Gazeteci, yazar Ahmet Öztürk’ün ünlü sanat insanı Furkan Eroğlu (Furkan Balategin Eroğlu) ile gerçekleştirdiği röportaj Kadıköy Gazetesi’nde yayınlandı.
Kadıköy Gazetesi’nde yer alan özel röportaj şu şekilde:
Müzik camiasında “müzik piyasasına yön veren adam”, marka ve girişim camiasında “markalara yön veren adam”, genellikle de “geleceği ve kitleleri sezen adam” olarak anılan, daha önce “saçma sapan” isimli müzik yapımıyla adını tüm ülkenin duyduğu Furkan Eroğlu (Furkan Balategin Eroğlu) sanatçıların, yapımcıların ve birçok markanın perde arkasındaki en büyük marka ve sanat yönetmeni.
Besteci ve şarkıcı yönüyle de tanınan Furkan Eroğlu, aslen akademik geçmişi ve kariyeriyle ülkenin genç müzikologlarından birisi, bir bilim insanı. Bir dönem müzik piyasasının yönetim merkezi olan Unkapanı Plakçılar Çarşısı’nın şu günlerde arayıpta bulamadığı kişi. Kendisiyle yaptığımız kısa sohbetten seçtiğimiz bölümler:
-Sizi müzik camiası aslında 2005 yılından beri tanıyor, o dönemlerde hiphop müzik türüyle gündemdeki sanatçılardan biriydiniz. Bugün yaptığınız müzik türlerine baktığımız size özgü bir style görüyoruz, bu evrim nasıl oldu?
O yıllarda gençleri haliyle beni de saran bir rap müzik sevgisi hakimdi. Bende rap müzik eserleri üretiyordum 2002 ya da 2003 yılında ilk defa bir rap eseri kaydetmiştim. Ondan önce 2000 yılında kendi imkanlarımla bir demo kaset kaydetmiştim. 2005 yılı ve devam eden seneler televizyon kanallarında müzik klibi izlenip müzik dinlendiği dönemler olduğu için halk o dönemde ürettiğim eserleri sevmişti ve çok küçük yaşta bir şöhret yaşamıştım. Ancak aynı yıllarda konservatuvar eğitimi alıyordum ve hayalimde yapmak istediğim sanat sürekli değişiyor ve gelişiyordu haliyle sadece rap müzik eserleri üretmek yerine bu kültürel öğeleride barındıran ancak kendime ait bir üslub ile bana has bir tarz oluşturmayı hedeflemiştim. Ne mutlu ki bugün artık bunu dinleyicilerde çok kolay algılayabiliyor ve Furkan Eroğlu tarzı diyor.
-Sanatçı, besteci yönünüzün dışında kitlelere yönelik aranjörlük, marka ve sanat yönetmenliği yapıyorsunuz. Hatta günümüzde markalaşma camiasında sıkça duyduğumuz kadarıyla kendi kişisel markasını yaratmak isteyen sanatçılar yada şirketler gizli kapaklı görüşmelerle sizin kapınızı çalıyor. Tabi bir de akademisyenlik yönünüz mevcut verdiğiniz eğitimlerle birçok insanın hayatına dokunuyorsunuz. Bu kendi kişisel gelişiminizi nasıl bir yolculuktu, Furkan Eroğlu markası nasıl oluştu bahseder misiniz?
Küçük yaşlarda halkın ve hedef kitlelerin nabzını tutabildiğimi farkediyordum. Çünkü 18-19 yaşında bir çocukken besteleyip söylediğim ve kendi kendime kliplendirdiğim şarkılar 2006-2007-2008 yıllarında ülkenin hemen hemen her yerinde dinleniyor ve seviliyordu. Şuan bir aile olduğumuz o yıllarda da arkadaşlık ettiğimiz kıymetli eşimle beraber sokaklarda rahat yürüyemediğimizi hatırlıyorum. Fotoğraf çekilmek isteyen, imza isteyen vb. durumları hemen hergün yaşıyorduk. Aynı yıllarda resmi web sitem için kendi biyografimi kaleme almıştım ve birkaç ay içerisinde Türkiye’nin en ünlü sanatçılarının benim yazdığım biyografiyi örnek alarak kendi biyografilerini internette yeniden yayımladıklarına şahit oldum. Hatta bu gün dahi bir çok sanatçının biyografi yazım biçiminin benim 2005-2006 yılında yazdığım kalıp üzerine yerleştirildiğini gözlemliyoruz.
