(Dilbilim ve Sosyoloji Açısından Bir İnceleme)
Rutin yaşamın döngüselliğinde dilde kullandığımız kavramlar, bir bireyin veya grubun özel mülkü değildir. Hiçbir zaman da olmamıştır. Toplumlar ve bireyler, farklı kültürel ve tarihsel bağlamlar içerisinde sürekli yeni kavramlar üretir veya var olan kavramları yeniden yorumlarlar. Ancak, kullanılan kavramları kalıplaştırıp bir kişiyi ya da topluluğu indirgeyerek sıkıştırmak, dar alanlara ve sözde ideolojiler ve sahte ideallere mal etmek, bireylerin ve toplumların farklı olma özelliklerine gölge düşürür. Bu bağlamda dilbilim ve sosyoloji, kavramların toplumsal etkilerini ve anlam dönüşümlerini inceler. Biz de hem sosyolog hem eğitimci hem de dil bilim anlamında her daim yapılan “yaftalamalara ve hapsetmelere” karşı olmuş birisi olarak, makalelere verilen (verdiklerini zanneden) puanları umursamadan, hesaba katmadan güzel bir değerlendirme yapmak ve sizlerle paylaşmak istedim.
Konunun Asli Özelliğine Öncelikle Dilbilim Perspektifi Açısından Değerlendirelim
Dilbilim açısından bakıldığında, dilin bireyler arası bir iletişim aracı olduğu gibi, bir toplumun ortak belleği ve kültürel aktarım aracı olarak da işlev gördüğünü söyleyebiliriz. Hatta toplumların kültür aktarıcısı olarak kabul edilir. Kimi dil bilimcilere göre dil, özünde bir sembol sistemidir ve kavramlar toplumun genel uzlaşısıyla anlam kazanır. Bu nedenledir ki, dildeki bir kavramın bir kimseye ait olması ya da bir mülkiyet unsuru olarak görülmesi mümkün değildir.
Bu açıdan “adalet”, “özgürlük” ya da “erk” gibi kavramların anlamı, zaman ve mekâna göre değişebilir. Hatta değişmesi de gayet doğaldır. Çünkü 2024 yılından geriye gittiğimizi düşünelim 100’er yıllık periyotlarla; görülecektir ki her 100 yılda bir farklıdır. Bir kelimenin kullanım biçimi, o anki sosyo-kültürel bağlamdan etkilenir ve değişime açıktır. Dolayısıyla, bir kavramı sadece belli bir grubun kontrolü altına almak, dilin dinamizmine aykırıdır. Tıpkı renkleri sahiplenmek, sembolleri bir yere hapsetmek, tınıları esir etmeyi sürdürmek gibi. Renkleri, milliyetleri, dilleri ve kültürleri birbirinden farklı olan ülkelerin ve insanların değişimi, farklılıkları benimsemesi ne kadar doğal karşılanıyorsa “kavramların” da bir ideoloji, bir dünya görüşü ve bir dar alana hapsedilmesi de mümkün değildir.
Sosyolog Olarak Sosyolojik Perspektif Noktasından Değerlendirecek Olursak
Dil, aynı zamanda sosyolojik bir olgudur; insanlar arası etkileşimin merkezinde bulunur. Onsuz yani bir dilin varlığından sıyrılıp ya da onu yok sayarak iletişimde “tamlığa” varamazsınız. Fransız Bourdieu’nün “dilsel sermaye” kavramı, dilin yalnızca iletişimin aracı olmadığını, bununla birlikte güç ilişkilerinin bir parçası olduğunu gösterir. Bir grubun, toplumsal kabul görmüş belirli kavramlar üzerindeki hâkimiyetini artırmak için, bu kavramları belirli bir anlam çerçevesine hapsetmesi, o kavramın toplumsal kullanımını ve algısını etkiler. Yani “ben ne desem diyeyim, siz benim kullandığım falan kelimeden ya da kavramdan sadece şunu anlayacaksınız” diyerek “tekel” mantığını dayatmış olur. Örneğin, “vatanseverlik”, “milliyetçilik”, “özgürlük” ya da “liberalizm” gibi kavramlara ideolojik anlamlar yüklenmesi, bu kavramların farklı kesimler tarafından farklı yorumlanmasına yol açar. Ancak bu yorumların sınırlandırılması veya ideolojilere sıkıştırılması, toplumdaki mevcut huzuru bozacak kadar ileriye götürecek derin yaralara yol açabilir. Bundan/bunlardan kat’i bir şekilde ivedi olarak uzaklaşmalıyız. Çünkü bazen “bir kişinin cehaleti” yüzünden onulmaz sıkıntılar topluma pompalanabilir.
