İnsan denilen mahlûkat, anlam arayışıyla hayatını idame ettiren bir varlıktır. Hayatın en temel soruları, insanın kendisini, Rabbini ve evreni anlama çabasıyla şekillenir. Ancak bugün toplum olarak yaşadığımız en büyük krizlerden biri, bu anlamın üzerinin örtülmesidir. Modernitenin, dünyevileşmenin ve bireyselleşmenin etkisiyle manevi köklerimizden uzaklaşıyor, kimliğimizi yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kalıyoruz.
Bir yazı dizisine başlayacaktım. Toplam on makalelik. Edindiğimiz verilere dayalı bir yorumlama içeren bir seri. İlham kaynağımız olan ve bizimle her konuşmasında yeni ufuklara ışık tutan dostumuzun kullandığı “Mananın Üzerini Örttüler” ifade bu yazı dizimizi on yazıdan on bir taneye çıkarttı ve bu yazıyı da başa almayı uygun gördük. İşte bundan mütevellit ele aldığımız bu yazımızda, toplumumuzun manevi gerilemesini, özünden kopuşunu ve bunun kişisel ve toplumsal sonuçlarını İslami perspektiften ele alacağız.
Özü Kaybetmek: Kabuğa Takılmak
Konuya vakıf olanlar bilirler; Kur’an’da sıkça bahsedilen bir kavram vardır: Zahir ve Batın. Zahir, dış görünüşü; batın ise iç derinliği ve manayı ifade eder. Allah, insanı yalnızca suretten ibaret kılmamış, ona akıl, ruh ve kalp vererek anlamı idrak etme yeteneğini de bahşetmiştir. Ancak bugünün insanlarının ekserisi, manayı kaybederek şekle takılmıştır. Maalesef bunu kendi toplumumuzda da müşahede etmekteyiz. Bazen çok ama çok yıkıcı bir hâl ile yaşamımızı darmadağın etmektedir.
Eskiden ibadetler, bugünün popüler söylemiyle ritüel olarak ifade edilse de biz İslami terminolojideki ifadesiyle yalnızca bir ibadet olmayıp, bir şuurun tezahürü olduğunu söyleyebiliriz. Namaz bir duruş, oruç bir nefis muhasebesi, sadaka bir iç arınmaydı. Şimdi ise çoğu zaman ibadetler dahi sadece ve sadece birer “görev” gibi algılanıyor, ibadetin ruhundan koparılıyor. Tıpkı Cuma Sûresi 5.ayetinde İsrailoğulları’nın Tevrat’ı taşıyan, ama onu anlamadan sırtında yük olarak taşıyan merkebe benzetildiği gibi zamanımız insanlarının çoğu manayı unutup şekilcilikte boğulmaktadırlar. Evet, illa ki ibadetlerin şekli yani ameli ve fiili boyutu vardır lakin bunu sadece öyle görüp ruhunu anlayamama ve anlamak istememe de insanları yaptıkları ibadetlerin tesirlerini görmekten uzaklaştırmaktadırlar.
Modernitenin Manevi Krizi ve Değerlerin Kayboluşu
Modern (!) dünyada hızla gelişen teknoloji, bireycilik ve dünyevileşme, insanın özünden kopuşunu hızlandırmıştır. Her şeyi madde boyutuna indirgeyerek yaşama düşüncesi, adeta çölde susuzluktan kavrulan insanın gözünün önündeki suyu “serap” diye görüp ona doğru hamle yapmaması gibidir.
Dijitalleşen hayat, insanları yüzeyselliğe sürüklemektedir ve hatta sürüklemekle kalmayıp hapsetmiştir diyebiliriz. Sosyal medyada bir “görünme” yarışı var ama içerik boş. İnsanlar kendilerini olduğundan farklı gösterme çabasında, sahte benlikler üretiyor. “Altı Tophane üstü Şişhane” benzetmesine uyan bir bozuk bir süreğenlik devam etmektedir.
Aynı zamanda tüketim kültürü, insanı “neye/nelere sahip oldukları” üzerinden tanımlamaktadır. Oysa İslam, insanı eşyayla değil, ahlak ve imanla anlamlandırır.
