İletişim, insan hayatında en önemli unsurlardan biridir. Hatta hayata, hayatlık özelliği kazandıran niteliklerin başında gelir. Bireyin öncelikle kendinden başlayıp canlı ve cansız tüm varlıklarla olan münasebetlerine yansıyan bir husustur. Genel olarak iletişim dendiğinde kişilerin duygu, düşünce veya fikirlerini çeşitli yollarla bir başkasına anlatmasına denir.
Toplumsal bir varlık olan insan farkında olsun ya da olmasın toplum içerisinde sürekli bir iletişim ağı içerisindedir. Bu iletişim ağında kullandığı dil, kişilik özellikleri ve almış olduğu eğitim iletişimin yönünü ve niteliğini etkilemektedir. Her ne kadar iletişim denildiği zaman aklımıza dil gelse bile dil sadece lisan değildir. Konuşurken destekleyici ve kolaylaştırıcı jest ve mimikler, giydiğimiz giysiler ve renkleri, oturuş şeklimiz, gülüşlerimiz ve daha nice davranışlar da aslında bir iletişim dilidir. Bu dili kullanma biçimleri yeri geldiğinde doğru kullanıldığında karşımızdaki kişi üzerinde olumlu bir etki bırakırken, tam tersi sergilendiğinde iletişimin engelinin başlıca nedenleri arasında yer alır.
Biz bu yazımızda iletişim dilinin sosyal hayatta, kurumsal kimliğin yaşandığı yerlerde, aile içinde, arkadaş gruplarında ya da ikincil ilişkilerin yaşandığı tüm yerlerdeki etkisi üzerinde duracağız. İletişimin etkili olabilmesi için, yapıcı ve katkı sağlayıcı, yön verici ve yön gösterici olabilmesi için üç basit kuraldan söz edeceğiz. Bu üç kuralı uyguladığımız zaman göreceğiz ki ilişkiler ağında pozitif yönlerin sayısı artacak ve bozulan ilişkilerimiz varsa düzelecektir. Dilerseniz hemen başlayalım:
Evet, iletişimin birinci kuralı DİNLEMEKTİR. Dinlemek karşıdakine değer vermektir. Dinlemek konuyu anlamaya yardımcı olur. Dinlemek zamandan kazandırırken, çözüm bulmada da pratiklik anlamına gelir. İster aile içinde, ister ikincil ilişkilerin yaşandığı yerlerde muhatabımız olan insanları dinlemez, dinleme kurallarına uymadan dinler ya da dinler gibi görünmek kişiliğimizin eksikliği ve iletişimin engelidir. Sus ve sabret; bırak muhatabın anlatsın. Sen soracaklarını zihninde not al. Konuşmasını kesip de devamının gelmesine psikolojik bir engel olma. Nihayetinde muhatabın konuşması bitecek ve sonunda soracaktır sana “ne yapalım-ne olsun-nasıl” diye. İşte her şeyi kendine göre tam ifade eden muhatabını dinle ki, o da seni dinlesin. Dinlerken yüz ifaden öyle berrak ve ilgili olmalı ki anlatanın adeta iştahı kesilmesin ve duygularında ve düşüncelerinde bir eksiklik bırakmasın. Bunu okuyan bazı kimselerin “daha neler” dediğini duyar gibiyim. Ama bu savunuşumda ısrarcıyım. Şöyle bir düşünün anne babanıza bir şey anlatırken, müdürünüze ya da amirinize bir şeyleri izah ederken, çocuğunuza ya da eşinize bir şeyi tavsiye ederken onların reddeden, umursamayan, alay eden, yav he he şeklindeki yüz ifadelerine rastlamadınız mı? Rastlamamanız mümkün değil. Bu ifadelerden ve davranışlardan rahatsız olan bilinçli bireyler, sosyal ilişkilerin ne anlam ifade ettiğini bilen kimseler iletişimde birinci kural olarak DİNLEMEYİ önemser ve uygularlar.
