Fırıncıyı unutmayalım. Ne demek fırıncıyı unutmayalım diye düşünmeyeniniz olmamıştır. Hemen fazla bekletmeden size meseleyi anlatmaya geçelim ve sonra da diyeceklerimizi diyelim:
Rivayet odur ki; bu olayİtalya’da geçmiştir. Hani, doğruluğu nedir bilmiyorum. Dün Mahmut Kök hocamla “iftira” konusunda konuşurken bu konu da mevzubahis oldu. Anlatılanlara göre İtalya’da bir fırın işçisi sabah mesaisine başlamak için fırına gelir. Bir süre arkadaşlarıyla konuştuktan sonra da üzerini değiştirmek için yatakhaneye gider. Üzerini değiştirdikten sonra da yatakhanenin L şeklindeki kısmının uç noktasında yerde kanlar içinde yatan birini görür. Hemen yanına gider ve ölen arkadaşının yanında duran büyük bıçağı görür ve alır. Şaşkınlıkla etrafa bakınırken daha önceden haber verilen polisler odaya girerler ve fırıncıyı hemen derdest ederler ve hapse atarlar. Mahkeme kurulur ve fırıncıyı idama mahkûm ederler. Zavallı fırıncı ne dediyse ne yaptıysa kimseyi inandıramaz ve nihayetinde idam gerçekleşir. Bir süre sonra, ne kadar geçtiğini bilmiyoruz ama cinayeti işleyen fırın işçilerinden birisi vicdanının baskısından kurtulamaz ve gidip cinayeti kendisinin işlediğini itiraf eder. Sırf arkadaşının cebindeki parayı almak için öldürdüğünü ve cinayeti diğer arkadaşının üzerine yıkmak için de hemen polis çağırdığını söyler. Böylece de kurtulacağını düşündüğünü ve artık vicdanının mahkûmiyetinden ve azabından mahvolduğunu söyler. Söyler ama olan bir kere olmuştur ve idam edilen zavallı fırıncı idam edilmesiyle kalır. Bu vak’adan sonra İtalyan mahkemelerinde bir süre “Fırıncıyı Unutmayın” yazısı asılı kaldığı da rivayet edilir.
Evet dostlar, buna benzer temsili olaylar ya da hikayecikleri duymuşuzdur. Aslında gerçekte olmamış olsa bile vermiş olduğu mesaj çok açıktır. Bu mesajlardan muhakkak surette kendimize bir hisse çıkartmalıyız. Çünkü nefsin esiri olarak yaşamak muhakkak bir gün dama dedirtecek bir sonu da süratle yaklaştırmaktadır. Yaşadığımız bu imtihan dünyasına ne zaman veda edeceğiz belli değil. Nerede, nasıl, kaç yaşında ve hangi hâl üzerine öleceğimiz bilinmiyor. Bu nedenle bizlere bildirilen ve toplumda yüzyıllardan beri kökleşerek gelen bazı kuralları es geçmeyip sıkı sıkıya bağlı olarak yaşamamız gerekmektedir. Yaptığımız davranışları yapmadan önce muhakkak düşünmeliyiz. Düşünmeden yapacağımız her hareket ya da fiil bizi onaramayacağımız hatalara sürükleyebilir. Yalan üstüne yalan söyleyerek olumsuz durumları bertaraf edeceğimizi sanıyorsak da çok büyük bir yanılgı içerisine düşmüş oluruz. Kendimize yapılmasını istemediğimiz davranışları kimseye sergilememeli, bize söylenmemesini istediğimiz sözleri de başkalarına söylememeliyiz. Beşer olarak bu önemli noktaya azami özen göstermeliyiz.
Sırf kendi işi yürüsün, sırf istekleri tatmin edilsin, sırf bir makamı korumak ya da bir makama erişmek için, birinin başarılarını, insanlığını, malını mülkünü, itibarını ve niteliklerini kıskandığı için düzenbazlıklar yapanlar bilmelidirler ki ellerine hiçbir şey geçmeyeceği gibi, çok kötü bir son da kendilerini beklemektedir.Bu dünya, yaşayan herkese yeter. Rızkı veren Allâh’tır. Kullarına takdir eden Allâh’tır. Neyi ne kadar yapabiliriz ki? Neye ne kadar muktediriz ki? Koskoca bir “hiç”. Düşünebiliyor musunuz aynı inanç ve ilimle beslenen insanlar bile birbirlerini “itibarsızlaştırmak” için ne “yalanlara”, “iftiralara” başvuruyorlar. Sözde ilim insanı ve tahsil görmüş, kariyer basamaklarını tırmanmış diye baktığımız nice kimseler bakıyoruz ki binlerce hinlik gizlediği kara kalbiyle en başta kendisine sonra da başlarına en büyük zararları verebiliyorlar. Gerçi Allâh, her daim haklının hakkını verendir. Yapanın yanına kâr kalmayacaktır. Özü ve sözü ayrı tellerden çalan ve her şeyi gizli yapacağını/yaptığını ve ortaya çıkmayacağını düşünen bozuk zihniyetli ve tiniyetli kimseler önünde sonunda rezil rüsva olmaya mahkûmdurlar. Fırıncı olayında olduğu gibi önce kendi içindeki mahkûmiyetin altında ezilir ve sonra da asıl itibar kaybının acısını kendinde yaşar. Ne diyelim herkes seçtiği hayatı ve aklı oranındaki kurgulamalarının neticelerini yaşar. Yaşadığımız sürece acılar muhakkak bitecektir. Geriye sizden ya hoş bir sâdâ ya da insanların dilinde bir beddua kalacaktır. Asıl mesele dünyada hoş bir sâdâ bırakmaktır. Fırıncıyı unutmayalım.
Kalın sağlıcakla…
Gökmen CAN / Eğitimci Sosyolog Yazar