KAÇIŞ SENDROMU
İnsanlar genellikle zorluklar karşısında çıkmaza girdiğinde ya da sorumluluktan kurtulma bahanesiyle tabanları yağlayıp bulunduğu yeri terk etme girişiminde bulunur. Ama bu kaçışlar hepimizin yakından aşina olduğu en basit dustürlaşmış, sıradanlaşmış,tanımlanması en kolay kaçış örnekleridir. Yaşam her zaman bize bu kadar kolay kaçış fırsatı sunmamakla beraber asıl mesele kaçışın yaşamımızın hangi evresinde bizler için başladığı sorusudur? Elbette ki bu sorunun herkes için ayrı bir anlam, önem ifade ettiği kesin bir kanıdır. Kapalı, sır dolu bir kutunun ağzını açarken gördüğümüz manzara karşısında hissettiğimiz, tuhaf, karmaşık duygularla örülü heyecan gibi iç derinliğimize doğru birkaç adım daha yol aldığımızda, kaçış trajedisinin genel geçer sebepleri aslında bu noktada itibaren ortaya çıkmaya başlar. Kaçış sebeplerimiz tıpkı duvara tek tek nakşedilen motifler gibi ayrı bir renkle, boyutla, ruhla etrafımızı kuşatır. Bazen bir gölge bazen de karabasan gibi üzerimize yürümeye başlar. Bu kuşatmadan kendimizi korumak için bir taraftan geri adım diğer taraftan da tüm savunma mekanizmalarını, bildiğimiz duaları ve kurtuluş planlarını devreye sokarak mücadele etmeye başlarız. Gölgeler büyüdükçe korkularımız koyulaşır, bunun doğal sonucu olarak da yaşama sevincimizi,umutlarımızı,
Ve bunun akabinde insan kendine şu soruyu sormadan edemez.
insan kendinden ne zaman ve niçin kaçar?
Söylediği yalanlar gün yüzünü çıktığında, başarısızlığını başkalarına mal ettiğinde, aldatmalardan kaynaklı pişmanlıkları ve keşke ile başlayan cümleleri sıralarken “neden ben” diye yakınmaları arttığında, serserice harcadığı yıllardan, yaşadığı odada nefes alamadığında,
kırdıklarından, ertelediklerinden, son şansları tükettiğinde, bazen unutmak bazen de unutulmak için, sahici yüzleşmelerin kahrından, içinden yükselen sessiz, haklı çığlıkları boğmak için inkara başvurduğunda, adi bir ispiyoncu yaftasından son anda kendini sıyırmaktan, bildiği gizli gerçekleri tarihin puslu sayfalarına gömmenin ve sonsuzluğa uğurlamanın ezikliğini, utancını yaşarken, utanç tablolarını dilsiz, sağır odalara üst üste istifleyip kilitlediğinde, zihnimizi durmadan kudurtan cevapsız soruların ağırlığından kurtulma çabasına girerken, haksız ithamlardan, töhmet altında kalmaktan, yüreğini çepeçevre saran keder sarmaşığından,
Özlem duyduğu bene, huzura varma endişesinden, yaptıklarımızdan, yapamadıklarımızdan, sorgulamaya cesaret edemediklerimizden, aşksız kalmaktan, daha da fazla kırmaktan, kırılmaktan, sapık ideolojilerin bilinmezlik çarklarında ezilmekten, yıkık düşlerini tamir etme kudretinden, yoksun kaldığında,umutların tökezlediğinde,
acı sözlerin, keskin bıçak misali bedenimizde açtığı derin oyuklardan sızan nefret damlalarından, her defasında ağır kayıpların yol açtığı boyun eğişlerden, zamansız çatıveren ayrılık sendromundan, benliğini yitirme sinyalleri ortaya çıktığında, güç alıp, güven duyduğun dostlarını bir bir yitirdiğinde, altına sığınıp huzur bulduğun sonsuzluk ağacı son yaprağını döktüğünde, kirli, paraperest, duygusuz, küstah baronların piyonu olmaya zorladığında, her gece uykularında ve her sabah sen olmaktan alıkoyan ve senden bir parça daha koparıp yalnızlığa iten ahlak tacirlerinden, seni hayata bağlayan her demde sana kim olduğunu hatırlatan, savunduğun değerlerin tuzla buz olduğunda, hayatına anlam katan, sevgi, barış, kardeşlik,insanlık, dürüstlük, kavramlarına inancın kalmadığında,
sıcak bir tebessüme, bir fincan kahve bahanesiyle kapısını çalacak hüznünü paylaşacak, zor anlarında anlayış gösterip, seni sabırla dinleyecek bir dostunu bulamadığında, kariyerimiz, şöhretimiz, tacımız yerle bir olduğunda, tarifsiz hüzünlerine, sevinçlerine, isyanlarına, yalnızlığına tercüman bulamadığında, duymak istemediklerin karşısında sus pus olduğunda, seni her zaman ferahlatan gücüyle baharın, yağmurun tılsımını yitirmesiyle, yaşamında son birkez bile olsa hata yapma şansının kalmadığı bir anda,
Ve son olarak,
Kimsesizliğin düş bahçelerinde kederin içine damla damla yağdığı bir anda, gözünden düşen titrek göz yaşını silecek birini ararken, çakan şimşeğin ardından birden ortaya çıkıveren duman adamların son umut tohumlarını kemirip elinden almasıyla kendimizi ölümün sonsuz, soğuk, renksiz ve sessiz kollarında salık bulduğumuzda kaçış sendromuna yakalanıveririz.