İNSANLARI TANIMAK VE ANLAMAK
İnsanları anlamak bir sanat olduğu kadar derin bir felsefeye ve düşünceye sahip olmayı da gerektirir. Çünkü anlamak için önce tanımak, arkadaş, dost olmak lazım. Dahası insanları anlama konusundaki başarımız da bizlerin ilişkilerimizde ne kadar birikimli, hoşgörülü, sabırlı, vizyon sahibi, sosyal, sempatik, samimi, paylaşımcı olduğumuza bağlıdır. Tüm bu nitelikler ilişkilerimizi yönlendirmede ve insanları anlama konusunda piramidin en önemli odak noktasını teşkil eder.
Kendini gerçekleştirmekten uzak olan, dünyanın sadece kendi eksenleri etrafından döndüğünü sanan başkalarının potansiyelinden, sıkıntılarından bihaber olan, anlamaktan ziyade hep anlaşılmayı bekleyen, katı bir anlayışa sahip paylaşımdan uzak, eleştirmeyi seven ama eleştirilmekten rahatsızlık duyan, vermeden hep alan kategorisinde yer alan insanları bir anlamda da memnun etmek de zordur. İşin tuhaf olan kısmı ise çoğumuzun zaman zaman insanları tanıma, anlama konusunda yarışa girmesidir ”a canım sen bana bırak ben beş dakikada çözerim onu” diye yeri geldi mi sosyolog, psikolog bile kesiliriz hele binaya taşınan yeni komşu, damat veya gelin adayı iseniz işin rengi işte o zaman değişi. Sırf ağzınızdan laf almak için alt katta, üst katta, yan tarafta ikamet eden sipere durmuş, avını bekleyen kedi misali gözünü üzerinizden bir an olsun bile ayırmayan meraklı komşular, dünürler çay-kahve bahanesiyle ‘’B’’ planlarını, akla hayale gelmeyen senaryolarını hemencecik devreye sokuverirler. Böylesine özel bir görevde ee ne de olsa sivil aktör konumundadırlar ve laf arasında kendince bazı veriler elde edip ”aman uzak dur gözüm tutmadı, çok saftirik yahu, temiz kalpli, çok hanım hanımcık, çok beyefendi birine benziyor, nezaketsiz, boş gezenin boş kalfası” vs şeklinde iyi-kötü biri olduğumuz konusunda kaba taslak bir yargıda bulunmada kendilerini ehil sanıp üstüne sanki ellerinde çok sağlam delilleri varmış gibi bastıra bastıra bir de kendilerini haklı çıkarmaya çalışırlar. Oysa ki tanımadığımız bir insanı anlamak çözüm bekleyen iki bilinmeyenli denkleme benzemekte sorunun ele alınış tarzı, bilinen veriler bilinmeyenler, verilerin çarpımı, toplamı vs den hareket edilerek sonuca ulaşılmaya çalışılır ve hep soruyu anlamak nasıl cevabın yarısını teşkil ediyorsa doğası gereği karmaşık bir kimyaya, duygu, düşünce kalıbına, farklı ilgi ve anlayışa sahip bir insanı ancak dinleme, söylenenlerden ve birtakım jest-mimiklerden oluşan davranışları muhakeme etme, çözmek gibi çeşitli analizlerden geçirerek anlayabiliriz.
Her zaman tanıma evresinde nedense bizlerin bilinçaltında kişilere yönelik hep birtakım ön yargılar yatar, kişinin giyimi, oturuşu-kalkışı, yüz ifadesi, tokalaşması, saç sitili, ayakkabıları, çantası, ceketi, saati, gözlükleri, takıları, kıyafetlerindeki renk uyumu vs dikkatimizi daha ilk anlardan itibaren çekmeye başlar ve nedense ya açık yakalamanın peşinde koşar ya da bazı olumlu- olumsuz çıkarımlarda bulunma moduna girer kişiyle ilgili duygularımızı da”ay ben elektrik alamadım çok somurtkandı, soğuktu, resmiydi, ukalaydı” veya ”ay ne şeker şey, çok sempatik, mütevaziydi” şeklinde dile getiririz.
