Şimdi bu başlık da nereden çıktı diyeceksiniz. “Ne yani her şey bitti de elbisemiz mi kaldı?” ve “Devlet meseleleri, toplumsal meseleler, bireysel ve kişilik ile ilgili meseleler bitti de elbise meselesi mi kaldı?” dediklerinizi duyar gibiyim. Anlatmaya başlayınca istisnasız katılımınızla bana hak vereceğinize eminim.
Kıymetli kardeşim, dostum Mustafa Oğraş’ın yanına ziyarete gitmiştim. Zaten dost meclislerimizde hep önemli konular ele alınır ve birbirimize iyiliği hatırlatırız. Sorunlar ve çözümleri üzerine konuşuruz. Tıpkı üniversitede okuduğumuz yıllarda her cuma ve cumartesi günü yurt odasında sabaha kadar dostlarla yaptığımız muhabbetler gibi. Daha fazla merakta bırakmadan anlatayım dilerseniz:
“İnsanın çıkarmakta en çok zorlandığı elbise KİBİRDİR” cümlesi çok büyük anlamlar ifade etmektedir. Bildiğiniz gibi kibir; “kendini herkesten üstün tutma, büyüklenme” anlamına gelmektedir. Aynı zamanda tevazuun karşıtı olarak; “kişinin kendini üstün görmesi ve bu duyguyla başkalarını aşağılayıcı davranışlarda bulunması” demektir. Bu olumsuz özellik maalesef günümüzdeki en büyük sorunların başında gelmektedir. Gerçi kibir olgusunun tarihi ilk insanın yaratılmasına kadar gitmektedir. Âdem Aleyhisselam yaratıldığında Yüce Allâh, meleklerin ve iblisin Âdem Peygambere secde etmelerini emretmiştir. Melekler mükerrem varlıklar olduğu için Allâh’ın emrini hemen yerine getirirken iblis; “onu topraktan, beni ateşten yarattın; ben ondan daha üstünüm” diyerek kibirli davranışla birlikte hem İslâm’dan çıkıp kibrinden dolayı kafir olmuştur e hem de neticesinde Cennetten kovulmuştur.
Hemen hemen tüm peygamberler kibirli insanlarla mücadele etmişlerdir. Çünkü tüm peygamberler Allâh’ın emirlerinin yerine getirilmesi için tebliğ görevinde bulunurken kendilerine karşı çıkanlar hep olmuştur. Kibir ehli nice insan gelip geçmiştir bu dünyadan. Nemrutlar, Firavunlar, Karunlar, Ebu Cehiller, Ebu Lehebler ve son iki yüz yıl içinde dünya tarihinde sahne alan bazı devlet adamları adeta birer kibir abidesi (!) olmuşlardır. Bu insanların yaptıkları, söylemleri, inançları battıkça batmalarına sebep olmuş ve buna da kibirleri kaynaklık yapmıştır. Bu haslet o kadar kötü bir şeydir ki, en hafif olarak-siz fark etmeseniz bile-sizi çok kötü, istenmeyen, yaklaşılmayan, dışlanan, yıkıcılığı fazla, kör ve kendisinden uzaklaşılan birisi yapar. Yani kibir, sahibini; abidlerin, evliyaların, muttaki kulların tam zıddı bir kişiliğe büründürür. Allâh muhafaza kibir elbisesini giyen kimse nefsinin elinde oyuncak olur. Bulunduğu yerlerde zelil olur. Vazgeçmek gibi bir davranışa yönelmeden hayatını sürdürmeye devam ederse, korkulacak bir sonla da dünyaya veda eder.
Günümüzde birçok sorunun temelinde de bu vardır. Aileden iş hayatına, STK yöneticiliğinden devlet liderliğine varıncaya kadar temelde bu kötü kişilik özelliğinin yansımaları ve sonuçları yaşanmaktadır. Aile içerisinde eşlerin birbirine karşı davranışlarından tutun da çocukların ailelerine gösterdikleri kibirli davranışlar aile hayatını baltalar ve bireyleri yalnızlıkla baş başa bırakır. İyi bir aile ferdi (baba-anne-çocuk) hâlim, naif ve nazif davranış sahibi olarak sürdürdükleri hayatta hem kendilerinin hem de çevresindeki insanların mutluluk mimarı olurlar.
Bu soruna günümüzdeki kurum ve kuruluşlarda da çokça rastlanır hale gelmiştir. Bir kurumdaki lider konumundaki kimsenin kibirli davranışları, o kurumun başarısızlığına ve dolayısıyla da yıkımına neden olmaktadır. Yani kurum yöneticisinin kurumun içine girdiği andan, çıkmasına kadar selamsız-sabahsız davranırsa, çalışanlara yüksekten bakarsa, sürekli aşşağılar şekilde hitaplar ve seslenmelerde bulunursa, birlikte çalıştığı kimselerin yanında ayaklarını masanın üzerine uzatıp “sen de kimsin?” edasıyla davranış sergilerse, örnek olma davranışlarında uzaklaşıp itici bir kişilikle nefes aldığı o ortamdaki başarıyı siz düşünün. Kerameti hep kendinden bilerek takdir yerine, kibirli davranıp çalışanlardaki aidiyet duygusunu ortadan kaldıran kimsenin ne liderliği liderliktir ne de kendisi makbul birisidir. Her ne kadar kendini başka şekillerde lanse ettirmeye kalksa bile emin olun ki kişiliksizliği gün gibi ortadadır. Ailede olduğu gibi kurumlardaki huzurun ve huzurlu çalışma ortamıyla başarıya giden yolun yakalanması için görev yapanların ve özellikle de yöneticilerin kibirden arınmış olması gerekmektedir.
Son olarak da STK yöneticileri ve devlet yöneticilerinin de bu olumsuz kişilikten sıyrılmları gerektiğini söylemek isterim. Yani yöneticiliğin “ortak irade, ortak yönetim” anlayışıyla, saygı ve sevgi çerçevesinde yapılmasıyla tüm olumsuzluklardan kurtulmaya vesile olacağının bilinerek yapılması gerekmektedir. Tek otorite olarak ya da tek yetkili olarak yapılmak istenen yönetim yıkılmaya ve başarısızlıkla neticelenmeye mahkûmdur. Peygamber Efendimizin Hendek Savaşı’ndaki savaş stratejisini hazırlamada ve uygulamada Selman-ı Farsi’nin görüşünü kabul etmesi akıllardan çıkarılmamalı ve hangi kurumun yöneticisi olursa olsun, insan haddini, hududunu, gücünü bilmeli. Kibir zehrinden, maddi gücün ve siyasi gücün şaklabanlığından uzak durmalıyız. Kişi bu zehri ve şaklabanlığı görmese bile kendi dışında herkes bu husulü görmektedir. Hatta ve hatta ona sağ kol olan ya da yardakçılık yapan kimseler bile işin farkındadırlar.
İnsan hayatına olumsuz etkiler yapan ve kalıcı kötülüklere sebep olan kibir hasletinden kurtulup, kibir ehli insanlardan da uzak kalarak, en güzel kişilik elbiseleriyle bezenmiş güzel günleri yaşamak duasıyla hoşça kalın.
Gökmen CAN / Eğitimci Sosyolog