Büyük düşünür ve sosyoloji biliminin asıl kurucusu pirimiz İbni Haldun, asırlar öncesinden uyarısını yapmış. Yapmış yapmasına da okuyan, anlayan, uygulayan/uygulamaya çalışan ya da toplum ve insanlık sevgisi yüreğinde bir sorumluluk hissi uyandırıp bununla dertlenen kimseler var mı, bilinmez.
27 Mayıs 1332’de Tunus’ta doğan İbn Haldun, aslen Yemen’in Hadramut bölgesinden olduğu için Mukaddime adlı eserinde Hadramî nisbesini kullanmış, Tunus’ta doğmuş olması sebebiyle Tûnisî, hayatının büyük kısmını Kuzey Afrika’da geçirmesi dolayısıyla da Mağribî nisbeleriyle anılmıştır. Meşhur tarihçi, sosyolog, düşünür, siyaset ve devlet adamı İbn Haldun (1332 – 1406), asıl olarak, İslâm ve hatta dünya düşünce tarihinin en özgün eserlerinden biri olan Mukaddime’deki kendisine has fikir ve metotlarıyla sonraki nesiller üzerinde derin etkiler bırakan bir âlimdir. Tarih ve toplumun kanunları içerisinde hareket eden beşerî iradenin ürünü olan medeniyeti, müstakil bir ilmin konusu haline getirme çabası İbn Haldun’a aittir.
Dedik ya bugünlere; devlet adamlarından yönetici her kişiye, aile fertlerinden ilim ehline varıncaya kadar çok önemli nasihatleri vardır. Ben, kendisini üniversiteye gittiğimde tanıdım. Sosyoloji bitirmiş ve hem sosyolog olma hem de eğitimci olmam hasebiyle de kendisinden çok etkilendim. Aynı zamanda çok da faydalandım. Sosyal bilimler alanında insanlık tarihine bazı noktalarda çok ayrıcalıklı miraslar bırakmış birisidir. Hususiyetle devlet üzerinde, sosyal yapı ve birlikteliğin, refahın, huzurun ve toplum olarak güçlü olmanın yollarını göstermiştir. İstedim ki duymayanlar duysun, duyanlar bir daha tefekkür etsin, tefekkür edenler yeni bir gerçeklik yakalasın ve her durumda da kararlılıkla hayata yansıtılsın. Bakın üstadım İbni Haldun devlet ve yönetim sistemine dair ne de güzel işaretlerde bulunmuş. Unutmadan şunu da söylemek istiyorum: Bu ifadelerimiz sadece devlet yönetiminde bulunan irili ufaklı yetkililere değil. Aksine, aile fertlerimize, gönüllü kuruluşların yönetici ve mensuplarına, devletine ve dünyaya yöne veren/yön verdiğini zanneden herkesedir. Yani herkes üzerine düşeni alsın. Kaçmak iyileştirmeyi yok edip yıkımı yakınlaştırır. Bizden söylemesi. Evet, bakın neler sıralamış üstad İbni Haldun:
BİR TOPLUMUN ÇÖKÜŞ ALAMETLERİ
Dayanışmanın Yok Olması: Sosyal yaşamın her alanındaki yaşamdan maksattır. Sadece kendi evimin fertleri değil ya da sadece kendi ülkem değil. Global anlamda tüm insanlık ailesindeki dayanışmanın da önemli olduğunu bilmeliyiz. Yani GAZZE SOYKIRIMINDAKİ gibi sus pus olmak sadece GAZZE ile sınırlı kalmayacak bir durumdur. Acı ama gerçek bu. İsteyen tarihin mezarlıklarına girip yıkımın mezar taşlarındaki ifadeleri okuyabilir.
Üretimin Zayıflaması: Emek ve alın terinin her alanda yetebilecek kadar desteklenip önünün açılması gerekmektedir. Üretmeden tüketmeye kalkan bir toplum ya da kurum ileriki kısa dönem içinde resmen entübe edilir duruma gelecektir. Yine bakınız: Tarihin mezar taşları!
