İnsanın en büyük özelliği sosyal bir varlık olması ve pek kesintiye uğramadan etkileşim içinde yaşamasıdır. Lakin, çoğu hadiselerde, başkasını/başkalarını anlamak ya da anlamaya çalışmaktansa önüne gelenleri zorlamak meylinde olup bunu da artık çekinmeden, imtina etmeden ferdi/fevri/bencil/egoist davranmayı sürdürmektedir. Tabi bu herkes için söz konusu olamaz. Genel hüküm mahiyetinde değildir. Ancak kahir ekseri böyledir. Böyle davranışların altında yatan nedenler oldukça karmaşık olabilir ve çeşitli psikolojik, sosyolojik ve kültürel faktörlere dayanabilir. Yani birini anlamamak/anlamak istememek/anlayamamak konusunda çokça nedenler olabilir.
Gelişen ve ilerleyen hayat süreğenliğinde “insanın insanı anlamamasında” neredeyse zorlamaktan öte mecburmuş gibi davrandıran şeyler bazı “insani” özelliklerin yokluğu/yoksunluğu/eksikliği ve yanlış anlaşılmış olmasından da kaynaklanabilmektedir.
İnsanlar bazen diğerlerini anlamak yerine kendi duygularını ve bakış açılarını merkeze alırlar. Karşısındaki kişi kim olursa olsun kendisi için önem arz etmez. “İlle de ben ille de ben” sarmalında dolanıp durur ve boynuna dolanmış halatlardan kurtulamayarak boğulan kimsenin akıbetine uğrayabilir. Biz buna çağdaş (!) ve yaygın bir kavram olan “empati eksikliği” diyoruz. Maalesef bu da başkalarının duygularını anlama yeteneğinin azaldığının ve dolayısıyla onları anlamak yerine, kendi düşüncelerini ve duygularını dayatmaya vardıran bir çizgi çizebilir. Öyle bir zamandayız ki artık “sadece” kelimesiyle başlayan belli bir ideolojiyi işaret etmenin ötesine geçip; sağ-sol-orta-ön-arka ve dünya görüşü adına ne kadar yaftalanacak grup/klik/cemaat/stk varsa alayında görebilmekteyiz. Maalesef, maalesef ama maalesef.
Kültürümüze ve sahip olduğumuz sosyal zenginliklere veya varlıklarımıza önyargılar içerisinde olmak iletişim halinde olduğumuz/gördüğümüz/duyduğumuz kimseleri veya olayları anlamak yerine topyekûn her öne çıkanı zorlamaya neden olabilir. İnsanın damarındaki zehir misali kendini çepeçevre sarmalanmış/çevrelenmiş/kuşatılmış olarak yaşamak, bir kişinin hızlıca etiketlemesine ve başkaları hakkında ön yargılı varsayımlarda bulunmasına yol açabilir. Bu da iletişimi zorlaştırabilir ve anlayış yerine çatışmaya yol açabilir. Zaten neticesinde de hüsran kaçınılmazdır.
Tarihin hemen hemen her döneminde insanlar arasında güç mücadelesi görülmüştür/görülmektedir/görülecektir. Bir kişi, bir diğerini anlamak yerine, onu kontrol etmek veya her türden etkilemek isteyebilir. Bu durum da iletişimde manipülasyon ve zorlamanın basamaklarındandır. Sadece şiirlerde, şarkılarda, sözde antlaşmalarda, sözde nasihat kitaplarında ve çalışmalarda kalacak birliktelikler, ilkel benliğin “id”lere, şiştikçe şişen “ego”lara ve yanlış oluşturulan “süperego”lara peşkeş çekilerek yıkımın “ustabaşı” rolünü yerine getiriyordur demektir.
Bazı durumlarda, insanlar duygusal olarak korunmak için diğerlerini anlamaktan kaçınabilirler. Aslında bunun sebebi de kendini koruma içgüdüsünden kaynaklanır. Bunun da nedeninde ve temelinde özellikle çocukluk dönemlerinde yaşanmaya başlanan travmatik hadiseler, kişileri duygusal olarak kırılgan olmakla birlikte başkalarını anlamamak verine kendilerini korumak için savunmacı ve savaşan bir tutuma hapsedebilir. Tabi bu da “insanın insanı anlamamasına” sebep olmak anlamına gelir.
İletişim becerilerinin eksikliği veya olmayışı, insanların birbirlerini anlamak yerine tüm insanlığın zorlamasına neden olabilir. İletişimde doğru/dürüst/ilkeli becerileri olmayan kimseler, duygu, düşünce ve yaklaşımını etkili bir şekilde ifade edemeyebilirler. Nihayetinde de bu da yanlış anlamalara ve çatışmalara neden “olabilir” demeden “olur” diyebiliriz.
Hangi meslek ve statüden olursa olsun insanların birbirlerini anlamaları yerine zorlamaları, sosyal ilişkilerde çatışmalara, iletişimin her türünde sorunlara ve duygusal noktada yıpranmalara yol açar. Ancak, bu davranışların temelindeki nedenlerin farkına varmak ve becerilerimizi geliştirmek, daha sıhhatli ve anlayışlı ilişkiler kurmamıza vesile olabilir. Empatik yönümüzü, önyargıların varlığını ve iletişim becerilerimizin eksikliklerimizi anlayıp/fark edip giderme/iyileştirme yoluna koyulmamız, birbirilerimizi daha iyi anlamamıza ve daha güçlü, daha nitelikli ve sapasağlam ilişkiler kurmamıza yardımcı olur. Bunda da “durmak yok, yola devam” demeliyiz.
Kalın sağlıcakla…
Gökmen CAN / Eğitimci Sosyolog