İnsanları tanıma konusunda başarılı olmayışımız onlara karşı sert tavır takınmamıza, acımasız eleştiriler yöneltmemize sebebiyet vermekle kalmaz, onları yanlış tanıma yıllar sonra derin pişmanlıklar, talihsizlikler yaşanmasına ve aynı zaman da utanç duymamıza da neden olur çünkü farkında olmadan zarar veren, kıran kişilerin davranışlarını kontrol altında tutamama, davranışlarıyla verdikleri zarar arasında neden-sonuç ilişkisini kurmada yetersiz olma veya bunun farkına geç varmaları gibi çeşitli nedenler dolayı sıkıntılar günlük yaşamımızda birden patlak verip insanlarla olan ilişkilerimizi çıkmaza sokmakla kalmaz sonrasında çevre tarafından düşüncesiz, kaba olarak nitelendirilip, uzaklaşılan, itici, nefret edilen kişi konumuna düşmemize neden olur.
İnsanları anlamak zordur kendini bazen onun yerine koyup empati kurarsın olmaz olaylara, nesnelere, kişilere onun perspektifinden bakmaya çalışırsın, aynı dilde üzülür, ağlarsın, alttan almaya çalışırsın ama çoğu kez sonuç elde edemez zihnin allak bullak olur yorulur ”aman bana ne ya istediği gibi davransın, düşünsün” diye kızıp çekip gitmek istediğimiz anlar çok olmuştur hayatımızda. Kırgınlığımız geçtikten sonra da oluruna bırakmayı, onu olduğu gibi kabullenme yolunu seçeriz. Çünkü aynı şeylere bakan iki insanın farklı şeyler görüp, hissettiğini böylece tartışmaktan, suya sabuna dokunmaktan kaçınıp herkesin senin gibi düşünmesini beklemenin aptallık olacağının kanaatine varır ve neticelerden bir ders çıkarırsın kendine.
İnsanları anlamak tıpkı güven duygusu gibi yıllarımızı alır. Sen ne kadar düşünsen de karşınızdaki insanlar kendi cephelerinden size bakar ve senin onları düşündüğün kadar onların seni düşünmediğini en iyi insanların, dostlarının bile yeri geldiğinde seni üzebileceği sonucuna varırsın. Bazen affetme yoluna gidersin ama bir de bakarsın acınacak duruma sen düşmüşsün, yapmış olduğun fedakarlıkların bile seni ezik, aptal konumuna düşmene engel olamadığı gibi aşağılanmana, gururunun incinmesine neden olur ağlamaya başlarsın. ”Neden, niçin, ben bunları hak edecek ne yaptım Allah’ım” vs sorular sıralanır karşında. ”Bir daha asla yapmam, herkese hak ettiği değeri vereceğim, bundan sonra kimsenin beni üzmesine izin vermeyeceğim diye” kendi kendine bazı radikal kararlar alırsın ”kötü, kaba olacağım diye…”
Bundan böyle ama nafile senin hamurun bir kere iyilik mayasıyla yoğrulmuş, mayana bazı sosyo-psikolojik maddeleri katıp kendini, benliğini yenilemek istersin yine olmaz bu tıpkı kader gibi değişmesi hemen hemen imkansız olan bir olgu gibidir. Çünkü senin özünü oluşturan genetik şifrenin sosyal değişimlere kucak açması demek senin için suya yazı yazmak gibi bir şeyden ibaret anlamını taşır. Bunun faydasını ancak genleri bozuk, bukalemun gibi doğal olmayan beşeri faktörlerin, ortamların etkisiyle renk değiştiren kişilerin karakterlerinde etkisini hissettirip ve kısa vade de onlara küçük mutluluklar yaşatanlar görür.
İnsanları anlamak, tanımak tüm zamanlarda çok emek, zaman isteyen bir olgudur. Bir insanı tam anlamıyla tanımak olasılık kurallarına bile ters düşer. ”Ben insan sarrafıyım, adamı gözünden tanırım, avucumun içi gibi bilirim’’ gibi beylik sözlere pek itibar etmemeliyiz. Zaman, toplum yapısında, hızla ilerleyen teknolojideki değişimler yaşandığı sürece insanlar da değişir ve değişimin karşısında hiçbir canlı ve toplum direnemez.
