Merhaba Dostlarım
Yaşarken ne kadar da acayip şeylerle karşılaştığımızı çok defa düşünmüşüzdür. Bazen olduğu anda fark edemediğimiz şeyler olduğu gibi geç fark ettiğimiz hatta çok uzun sayılabilecek, yıllarla ifade edilebileceksüreleri de kapsayabiliyor. Aslında bu, bizim sadece çok dikkatsiz biri olduğumuzun göstergesi olduğuna inanmıyorum. Farkına varamamanın ya da görememenin“insani” ve “güzel bakan” birileri olduğumuzdan kaynaklandığını düşünmekteyim. Neden söz etmeye başladığımı merak etmişsinizdir. Bakalım sizlerleşimdinerelere ilerleyeceğiz. Haydi başlayalım kelime ve cümleler arasındaki yolculuğumuza.
Bizi en mutlu eden, bize en huzur veren ve bizi en güvende hissettiren kişiler kimlerdir diye bir soru sorsam ne dersiniz? Bu soruya ben“en doğal haliyle davranan, içten pazarlıklı olmayan, olduğundan farklı görünmeye çalışmayan” türden insanlar diyerek cevap veririm. Bu özelliklere sahip insanların sosyal ve ekonomikkonumları ne olursa olsun onların dillerinden ve düşüncelerinde ayrılıkçı/ötekileştirici/küçümseyici tabirler yer almaz. Bu insanların maddi varlıkları, sosyal statüleri ya da eğitimlerindeki kariyerleri nerelere ulaşırsa ulaşsın bu insanlar halkın içinden, halkın insanı olmaktan asla vazgeçmezler. Hatta kelimelerini seçerlerken de gayet rahat ve avamda kullanılan şeyleri kullanmaya çalışırlar ki muhatapları kendilerini daha rahat hissetsinler.
Sonradan görme diye tabir edilen kişiler ya da sosyal ilişkiler ağını ve basamaklarını kelimelerin “ekonomik ve statüsel” farklılıklarına büründürülerek daha “hassas”, daha “önemli!”, daha “kibar” ve daha “kültürlü” olacağını düşünen kimseler çok yanılır. Bazı olayların“zengin” ve “fakir” dünyasındaki ifadelerini“naklederek” değerlendirmeyi sizlere bırakıyorum.
Fakir taksiye binebilirse taksimetreyi izlerken, zengin camdan dışarıyı izler.
Fakir ölür ve gömülür. Zengin ise son yolculuğuna uğurlanır.
Fakire kırk yaşından sonra “azdı” yaftalamasını yapıştırırken zengin “ikinci baharı” yaşar.
Fakir fikrini söylediğinde adı “çok konuşur” olurken, zengin “değerlendirme yaptı” övgüsüne kavuşur.
Fakirin gücü yettiği ve bindiği araç “hurda” diye adlandırılırken zenginin bindiği “klasik” olur.
İşe girmek için birilerini bulan fakire “torpil yaptırdı” yakıştırması yapılırken zengin ise kendine “referans” olanların vesilesiyle hakkıyla kendine yer bulur.
Fakir çöp tanesi bile alsa “nereden buldun” cümlesini duyarken zengine “hayırlı olsun” kuyruğuna girilir.
Fakirin huyu suyu “ırsi” iken zenginin ki ise “genetik”tir.
Fakire “dava” açılır. Ama zengin hakkında “iddianame” hazırlanır.
Et bulup da “terbiye” ederek yemeye kalkan fakirdir, “marinasyon” işlemini yapan zengindir.
Fakir ya kilo alır ya da alamaz ama zengin “formunu korur”.
Fakir duygularına kapılır ve birini “severken” zengin “aşka yelken açar”.
Fakir müzik sesi duyduğunda “oynar”ama zengin “ritme kapılır”.
Fakirler şiddetli geçimsizlik ya da çekişmeli olarak boşanırken zenginler “anlaşmalı” boşanır.
Fakir kapı kapı gezer iş arar ama zengin iş teklifi alır.
Fakir ölür ama zengin hayata veda eder.
Fakir yıkanırken zengin “duş alır”.
Fakir sabahın köründe kalktı olurken zengin “güne erken başlar”.
Fakir ömründe sayılı şekilde memleketine giderken zengin “seyahat” eder.
Fakirin yerinde durmayan çocuğu kuduruk ve yaramaz iken zenginin çocuğu “hiperaktif”tir.
Fakirim oturur “pilav” yerken zengin “risotto” yer.
Zenginlik ve fakirlikten “kaynaklandırılan” ayrışımları daha da çoğaltabiliriz. Eminim bu yazıyı okuduktan sonra sizlerin de aklına başka şeyler gelecektir. Bizim maksadımız herhangi bir ayrıma/ayrışıma gitmek değil. Maksadımız itham etmek değil. Maksadımız olayları ya da durumları çarpıtmak da değil. Hayatımızda maddi ya da başka kaynaklı olarak meydana gelen gelişmeleri/iyileşmeleri kullandığımız kelime ve cümlelere yansıtarak insanlara tepeden bakmamalıyız. Öyle şeylere şahit oluyoruz ki; aldığı marka ama çakma olan bir eşyanın; gönlüne, diline, yürüyüşüne sirayet eden kimselererastlayıp üzülüyoruz.
Sevgili dostlar mesleğimiz, kariyerimiz, yediklerimiz ve içtiklerimiz, malımız mülkümüz, ailemiz, giysilerimiz, elde ettiğimiz başarı ya da ilerlemelerimiz bizi anormalliklere itmemeli. Kimseyi kelimelerimiz ya da cümlelerimizle ezmeye kalkmamalıyız. Yapmacık ve dile de gönüle de yakışmayacak olan kelimelerin/cümlelerin süslü görülen karanlıklarında boğulmayalım.Varsın pilava kaçık daldırıp soğanı yumruklayıp çıkarttığımız cücüğünü yiyelim. Gönlümüz de gözümüz de cümlemiz de hep bir güzellik taşısın.
Kalın sağlıcakla…
Gökmen CAN / Eğitimci Sosyolog