Herşeyden önce aslında bu şöhret o yaşlardaki bir çocuk için çok tehlikeli bir duyguydu. Ancak ben bunu bir kazanıma dönüştürerek halkın ve hedef kitlelerin sevdiği söz yapısı, melodik ve armonik yapılar, görsel/işitsel materyaller, söylemler gibi detayları böylelikle test ederek her dönemde halkın nabzını tutabileceğim bir hafıza oluşturuyordum. Elbette akademik eğitim sürecim bu konu üzerine daha detaylı eğilebilmemi sağladı. Hangi melodi hangi armonik düzenleme kitlelerde hangi psikolojik algıyı oluşturuyor? Hangi söylem hangi renk hangi görsel/işitsel materyal kitlelerin bilinçaltında hızlı yol alıyor. Bu konuların üzerine gittim. Yıllar içerisinde de bir sanat eserinin, ticari bir ürünün, kişinin ve markanın hedef kitlesine nasıl yaklaşması gerektiğini hem endüstriyel tecrübemle hem de akademik bilgi birikimimle harmanlayarak projeler geliştirmeye başladım. Halkın hep içindeydim, hala daha öyleyim. Bazen akıl almaz derecede şehir merkezinden uzakta köhne bir türk kahvecisinde, bazen ödüllü mimariye sahip bir İtalyan restoranında bana rastlayabiliyorlar. Kitleyi analiz etmek için onlar gibi yaşamayı bilmek ve spesifikleşmiş kültürel değişimlerinin farkında olmak gerekiyor. Akademideki master eğitimimi bu sebepten de hareketle Halk Bilimi sahasında tamamladım.
Yıllar içerisinde başarıya ulaşan her projemden sonra, bu konuda benimle çalışmak isteyenler arttı tabiki. Ancak söz konusu yıllarda siz kendi çabanızla bir başarı elde etmeden kimse size destek eli uzatmıyordu defalarca kapılarını aşındırmanıza rağmen. Gerçi sonraki süreçte onlar bizim kapımızı aşındırdılar, yani gün geldi ve hesap döndü… Akademik çalışmalarımı da yıllar içerisinde hiç aksatmadan sürdürmeye devam ettim. Yüzlerce öğrenci yetiştirme fırsatım oldu ve hala daha yetiştiriyorum. Aslen eğitimcilik, sanatçılık bizde bir nevi aile mesleğidir.Bilgi, birikim aktarmayı, üretici olmayı seviyorum ve çok kıymetli olduğuna inanıyorum.
-Peki marka nasıl olunur sorusuna Furkan Eroğlu’nun cevabı nedir?
Global markaların hepsi temelde kendileri için önemli olduğunu bildirdikleri nitelikler taşır. Önce bir nitelik olmalı ve bu nitelikler en doğru yöntemler ile ilgili kitlelere bildirilmeli. Bu nitelik diğer markalardan çok da farklı olmak zorunda değil, çünkü bu husustada önem arzeden niteliğin kitleye anlatılma biçimidir. Ancak nitelik yoksa, sadece nicelikten bahsederek marka sadece moda mağduru olacaktır. Örneğin; bu yıl 75.000 t-shirt satarak halkın sevgisini kazandık. A+ doğadan elde edilen 12 farklı renk kullandık ya da son şarkım 10 milyon dinlendi. Bu örnekler markanın yoluna engeldir. O zaman sonraki sene 10.000 t-shirt satarsa ya da yeni şarkısı 1 milyon dinlenirse marka hem hedef kitleleri nezdinde hem de yöneticileri nezdinde çöker. Hatta yöneticiler nezdinde ki psikolojik çöküş yeniden konumlandırma adını verdiğimiz çalışmalara da engel teşkil etmektedir.
Söyleşi ve konferanslarda bu konu üzerine kurduğum cümlelerden örnekleyelim. Mesela; reklamın iyisi ve kötüsü vardır. Dostlar sadece alışverişte görmesin. Her detayına hakim olmadığın bir ürün senin markanın ürünü değildir, ya da o marka senin değildir. Markalar aktifliğini korur, bir köşede beklemezler. Kişisel markalar, genele yönelik harekete geçmezse dost meclisi markası olarak kalırlar…. vb. belki yüzlerce öğütte bulunabilirim. Ancak her şeyden önce nitelik geliyor…
Kaynak: Girişim Haber / Ahmet ÖZTÜRK (aozturk@gmail.com)