İkinci önemli husus EMPATİ yapmaktır. İlişkilerde kendimizi karşımızdaki kimsenin yerine koymaktır empati. Onun yerinde olsaydım ne düşünür, ne yapar, nasıl davranır, ne gibi tepkiler verir ve karşımdakinden nasıl bir davranış sergilemesini beklerdim diye düşünmeli insan. Bu sorun hayatın her alanında karşımızdan hiç eksik olmamaktadır. Ama biz göz ardı etmekteyiz. Şimdi, gözlemlediğimiz kadarıyla çoğumuz şikâyet halindeyiz. Aile içinde bireyler diğer fertlerin kuralcı, sert, ihtiyaçları eksik karşıladığı vb. şeylerden şikâyet ederler. Ya da bir öğretmen sürekli müdür ve yardımcılarından şikâyet ederler hep bir şeyler yapmamızı istiyorlar diye. Gerek aile içindeki bireyler ve gerekse de idareci olmayan öğretmenler şöyle bir empati kursa ne de güzel olur: “Kazandığım para ancak zaruri ihtiyaçları karşılıyor ama eşim ve çocuklarım yapamadığım şeyler için beni ne de zorluyor. Ne yapayım gücüm ancak buna yetiyor, imkânım bu kadar. Ne yapacağımı şaşırdım, hastalıklara kaldım.” diyen bir aile reisi olsanız acaba yine karşınızdakine empati yapmadan mı yaklaşırsınız. Öğretmenlerimiz “ya sürekli bir şeyler çıkıyor ve sürekli yok proje yok görev, yapmıyorum” bir meslek hayatında bir anlık idareci olduklarını düşünüp bakanlığın ya da müdürlüklerin eğitimin kalitesi için emir niteliğindeki yapmak istedikleri şeyleri yapamadıklarını bir düşünseler, nelerle karşılaşacaklarını bilseler, kendilerine tevdi edilen her görevi zamanında ve usulüne göre yapsalar ne amir ne de memur zorda kalınmayacağını anlayacaktır. İnanın empati yapmak zor değil. Çok kolay. Yeter ki çözüm odaklı bir yaşamı seçelim.
Üçüncü olarak ÖNYARGILARI hayatımızdan silmektir. Önyargılar iletişimin önündeki Çin Seddi ayaklarından biridir. Önyargılar ekimi yapılacak tarlaların susuz bırakılmasıdır. Önyargılar karşımızda duran değerli bir şeyi elimizin tersiyle itip, değersizleştirmektir. Yanlış anlamayın değerli olan daima değerlidir ama istifade etmek istemeyen kimselerin nasipsizliğidir bu. Yani kişilerin isimleri, memleketleri, meslekleri, mahalleleri, giyim kuşamlarına bakaraktan onlara karşı peşin hükümlü olmak dediğimiz önyargılı davranışlarımızı sergilersek tabi ki de ilişkiler sekteye uğrar. Kim bilir bazen sıkı bir dostluk başlamadan biter, kimi zaman müthiş bir projenin ortaya çıkmasına engel olur, kimi zaman ölene kadar hayıflanacağımız bir yaşamı sürmemize sebep olur. Efendim bu adam Hürriyet mahallesinde oturuyor, bu adam Darendeli, bu adam kim proje yapmak kim, niye el uzatayım ki bu tipte birine derken kaç tane Hürriyetliyle dost oldun, kaç tane Darendeli ile iş yaptın, sen ne proje yaptın ki başkasının yapamayacağına inanıyorsun ve başkalarına göre senin giyim kuşamın ve tarzın nasıl hiç düşündün mü?
İşte değerli okuyucularım, öncelikler nefsimize ayar verirsek gerek empati yapmada, gerek önyargılardan arınmada ve gerekse de karşımızdaki insanı dinlemede ciddi yol alırız. İnsanız biz. Hayvanlardan ve diğer mahlûkatlardan farklıyız. Dilimiz var, jest ve mimiklerimiz var ve hepsinden önemlisi hayatımıza yön veren ve diğer mahlûkatlarda olmayan AKIL diye bir nimetimiz var. Nimetin değerini bilmeyen, nimet elinden gittiğinde feveran etmemeli. Zenginlik sahibiyken hovarda davranmamalıyız. Çünkü biz insanlar mükellefiz ve davranışlarımızdan, konuştuklarımızdan ve düşündüklerimizden mesulüz.
Dinleyen, anlayan, empati kuran, önyargılardan arınan ve hayatı en güzel şekilde yaşayanlardan olmamız duasıyla…
Gökmen CAN
Eğitimci Sosyolog