Son günlerde bir ailenin pencerelerinin önüne yuva yapmaya çalışan “bir kuşun hikâyesini paylaşması sosyal medyada çok ses getirdi. Hepimiz yuva yapan kuşları gördüğümüzde hayranlıkla seyreder ve onların yaptıkları yuvalarını kendimizinmiş gibi korur ve kollarız. Olay ise şöyle cereyan etmiş; “bir aile kuşun pencerelerinin önünde yuva yaptığını görünce onlarda heyecanlanmışlar ve her gün seyrediyorlarmış. Ne yazık ki yuvaya kuş paslanmış çiviler, teller ve plastikleri topladığını gördükçe içleri acımış. Galiba civar inşaattaki çivileri ve diğer atıkları toplayarak getirmiş kuş. Bu çiviler ve zararlı atıklar yüzünden yuvasını belli ki ısıtamamış ve kendi yaptığı yuvasını beğenmeyerek yumurtasını da orada terk edip gitmiş”.
Ne kadar etkileyici bir olay değil mi sevgili okuyucularım. Hala o kuşun yuvasını terk edişinin tesiri altındayım.
“Bu kirlilik bizleri bu kadar etkileyeceğini yıllar önce söylemiştim” demekten ise nefret ediyorum artık.
Hala da akıllanmıyoruz.
Anne sütünde bulunan mikro plastiklere aldırmıyoruz.
Soluduğumuz havadaki mikro plastiklere inanmıyoruz.
Balıklardaki mikro plastikler ile balıkları beraber yediğimize şaşırmıyoruz.
Bebeklerin anne ve babasını daha görmeden mikroplastikler ile tanışmasını yadırgamıyoruz.
İçtiğimiz poşet çaylarda veya diğer içeceklerdeki mikro plastiklere veya içerdikleri zararlı kimyasallara meydan okuyoruz.
Etrafımızı ve bünyemizi kirletmeye devam ediyoruz, hiç de umursamıyoruz.
Karpuz kabukları bir tarafta, yediklerimizin artıkları başka tarafta sadece seyrediyoruz.
Kirlettiğimiz yerleri temizlemeyi aklımıza bile getirmiyoruz.
Plastik tabak, kaşık veya diğer artıklar havalarda uçuşuyor, yerleri mesken tutmuşlar hissetmiyoruz.
Maskelerimizi sağa sola atmaktan utanmıyoruz ve çevremize zarar verdiğimizi düşünmüyoruz, o maskeleri oradan toplayan kişilerinde insan olduğunu unutuyoruz.
Oturduğumuz herhangi bir yerde, yediğimiz çekirdeklerin kabuklarını oracıkta bırakıyoruz. Bunları kimin temizleyeceğini umursamıyoruz.
Ürünü çok alalım diye pestisitleri bol bol meyve ve sebzelerimiz ile hemhal ediyoruz.
Ormanlarımızı katlediyoruz.
Toprağımızı mahvediyoruz.
Yedik ve içtiklerimiz ile gün geçtikçe vücudumuzu hasta ediyoruz.
Sularımızı zehirledikçe zehirliyoruz.
Yeni ucuz ürünler çıkaralım diye zararlı kimyasallar ile etrafımıza zehirli kimyasallar saçıyoruz.
Oyuncak sektörümüzde bolca ucuz renkli boyalar ile oyuncakları boyayarak çocuklarımızın geleceğini karartıyoruz.
Kokulu silgi türü kırtasiye ürünleri ile koku alma duygularını mahvedip, bağımlılık yapmasına yol açıyoruz.
Sağlıklı olmayan aldığımız ve giydiğimiz giysilerimiz ile derilerimizi etkileyip cilt kanserine davetiye çıkarıyoruz.
Yukarıdakileri sıraladıkça sıralayabiliriz. Şunlar eksik kalmış dedikleriniz de o kadar çok ki…
Ey insanoğlu, kıyameti sen getirdin. Memnun musun şimdi?
(Prof. Dr. Hamdi TEMEL)