Irkçılık, insanlık tarihi boyunca toplumlar üzerinde büyük yıkımlara sebep olan bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. İnsanlığın önüne ısıtılıp ısıtılıp tekrar koyulan ve milletleri ayrıştıran bir baş belasıdır. Irkçılığın temelinde, bir ırkın diğerine üstün olduğu inancı yatar ve bu inanç, nefret ve ayrımcılığı körükler de körükler. Maalesef ülkemizde de son kırk yıl içinde harlandıkça harlanan ama alevlendirilemeyen, basiretli ve ferasetli kardeşlerimizle birbirimizi kırdıramadıkları ırkçılık kokuşmuşluğunu yeniden canlandırılmak istenmektedir. Bu da son zamanlarda çeşitli nedenlerden ötürü hayata tutunmak amacıyla topraklarımıza sığınan Müslüman kardeşlerimiz üzerinden sahnelenmeye başlanmıştır. Binbir şeytanlık ve düzenbazlıkla artan ırkçılık provokasyonlarına karşı dikkatli olmamız gerektiğini buradan bir kez daha vurgulamak istiyorum.
Bu kısa yazımızda, ırkçılığın tarihsel ve sosyolojik bağlamda yıkıcı etkilerine ele dikkat çekecek ve dilimiz döndüğünce ülkemizdeki mevcut durumun tehlikelerini aktaracağız.
Malumunuzdur ki ırkçılık, tarih boyunca çeşitli şekillerde kendini göstermiştir. Köle ticaretinden soykırımlara, ayrılıkçı rejimlerden diktatoryal devlet sistemlerine varıncaya kadar hepsi ve daha fazlası, ırkçılığın en bariz örneklerindendir. Bu tür olaylar, toplumlarda derin yaralar açmış ve nesiller boyu süren travmalara neden olmuştur. Irkçılığın sosyolojik etkileri ise toplumsal uyumun bozulmasından, ekonomik eşitsizliklerin derinleşmesine ve sosyal adaletin zedelenmesi ve hatta ortadan kalkmasına varıncaya kadar farklı şekillerde görülmektedir.
Irkçılık denilen olgu, olaya dönüştüğünde sadece mağdurları değil, toplumun geneline de onulmaz zararlar verebilmektedir. Toplumda güvenin kaybolması, sosyal bağların ve ilişkilerin zayıflaması ve toplumsal çatışmaların kat be kat artması, ne yazık ki ırkçılığın doğrudan sonuçları arasındadır. Bu durum, aynı zamanda ekonomik kalkınmayı da olumsuz etkiler. Çünkü huzursuz ve güvensiz bir toplumdaki yatırımlar azalır, iş gücü verimliliği düşer ve genel refah seviyesi de çok geriler. Ne kadar düzeltilmeye çalışılırsa çalışılsın “ırkçılığın” kalp-akıl-duygu üçlüsünden silinmesini başaramadıkça huzur ortamına demir atamazsınız.
Ülkemiz, tarih boyunca farklı etnik grupların bir arada yaşadığı müreffeh, barış içinde yaşanılan ve mazlumlara yardım eli uzatan bir ülke olmuştur. Lakin son zamanlarda, global satıhta oluşturulan kurgulamalarla çeşitli siyasi ve sosyal dinamiklerin kaşınmaları ve harekete geçirimleri nedeniyle ırkçılık provokasyonlarında artışlar gözlemlenmektedir. Bu provokasyonlar, genellikle sosyal medya aracılığıyla yayılmakta ve toplumumuzda kutuplaşmayı suni olarak artırmaktadır. Sosyal medya derken de sadece beğeni, yorum yapılan mecraları demiyorum; yazılı ve görsel, sesli ve mizahi yayınların olduğu alanları da kast etmekteyim.
