İPUÇLARI
Hayat yaşayabildiğimiz kadardır. Hayatın neresinde olursak olalım kendimize göre ilkelerimiz, kriterlerimiz ve değerlendirmelerimiz olur. Bu saydıklarımız takvim ömrümüz ve olgunluk yaşımıza göre de değişir. Güzellikleri düşlerken kimi zaman içine düştüğümüz durumun çıkmazlarında yol bulabilir, bazen de düzlüğe çıkıyorum diye sevinç naraları atarken tıkanabiliriz. Her karşılaştığımız olayın bir şifresinin olduğunu unutmamalıyız ve yarınlara şifreleri çözerek devam etmeliyiz. Ama nasıl? Dilerseniz yolculuğa başlayalım…
“Söz, senettir.” Senet ise sağlamlıktır. Ticaretin ötesinde bir anlama bürünmüştür “senet” sözcüğü. Bu anlama kolayca da bürünmedi. Ama gel gör ki bu cümle de başkalaşım geçirip anlamını yitirmeye, sadece basit bir ses olayı gibi görülmeye başlandı. Yıkık ve viran olan yaşamlarda ayakta kalmayı istiyorsak öncelikle verdiğimiz sözleri tutmalıyız. Aynı zamanda tutamayacağımız sözleri de vermemeliyiz. Her iki yönden de bakacak olursak söz, çok önemli bir “adamlık” özelliğidir.
“Şimdiki zamanda” yaşamalıyız. Melankolik takılmadan, sadece içinde bulunduğumuz zamanda yaşamalıyız. Ne dünlerde takılıp kalmalı ve bozuk plak gibi takılarak yaşamalı ne de bugünü yaşamadan yarınların endişesini taşımalıyız. Bekar birinin, evlendiğini, yirmi beşinci katta oturduğunu, çocuğunun olduğunu, yürümeye başladığını, açık pencereden sarkıp düştüğünü düşünerek hayatı zehir etmesi ne kadar doğru olabilir ki? Bu nedenle “anı” yaşamalıyız. Çünkü bu andan sonrası olamayabilir. Tıpkı dünün geçmesi gibi.
Hayatımızın “sürdürülebilir” olması başkasına bağlı olmamalı. Yani her hareketimiz, her sözcüğümüz bir onay mekanizmasına bağlı gerçekleşmemeli. İrademizle, kişiliğimizle, bilgimizle, görgümüzle, insanlığımızla ve deneyimlerimizle yaşamalıyız. Hayatımızı başkalarını mutlu ederek yaşamak, davranışlarımızı illa ki bir onay aldıktan sonra devam ettirmek ne kadar doğru ki? Ben bir ferdim; birilerinin yönlendirmelerine göre ya da tamamlarına göre yaşamamalıyım. Kendimizden emin olarak verdiğimiz kararlara onay beklememeliyiz. Çünkü biz bir ferdiz ve nev’i şahsımıza münhasırız.
Hoşlanmadığımız ya da sevmediğimizi söylediğimiz kişiler gibi olmamalıyız. Davranışlarımızı yakındığımız kalıplara oturtmamalıyız. Ne yaşamışsak ve sonrasında şikâyet etmişsek onu yaşatmamalıyız. Düşmanlarımız gibi olmamalıyız. Çünkü onlara benzediğimiz anda bittiğimizin resmini çizip, ellerimizle imzamızı atmış oluruz. Biz bildiğimiz, gördüğümüz ve inandıklarımıza göre yaşamalıyız.
Fani olduğumuzu “bilerek” yaşamalıyız. Bir varmış bir yokmuş misali bir yaşamda nasıl olunacaksa öyle davranmalıyız. Bir fırsatı olan kimsenin, o fırsatı nasıl hassas bir şekilde değerlendireceğini tasarlayıp yaklaşım sergiliyorsa biz de davranışlarımızı aynı hassasiyetle sergilemeliyiz.
En kritik ve en hassas zamanlarda gücümüzü çoğu zaman “sakinliğimizden” almalıyız. Sakin kaldıkça “görürüz”. Sakin kaldıkça çözüm odaklı olma oranımız da yüksek olur. Sakin kalma olgusunu hayatımıza yaymalıyız. Türlü olaylarla karşılaşıyoruz. Evde, işte, okulda, yolda, çarşı pazarda ve nerelerde yaşıyorsak oralarda hep olaylar çevreler bizi. Hatırlayın şöyle, sakin halimizle isabetli verdiğimiz kararlar ne de mutlu etmişti bizleri.
“Pes etmemeliyiz.” Çıkmaz denilen sokaklarda bile muhakkak bir çıkış seçeneği üretebilme yanımız olmalı. Olumlu bakmalı, olumlu düşünmeli ve yapılabilecek şeylere odaklanmalıyız. “Odaklandığımız sürece” başarabiliriz. Bizi etkileyecek şeyler muhakkak olacaktır. Olumlu ya da olumsuz gelişecek şeyler bizi hep bir adım sonrasına taşımalı. İşte sorunun mu var, kardeşinle mi takıştın ya da çocuğuna mı yetemedin…gel sakin kal ve seni çözümsüzlüğe hapsedecek etkilerden kurtul. Başarabileceğimize inanalım. Başaranlar bizden çok mu iyi? Hayır.
Hem şöyle düşün başımıza gelen şeyler bizim kaldırabileceğimiz şeylerdir.“Allah insana kaldıramayacağı yükü yüklemez.” (El Bakâra, 2/286) Bizden kötü durumda olanlar muhakkak vardır. Giyimden kuşamdan, yemekten içmekten, gezmekten tozmaktan, sahip olup olmamakta arafta kaldığımız şeyler bizi derde düşürmemeli. Çünkü bilmeliyiz ki her şeyi yoktan var eden Allâh-u Teâlâ, kuluna zulmetmez. Bu minval üzere yaşamımızda sürekli analitik olmalı, ilerlemeye yönelik bir halet-i ruhiye içine bürünmeli, biçare kaldığımız anlarda “çaresiz+(siniz)” formülüyle kendimize ve bizim dışımızdaki her şeye pozitif enerji yaymalıyız.
Gözlere, sözlere, fiillere, düşüncelere ve yaşam döngümüze dikkat etmeliyiz. Hesap vereceğimiz bir durumda olduğumuz için hesapsız yaşamamalıyız. “Hesapsızlıktan” maksat “hinlik” ya da “alicengizlik” değil değerli dostlar, tümüyle yarınlara güzellikler bırakarak yaşama sevdasına sahip olmalıyız. Çeşitli mecralarda gördüğümüz “hayatın 12 sırrı”, “isabetli 10 karar tekniği” ve “ 8 de 8 yaşa ve yaşat” diye bizlere söylenenlerden hızla uzaklaşarak gerçeklere dahil olmalıyız. Yaparız merak etmeyin. Yapanlar bizden çok mu iyi? Değil, değil, değil.
Kalın sağlıcakla…
Gökmen CAN / Eğitimci Sosyolog