Ve Aile… Aile bağları zayıflıyor, bireyselleşme had safhaya ulaşıyor. Halbuki aile, İslam’da sadece bir birliktelik değil, bir merhamet mektebidir. İlk mekteptir. Öğrenimin ilk merkezi durumundadır.
Kısaca belirttiğimiz bu ve diğer tüm kurum ve üzerinde yol aldığımız rotalar, insanın kendi derinliğini kaybetmesine neden olmaktadır. Maalesef hayatımızın içi boşalıyor, mana kayboluyor. Nitekim Mevlana’nın dediği gibi: “İçindeki cevheri bul, yoksa dışındaki kabuk seni hiçliğe sürükler.”
Hakikat Yerine Algıların Yönetildiği Bir Çağ
Günümüz 21. yüzyıl dünyasında, hakikat yerine algılar ön plana çıkmıştır/çıkmaktadır. Gerçek olan değil, görünür olan değerli kabul edilmektedir. Bu durum, insanın kendisiyle ve Rabbine olan kulluk bilişini zedelemektedir. Oysa Allah-u Teala, insanı takva ile değerli kılmıştır (El Hucurat/13). Ancak bugün takva, içsel bir bilinç yerine dışsal bir forma dönüşmüş “El âlem ne der?” kaygısı, samimi niyetlerin önüne geçmiştir. Maalesef bazı/çoğu Müslüman, insanlara değil, Allah’a karşı sorumlu olduğunu unutma noktasına kadar gerilemiştir.
Nefis Putu ve Özgürlüğün Yanılgısı
Modern (!) dünya, özgürlüğü mutlak bir serbestiyet olarak tanımlamaktadır. Oysa İslam’da özgürlük, nefis putunu kırmak ve yalnızca Allah’a kul olmakla mümkündür. Bugün insanlar, özgür olduklarını zannederken aslında nefislerinin esiri olmaktadırlar. Zevkler, hırslar, tutkular insanı yönetmede “amir” konumuna gelmiştir. Firavun’un “Ben sizin en yüce Rabbinizim” (En Nazi’at/24) demesi gibi, bugün insanların birçoğu nefsini rab edinmiş gibi davranmaktadırlar. Oysa Allah, insanı nefsinin esiri değil, onun yöneticisi kılmak istemektedir.
Çözüm Ne?
Çözüm tek kelimeyle Manayı Yeniden Keşfetmektir. Ama biz bu ifadeyi az açmak istiyoruz. Bu karanlık tablodan çıkış, ancak “manaya yeniden yönelmekle” mümkündür.
*Kur’an’ı tekrar anlamaya çalışmalıyız. Onu sadece okumak değil, hayata geçirmek gerekiyor. Kur’an bize “düşünen bir toplum” olmamızı emrediyor (Âl-i İmran/190).
*İbadetlerimizi bilinçli hâline getirmeliyiz. Namazı, müminin miracı; oruç, nefsin terbiyesi; sadakayı ise arınma fırsatıdır. Bunu idrak etmeliyiz.
*Aileyi ve toplumu yeniden inşa etmeliyiz. Anne-baba rolü yalnızca maddi imkân sağlamak değil, bir nesil yetiştirmek sorumluluğunu taşıyor.
*Modern dünyanın dayattığı “benmerkezciliği” aşarak “ümmet” bilincini yeniden inşa etmeliyiz. Müslüman, sadece kendini değil, toplumunu ve tüm Müslümanları, tüm insanları dert edinmelidir.
Netice Olarak Yeniden Diriliş Mümkün mü?
Evet, yeniden diriliş mümkündür. Çünkü Allah, “Bir topluluk kendisini değiştirmedikçe, Allah onların durumunu değiştirmez” (Er Rad/11) buyurmuştur. Eğer biz manayı yeniden aramaya koyulursak, Rabbimiz bizi karanlıktan aydınlığa çıkaracaktır.
Bugün üzeri örtülen manayı yeniden açmak, toprağa gömülen hakikatleri gün yüzüne çıkarmak zorundayız. Yoksa tarihte birçok toplumun düştüğü hataya biz de düşeriz. Ya hakikatin diriltilmesine vesile oluruz ya da hakikatsizliğin girdabında kayboluruz. Tercih sizin, bizim, hepimizin.
Kalın sağlıcakla…