İnsan ilişkileri tam anlamıyla saflıktan uzaklaşıp bir strateji savaşına dönüşmüş durumda. Tasvip etmeyim onaylamadığımız bu durum önceden de mevcuttu. Yalnız bulunduğumuz dönemde bazı şeylerin etkisiyle bu olumsuzluk daha da belirginleşmiştir. Artık ebeveyn ilişkilerinde, eşler arasında, arkadaş ya da dostluklarda, mesai arkadaşlıklarında veya başka yönlü ilişkilerde istenmeyen şeylerin ortaya çıkması adeta bizi şaşırtmamacasına vücut bulmaktadır. “Hep ben”, “hep benim dediğim”, “hep benim istediğim”, “benim kabullerim”, “benim arzularım”, “benim, benim, benim…”“Ben” kavramının bu kadar önde tutulması nasıl olur da doğruluğu, güzelliği, iyiliği ya da saflığı, çıkarsızlığı veya fedakâr olmayı görmemizi sağlatabilir ki? Mümkün değil.
Belki de çok kötü ve bencillik dolu bir zaman içinde yaşamamız bizi bu hale getirmiştir. Teknolojinin ilerlemesi ve bunu hep kötü olan şeylerdekullanılması, toplumsal ve kültürel erozyonun çığ gibi yaşam alanımızın içine düşmesi, maddi kaygılar ve sonu gelmeyen isteklerimizin bizi nefsaniliğe hapsetmesi, istediğimiz her konudaki bilgiye ulaşıp doğru ya da yanlış olmasına bakmadan kabullenmemiz ister istemez insan ilişkilerinde olumsuzlukların belirleyicisi olmaktadırlar.
İki şiirle örnek vermek istiyorum. Bu şiirleri sadece “aşk ve sevda” merkezli olarak algılamadan okumanızı istiyorum. Ebeveynlerle olan ilişkilerimiz, arkadaş, mesai paylaşımındaki iş arkadaşları, dostluklar ve evlilik konularında değerlendirmenizi istiyorum. Yani uyarlamanızı rica ediyorum. İlla ki zihnimizi “aşk ve sevda” ilişkisine kilitlemeyelim. İlk şiir Serdar Tuncer’in yazıp seslendirdiği “Ağladım” şiiri. Bakın ne diyor şiirinde:
Aklıma düştü gözlerin,
Boynumu büktüm ağladım.
Elveda dediğin yerin,
Yanına çöktüm ağladım.
Oturduk sanki göz göze,
Hayalinle ben diz dize.
İki çay söyledim bize,
Bir tütün yaktım ağladım.
Ateştin, bardaktın, çaydın,
Olmazdın bunca, olsaydın.
Yalnızdım ve yanımdaydın,
Sanma ki tektim ağladım.
Cihanda sensizlik kadar,
Ne bir dert ne de bir çile var.
Sensizlikte sen vardın yâr,
Ben bende yoktum ağladım.
Anılar gezdi kanımda,
Seni aradım yanımda.
Tespih gibi her anımda,
Hasreti çektim ağladım.
Her seven boyun eğmiş,
Ayrılık ne yaman şeymiş.
Gözden yaş dökmek neymiş,
Gözümü döktüm ağladım.
İçim garip gönlüm darda,
Gözlerim karşı duvarda.
Ben her akşam aynalarda,
Yüzüne baktım ağladım.
Sırrına erince “hiç”in,
Ben,“sen” oldum, bitti niçin.
Yanağına değmek için,
Gözümden aktım ağladım.
İnanın, yansıtılan bu duyguyu sadece bir yöne hapsetmeden dinlemiş ve algılamış biriyim. Çünkü hayatımızın her dönemi bir kişiyle geçmiyor. Anne babamız, kardeşlerimiz, eşimiz, evlatlarımız, akrabalarımız, dost ve arkadaşlarımız hayatımızın içindeki faktörlerdir. Uzun yıllar “dostluk” kelimesiyle ifade ettiğimiz insan ilişkilerindeki karşı aktör, okul ya da iş arkadaşlık ilişkilerindeki yanımızda olanlar, vefat eden bir yakınımıza duyduğumuz bu hislerle dilimizden dökülebilir, kalbimizde perçinlenebilir.
Peki, Nurullah Genç’in aşağıdaki şiirine ne dersiniz:
Artık görünmüyor mevsimde hüzün,
Bulutlar bir garip rüyaya dalmış.
Ufukta güneşi ağlatan yüzün,
Bir mültecî gibi tenhâda kalmış
Toprak yandı gülüm; çeşmeler zehir,
Şimdi bilsen de bir, bilmesen de bir.
Kaç kere çağırdım seni öteden,
Turnalar uçurdum gittiğin yere.
Bin parça eyledin kalbimi neden?
Ruhum bir başına düştü göklere,
Bana tebessümle bakıyor kabir,
Şimdi gülsen de bir, gülmesen de bir.
Derdimin yangını sardı gölgeni,
Bir mahkûm kanıyla aktı izlerin.
Deniz ölesiye severken seni,
Neden gemileri yaktı gözlerin
Yıkıldı yolunu bekleyen şehir,
Şimdi gelsen de bir, gelmesen de bir.
Yağmurun inceden yağdığı yerde,
Açan gül acıyı damıtır solar.
Ağustos böceği düşünce derde,
İçine kuşların sevdası dolar.
Ölü bir mahzene gömüldü kibir,
Artık sevsen de bir, sevmesen de bir.
Çatladı en kavî yerinden tohum,
Kıvılcım düşürdü sulara gonca.
Her akşam ölümü koklayan ruhum,
Seni de kuşanır hâkan olunca.
Bu yerde bilinir destân-ı kebir,
Şimdi kalsan da bir, kalmasan da bir.
Zaman ki, ardımda pervane şimdi,
Mekân defineler döktü yoluma.
Fırtınadan umut bekleyen kimdi,
Söyle, deniz neden gömüldü kuma.
Zindan çöktü gülüm; kırıldı zincir,
Benim olsan da bir, olmasan da bir.
Bu şiiri ilk okuyan ya da dinleyen kimse de yine sevda ve aşk olarak algılar. Mesai arkadaşım, kıymetli dostum İlyas COŞKUN’dan duyduğum anda baktığım pencereyi genişletip, eskiden bin bir cümleyle veya ruhen yanımızda olanların “şu an olmama” durumunu düşündüm. Özeleştiri ile birlikte ilişki analizlerini yaptım. “Dost” olmaktan uzaklaşıp “post” olanlar, dilinden çıkmayan sözleri şizofrenik duygularla sanrısal bir şekilde kurgulayanlar, sözü sadece cümle olarak kabul edenler, “seviyorum” deyip de sadece “kendini” düşünenler, “adamlık” bağını çözülmez bir kördüğüm haline getiren ve yüzünde “maske” elinde “hançerle” gezenleri düşündüm. Ben kendi adıma ilk şiirdeki duygularla anılmak, hatırlanmak, yâd edilmek isterim. İkinci şiirdeki duyguların ithaf edildiği kişi olmayı istemem. Çünkü insan olmamız bunu gerektirmektedir.
Muhabbetlerimle… Kalın sağlıcakla.
Gökmen CAN / Eğitimci Sosyolog Yazar