Tüketim Çılgınlığı: Çılgınlık diye ifade ediliyor ama bu, yapılmaması istenip de yapılan fiillerin karşıladığına inanmıyorum. Çılgınlıktan öte “düşüncesizlik” diyebiliriz. Lüzumlu lüzumsuz her şeyi sırf “almak için almak” ya da “ucuz ise alayım” veya “alayım bir gün gerekli olur” düşüncesi çılgınlık değil yaşamayı bilmemektir. Gerekli olanı gerekli olduğu kadar al ki piyasadaki gözü dönmüşler seni “keklik” ya da hipnotize olmuş bir mahluk olarak görmesinler.
Vergilerin Artması: Vergilerle ayakta kalan bir devlet olmamıştır. Tümünün akıbeti tarih mezarlığındaki yerini almaktır. Elzem olan ve insani gerekli olan şeyleri sosyal devlet ilkesi gereğince uygulandığı sürece ömür uzun, ömür huzurlu ve ömür sadece geçmişlere dua etmek için mezarlıklara gitme ya da hatırlamayla geçecektir. Devlet zam-vergi ve tüketime dayalı borçlandırma ile hayat bulamaz. Yine entübe sahneleri yaşanır.
Liyakatin Dikkate Alınmaması: Hele ki bu husus kanayan en büyük yaradır. İlgili ilgisiz şikâyet etmeyen kimseye rastlamadım. Amiri de memuru da işçi ve emekçisi de öğrencisi de esnafı da mezarlıktaki çalışanı da hep aynı nakaratı tekrarlarlar: Liyakatsizlik Bitirir! Kurum ve kuruluşlar ne Ali Babanın çiftliği ne de Dingo’nun Ahırıdır. Baban, evladın, kardeşin dahi olsa, eğer bir insan bir kuruma layık değilse oranın başına ya da yetkili yerlerine GE-TİR-MEEEE! İnanın görmez denilen ama gören o kadar çok göz var ki! İnanın soluk Tarih mezarlığında alınır. Hani ben bir kez daha deyivereyim dedim.
Adaletsizliğin Yaygınlaşması: Liyakatsizlikle paralel çoğalan bir hastalıktır. İlacı belli. Teşhisi belli olan şeyin illa ki ilacı vardır. Kimi kimyasal tedbirler kimileri Nebevi alternatif tıp denilen doğal yolla alınacak önlemlerle iyileştirilmeyi sağlayabilir. Hak, hukuk, sosyal denge, ekonomik denge ve eğitiminden tutun da her alanda adalet sağlanmadığı sürece maalesef sefilleri oynamak ve sefilleri görmek zorunda kalırız. Nereye kadar? Tarihin mezarlığına kadar.
İblisane Gurur ve Kibir, Gösteriş, Riyakârlık ve Dalkavukluk (yalakalık): Ah be dostlar aahh! Bu ikaz başlı başına ansiklopedik bir sesleniş aslında. Statü, öğrendikleri ilim ya da bilim, kazandığı şeyler ve beklentileri ne olursa olsun piyasa bunlarla dolu. Adam yani İbni Haldun üstad yaklaşık 700 yıl önce uyarmış, nasihat etmiş. Bugün hâlâ bunları dile getiriyorsak demek aynı tas aynı hamam misali dünya ilerleyip duruyor. Her platformda “padişahım çok yaşa”, “amirim sen en iyisini bilirsin”, “hocam sana boynum kıldan ince”, “emret öleyim” türünden yalakalık ifadeleri ve bunların sahibi olan aymazlar ve insanlık yoksunu nefes alanlar adeta dünyanın ve insanlığın fabrika ayarlarıyla oynamaktadırlar. Yazık! Çok yazık! Tarih mezarlığına doğru son sürat gitmenin en hain kişileri de böyle kişilerdir. Allah bunları bizden uzak etsin. Bize uzaklaşmak ve hakikatlere ram olacak iradeler nasip etsin. Âmin.
Kalın sağlıcakla…
Gökmen CAN / Eğitimci Sosyolog