Kavramları Hapsetmenin Büyük Tehlikesi
Kavramları kalıplaştırmak, bireylerin veya grupların düşünce özgürlüğünü ve ifadesini sınırlandırmak demektir. Bunun örneklerini tüm dünyada özellikle de siyaset ve medya/sosyal medya alanlarında çok sık görür haldeyiz. İdeolojik kalıplarla sıkça anılan kavramlar, çoğunlukla kendi anlamlarından uzaklaştırılarak tek bir pencereden değerlendirilir. Bu durum, insanların belirli bir kalıba uymadıkları takdirde dışlanmasına veya damgalanmasına neden olur. Bu nedenle “kavramlar kimsenin babasının malı da değil kendi mülkü de değil” diyerek yanlışın altını kalın mı kalın şekilde çizerek paylaşmak istedim.
Dil ve Kavramların Özgürlüğüne Dair
Kavramların serbestçe kullanılabilmesi, toplumun entelektüel gelişimi ve çeşitliliği açısından önemlidir. Farklı görüşlerin aynı kavram üzerinden kendi bakış açılarını geliştirebilmesi, toplumun kültürel zenginliğini ortaya çıkarır. Özgürlük, adalet, eşitlik gibi toplumsal kavramların tek bir ideolojinin tekelinde olmaması, bu kavramların çeşitli alanlarda yeniden düşünülmesine ve tartışılmasına olanak tanır. Bu yüzden, kavramları belli kalıplara sokmadan, toplumun her kesimine hitap eden anlamlarını korumak önemlidir.
Dini Kavramlar Noktasında Dikkat ve Hassasiyet Düzeyi
Mensubiyetine dair olmamızdan ve yıllardır en başta temel inanç esasları, fıkhi meseleler ve siyer benzeri alanlarda eğitim alan bir sosyolog olarak bu alana değinmeden geçemeyeceğim. Çok geniş bir dil alanına sahip olan “İslam Dini Kur’an Dili” konusunda kendi kafamızdan ya da zannımızdan yola çıkarak kavramlara anlamlar yükleyemeyiz. İki kitap okumak, birkaç yıl ders almak veya dini sohbetlerde bulunmak ya da gazetelerden, internetten görüp okuduğumuz şeylerden yola çıkarak “uzman kavramcı” olunmaz. Bu konu aslında başlı başına bir kitap neşrettirecek konudur. Umarım bununla ilgili ileriki zamanlarda uzunca bir “araştırma yazısı” hazırlayacağım.
Netice olarak dostlar toparlayacak olursak kavramlar, toplumların ortak belleği içerisinde sürekli gelişen ve değişen bir yapıya sahiptir diyebiliriz. Dilbilim ve sosyoloji perspektifinden bakıldığında, bir kavramı kalıplaştırmak ve belli ideolojilere hapsetmek, dilin ve toplumun doğasına da aykırıdır. Bu sebepledir ki, kavramların herkes tarafından özgürce kullanılabilmesi ve anlamlarının sürekli gelişime açık olması, toplumsal ilerleme ve düşünce özgürlüğü açısından önemlidir.
Kalın sağlıcakla…
Gökmen CAN / Eğitimci Sosyolog