İnsanın kudreti, kâinatın ucu bucağının bilinmezliği karşısında bir zerreden ibarettir. Bu gerçek, insanın acizliğini ve sınırlılığını önümüze sererken, aynı zamanda Yüce Allah’ın eşsiz kudretini de anlamamızı sağlar. Kul, sınırlı güç ve imkanlarla donatılmıştır. Ancak, bu sınırlılık, onun manevi yönünün güçlenmesi için bir fırsattır. Yani aslında kula verilmeyen, eksiklik gibi görülen şeyler büyük bir nimet olarak sayılabilir. Kul, bu sınırlılık içinde, hayatı boyunca insanları güzelliklere davet etmek için koşar. Koşabilmesi için de evvela çağıracağı güzellikleri kendisinin müşahede etmesi, içselleştirmesi ve yaşamına yansıtması gerekmektedir. Yani bildikleriyle amel etmelidir. Kendisinin noksanlıklar içerisinde en kâmil güzelliklere ulaşmanın niyetiyle yolculuğunu, koşusunu sürdürmesi gerekmektedir.
Bir tohumun toprağa düşüp filizlenmesi gibi, insan da sınırlılığının farkına varıp manevi yönünü beslemeye başladığında, gerçek potansiyelini keşfeder. İşte, bu noktada kul, kudreti sonsuz olan Yüce Allah’ın lütfuna sığınır ve O’nun emrettikleriyle hayatın anlamını keşfetmeye başlar. Başta kendisini tanır belki de! Çevresini, ailesini, insanları, hayvanları, bitkileri, olayları ve zerreden küreye her şeyi, erişebildiği sınırlı ve beslenebilir bilgi kaynaklarıyla anlamaya çalışır. Hayatı anlamaya çalışır. Ne kadar muktedir görürse kendini o kadar aslında aksi bir mahluk olduğunu anlar. Bazen şaşırır. Bazen anlam veremez bir şeylerin varlığına ya da olayların akışına. Tam da burada işte kendisinin “oldurmak-yaratmak” makamında olmadığını anlamalıdır. Ancak ve ancak bir şeylerin “olması” ve “vücut bulması” için Yüce Allah’a iyi bir kul olabilmesi için “koşması gerektiğini” bilmesi gerekir. Bizler hak olan dini tebliğ için gittiğimiz kapılardan defalarca ret cevabıyla mahzun dönebiliriz. İnandırmak Yüce Allah’a hastır. Biz durmadan, kulluğun bir gereği olarak koşturmalı, bu gayede ve yolda olmalı, ilerlemeli ve durmamalıyız.
Bir örnekle açıklamak gerekirse, tıpkı bir kuyumcunun elleriyle yonttuğu bir elmas gibi, kul da yaşamı boyunca şekillenir ve olgunlaşır. Bu süreçte, insani zaaflarını fark edip onları aşmaya çalışırken, içsel güçlerini keşfeder. Belki de bir gülü sulayarak, ona hayat vermek kadar basit bir eylem, insanın manevi derinliklerine ulaşmasına vesile olabilir. Yani maharet sahibi olmak için öğrenmek, tatbik etmek ve bol bol vazgeçmeden denemek gerekmektedir. Bugün en iyi ustalar, ustalık yolunda koşmayı bıraksalardı usta olamazlardı. Bizler de yaşamımızda üzerimize düşen kulluk vazifesinde huzuru kalp ile gözlerimizi kapamayı istiyorsak “emrolunduğumuz gibi dosdoğru olma” yolunu tercih etmeliyiz.
Koşan kul, yoksulların ve muhtaçların yardımına koşmalıdır. Kul, kendi sınırlı imkânlarıyla, bir nebze olsun ihtiyaç sahiplerinin yükünü hafifletmeye çalışırken, aslında Yüce Allah’ın insana bahşettiği merhamet ve şefkat duygularını yaşar ve onun hazzına ulaşır. Bu eylem, insanın kendini maddi sınırlılıklarının ötesinde bir varlık olduğunu hissettirir ve kendine manevi bir zenginlik kazandırır.
Kulun tüm çabaları, insanları hakikatlere ve güzelliklere davet etmek için sadece sözlerle değil, aynı zamanda eylemlerle de desteklenmek zorunda olduğunu bilmesiyle de zirveye doğru yükseltir. Bir insana iyilik yapmak, ona güzellikleri hatırlatmak, hayatın anlamını arayan bir ruha ışık tutmak demektir. Bu nedenle, kulun yaptığı her iyi iş, Yüce Allah’ın insana sunduğu bir lütuftur ve aynı zamanda O’na bir şükür borcudur. Tüm dünyayı da verse kendiliğinde elde edemeyeceği bir nimettir.
Sonuç olarak, kulun acizliği ve sınırlılığı, aslında onun “insan” olmasının bir parçasıdır. Ancak, bu sınırlılık, insana Yüce Allah’ın kudretini ve merhametini daha derinlemesine kavrama fırsatı sunar. Kul, kendi hayatı boyunca, insanları güzelliklere davet etmek için çaba gösterirken, aslında Yüce Allah’ın sonsuz kudretinin nimetlerine mazhar olur. Bu nedenle, her bir kul, kendi sınırlı imkânlarıyla bile olsa, insanlığa hizmet etmenin ve güzellikleri paylaşmanın önemini kavramalı ve bu doğrultuda hareket etmelidir. Bencilliğin, kibrin, dev aynalarında boy göstermenin ya da “ben merkezli” tüm ham hallerinden uzak durmalıdır. Yani kainattaki yerimizi bilmemiz gerek diyorum. Biz kullar olarak “oldurma kudretine” değil, ancak “koşturma kudretinin niyetini getirmeye” haiz olabiliriz. Hayırlı niyetler bizden, koşturmacalar bizden muvaffakiyetler Yüce Allah’tandır.
Kalın sağlıcakla…