirme, ifşa etme amacı taşımıyor. Sadece birilerinin bu gidişatın çok sağlıklı olmadığını söylemesi gerekiyor diye düşündüm. Sadece dostluk duygularıyla, bir insan ve bir eğitimci olarak görevimi yapmam gerekir diye düşündüm. Anlayacağınız, iyi niyetli her vatandaş gibi durumdan vazife çıkardım.
Muhabbetle kalın…Allah’a emanet olun.”
Yüreğinize sağlık, kaleminize sağlık Müdürüm.
Kalın sağlıcakla…
Gökmen CAN / Eğitimci-Sosyolog