Mülteci krizlerinden, ekonomik sorunlardan ve siyasi belirsizliklerden, yeni dünya düzeni kurgulamalarından ve aklımıza gelmeyen belki de onlarca sebepler zinciri ülkemizdeki ırkçılık provokasyonlarının ana sebeplerinden bazılarıdır. Özellikle Suriyeli mülteciler konusunda yaşanan gerilimler, zaman zaman fiziksel şiddete varan olaylara neden olmuştur. Irkçı söylemler, medya ve bazı siyasi figürler tarafından da zaman zaman desteklenmekte, bu da durumu daha da karmaşık hale getirilmektedir. Aklı selimin terk ettiği aktörler ya da figüranların baş belası ettikleri ırkçılık şirreti adeta büyük bir tehlike olup karşımıza dikilmiştir.
Irkçılığın ülkemizde provoke edilmesinin tehlikeleri oldukça ciddidir. İlk olarak, toplumsal uyum ve barışın bozulması söz konusudur. Etnik ve dini gruplar arasındaki gerilimler, toplumu kutuplaştırır ve iç çatışmalara zemin hazırlar. İkinci olarak, ırkçılık ekonomik gelişmeyi de olumsuz etkiler. Yabancı yatırımcılar ve turistler, huzursuz bir ortamda bulunmaktan kaçınırlar, bu da ekonomik kayıplara yol açar. Suni olarak oluşturulan bu şeylerin körüklenmesi durdurulmalı ve faillerine de gerekli hatırlatmalar yapılmalıdır. Çünkü bir ülkenin bütünlüğü ve bekası, geçmişi ve geleceği içte ve dışta piyon olarak oynatılan kuklaların emellerine kurban edilmez.
Bu, gayet ciddi olan tehlikenin önüne geçmek için, toplumsal bilinçlendirme çalışmaları büyük önem taşımaktadır. Eğitim sisteminde, ırkçılığın zararları ve tarihsel hoşgörü ve birlikteliklerin önemi vurgulanmalı, medya ve sosyal medyada da bu konuda sorumlu yayıncılık politikaları izlenerek yayınlar yapmalıdır. Ayrıca, kim olursa olsun yasalar çerçevesinde ırkçı eylem ve söylemlere karşı daha ciddi yaptırımlar uygulanmalıdır. Toplumun her kesiminin katılımıyla oluşturulacak sivil toplum inisiyatifleri ve akil insanlar birliktelikleri de ırkçılıkla mücadelede etkili olabilirler.
Yazımızın başında da dediğimiz gibi ırkçılık, toplumlar için büyük bir yıkım kaynağıdır ve ülkemizde son zamanlarda provoke edilen ırkçılık, toplumsal barışımızı tehdit etmektedir. Tarihsel ve sosyolojik bağlamda büyük zararlara yol açan ırkçılığın, ülkemizde de benzer sonuçlar doğurmaması için, toplum olarak bilinçli ve kararlı adımlar atmamız gerekmektedir. Eğitimin, medyanın ve yasal düzenlemelerin bu süreçteki rolü büyüktür. Toplumun her kesiminin katkısıyla, ırkçılıkla mücadelede başarılı olabilir ve daha huzurlu bir gelecek inşa edebiliriz. Özellikle de kişilerin bilinçlenmesi gerekmektedir. Bireylerde başlayan bu bilinç ve şuur toplum sathına doğru dalga etkisi oluşturabilir. Çünkü bizi birbirimize düşürmek istedikleri kimseler ya da etnik grup diye adlandırdıkları kimselerin atalarıyla “biz” Çanakkale’de, Erzurum-Kars’ta, Fizan Çöllerinde, Güney ve Kuzey cephelerinde bir vatanın asıl sahipleri olarak Anadolu’muza mühürlerini basmışlardır. Hem de öyle bir mühür ki ne kimse silebilir ne de mayalamak istedikleri ayrılıklar tutabilir. Maneviyat düsturları etrafında bir araya gelen atalarımız “Allah birliği emreder, ırkçılığı da men eder” düsturunu hayatlarının her yanına yansıtmışlardır. Ne mutlu ırkçılığı ayaklar altına alıp da “insan” olarak yaşamayı özümseyenlere.
Kalın sağlıcakla…
Gökmen CAN / Eğitimci Sosyolog