Her yaş özeldir!
Geçen gün çok sevdiğim bir arkadaşım ile yönetmenliğini Lee TolandKrieger’ın yaptığı başrollerini BlakeLively, Harrison Ford ve AmandaCrew’in oynadığı “Ölümsüz Aşk” filmini büyük bir keyif ve değişik duygular ile izledik. Film bu ya başrol oyuncusu bir kaza geçiriyor ve sonucunda ölümsüzlüğe ulaşıyor. Yaşı 29’da kalıyor.29 yaşıyla yaşadığı 80 yıl onun için bir kâbus gibi geçiyor. Etrafındaki herkes yaşlanıyor ama o yaşlanmıyor. Sevdikleri vefat ediyor ama o hala 29 yaşında.Filmde kahramanın yaşadıklarını izleyince her yaşın ayrı bir kıymeti ve öneminin olduğunu ve ölümünde, yaşlılığında bir nimet olduğuna kanaat getiriyoruz.
Değil mi ya, ya büyümese idik, filmde ki gibi aynı yaşta kalsaydık. Tecrübe kazanmasa idik ya da yeni şeyler öğrenmeseydik. Ya da düşünün zaman dursa idi, başkaları yaşlansa biz öylece kalsaydık. O filmdeki oyuncunun filmin son zamanlarında gördüğü beyaz bir kılın ona verdiği sevinci anlatmaya kelimeler yetmezdi.
Çocukluğumu düşünüyorum da ne kadar da neşeli idim, gam yok, tasa yok, gelecek derdin yok, eve götürmek zorunda olduğun bir ekmek ya da yiyecek düşüncen yok. Her şeyi annen ya da baban düşünüyor, sana ders çalışmak ve eğlenmek dışında iş güç yani hiç bir şey yok. Gel keyfim gel der gibi idik. Ama deseniz ki hadi hocam çocukluk zamanına gelin. Biraz düşünürdüm, tabiki o zamanlar güzeldi ama orda kaldı. Benim çok daha büyük hedeflerimvar derim. Eminim herkes de aynı düşüncelerdedir…
Ya üniversite yıllarıma ne demeli, gençliğin verdiği dinamiklik, hareketlilik ders çalışma azmi ya da saatlerce süren derin ve özel sohbetler. Ama yine de öğrenci yıllarıma da dönmek istemem galiba.
Evlilik, çocuklarımızın doğum anları ve ya en özel anlarımız vs., hayatımızın en güzel günlerine dönelim desek önce tatlı bir tebessüm ile hatıralarımız canlanır ama yine de bulunduğumuz an en güzelidir deriz.
Tabii ilerisini de hiç istemeyiz. Düşünün deseler ki “on yaş yaşlanırsan sana şu kadar para” bunu da asla kabul etmeyiz. Yaşamamız gerekenler var,acısı ve tatlısı ile yaşamak para ile ölçülmez ki…
Bu duygular ile Cahit Sıtkı Tarancı’nın “Otuz beş yaş”şiirini tekrar okudum. Bu sefer ki tadı çok daha farklı idi. Eminim sizde tekrar bu şiiri okuyunca farklı duygulara yelken açacaksınız…
Yaş otuz beş! yolun yarısı eder. Dante gibi ortasındayız ömrün. Delikanlı çağımızdaki cevher, Yalvarmak, yakarmak nafile bugün, Gözünün yaşına bakmadan gider. Şakaklarıma kar mı yağdı ne var? Benim mi Allah’ım bu çizgili yüz? Ya gözler altındaki mor halkalar? Neden böyle düşman görünürsünüz, Yıllar yılı dost bildiğim aynalar? Zamanla nasıl değişiyor insan! Hangi resmime baksam ben değilim. Nerede o günler, o şevk, o heyecan? Bu güler yüzlü adam ben değilim; Yalandır kaygısız olduğum yalan. Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız; Hatırası bile yabancı gelir. Hayata beraber başladığımız, Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir; Gittikçe artıyor yalnızlığımız. Gökyüzünün başka rengi de varmış! Geç farkettim taşın sert olduğunu. Su insanı boğar, ateş yakarmış! Her doğan günün bir dert olduğunu, İnsan bu yaşa gelince anlarmış. Ayva sarı nar kırmızı sonbahar! Her yıl biraz daha benimsediğim. Ne dönüp duruyor havada kuşlar? Nereden çıktı bu cenaze? ölen kim? Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar? Neylersin ölüm herkesin başında. Uyudun uyanamadın olacak. Kim bilir nerede, nasıl, kaç yaşında? Bir namazlık saltanatın olacak, Taht misali o musalla taşında…
Prof. Dr. Hamdi Temel