Bir insanı en iyi tanıma yolu onunla aynı evi paylaşmak, ortaklık yapmak, hesap ödetmek, sorumluluk vermek, yolculuk yapmak, kavga etmek, bir şeyleri emanet etme, muhabbet etme ve sırrını vermek gibi vs dir. İnsanlarla konuşarak onların zeka IQ’sunu ağzından çıkan sözlerden ahlaki yapısını nelerden hoşlanıp hoşlanmadığını az buçuk tahmin edebiliriz ama tüm bunlar onu tam anlamıyla tanımamıza yetmez birçok noktada eksik kalır. Dış görünüş de bazen karşımızdakini yanlış tanımamızda ve kötü zanda bulunmamıza neden olabilir. Sert, suratsız olarak tanımladığımız insanlar bazen beklemediğimizden çok daha farklı olabilirler. ilişkilerimizde insanlara çok bağlanıp onlara karşı fazla beklenti içerisinde olmak da doğru değil çünkü fazla beklenti aşırı bağlılık hep gözyaşı, hayal kırıklığı getirir beraberinde… Sinsice ensemize inen tokadın nereden geldiğini anlayamamanın şaşkınlığını yaşarız sonraları…
Maskeler düşmüş,çok sevdiğin, kutsadığın, yanlış yapmaz dediğin dostun, sevgilin yüreğinde zerre kadar acı, sorumluluk hissi duymadan kaçmış, uğruna harcadığın zaman, milyon dolarlar uçmuş geçirdiğin uykusuz geceler heba olmuş, hayatının en büyük kazığını mı yemişsin, yitirdiklerinin peşine mi düşmüşsün, geçmişi geri getiremediğin için bunalıma mı girmişsin, kahrolmuşsun, düşmanların ellerine kına mı yakmış, beş parasız ortada mı kaldın, ağlamış, gece yatağında sabaha kadar acıyla kıvranıp, kan, ter içinde uykusuz mu kalmışsın, bir an olsun uyuyup, unutmak için tüm uyku haplarını mı yutmuşsun, intiharın eşiğinden mi dönmüşsün kimin umurunda? Zaten umurunda olmuş olsaydın sana tüm bu kötülükleri, zalimliği reva görmez zerre kadar üzülmene, gözünden düşecek tek bir damlaya bile razı olmazdı.
Netice itibariyle özünde iyi, temiz duygulara sahip, anlayışlı, yardım sever, vefalı, birtakım evrensel ortak değerlere sahip, dostlarımız, arkadaşlarımız olabilir ama bu bizim onları tam tanıdığımız anlamına gelmiyor. Çünkü kırk yıl aynı yastığa baş koyup aynı evi paylaşan insanlar bile olmadık anlarda tartışıp,’’yazıklar olsun, verdiğim emekler haram olsun, burnundan gelsin’’ diye evliliklerine son noktayı koyup ayrılabiliyorlar ise demek ki insanları tanıma konusunda aciz varlıklar olduğumuz gerçeği bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Çünkü kendimizi yeteri kadar tanımlama, tanıma, ifade etme sorununu çözemezken başkalarını anlama çabası içerisine giriyoruz. Kendimizi ve başkasını tanıma konusunda başarılı olmuş olsaydık piyasaya bu kadar çok psiko-sosyal kitap sürülüp, raflarda yer işgal etmiş olmazdı piyasaya sürülen kitaplar tam anlamıyla eksiklerimizi gidermiş olsaydı bu türden problemler minimize olmuş olur yaşam herkes için bu kadar sıkıcı, bunaltıcı, çekilmez olmaktan ziyade herkesin, birbirine saygı duyduğu, anladığı, stresten uzak, savaşların, kaosun, katillerin, cinnet geçirenlerin, hırsızların, dinle, ideolojiyle sömürenlerin olmadığı refahın, huzurun, umudun, barış tohumlarının yeşerdiği bir alan olurdu yaşam bizler için.
Filiz AKÜZÜM